1. Murad Han

OSMANLI PADİŞAHLARI / 1. Murad Han




Osman Gazi’nin Karacahisar’ı zaptı ile Orhan Gazi’nin doğumu aynı zamana, Bursa’nın fethi ile de Murad Han’ın doğumu aynı zamana denk gelmişti. Ayrıca 1.Murad Han’ın doğumu, Osman Gazi’nin vefatına ve Orhan Gazi’nin cülusuna, 1.Murad Han’ın oğlu Yıldırım’ın doğumu da Orhan Gazi’nin vefatına ve 1.Murad Han’ın cülusuna denk gelerek Osmanlı Kaynaklarının çok ehemniyet verdiği tevafuklar zinciri oluşmuştu. 1.Murad Han bu tevafuklar zinciri içerisinde 1326 yılında Nilüfer Hatun’dan dünyaya gelmiştir. Ağabeyi Rumeli fatihi Süleyman Bey’in vefatı ile veliaht tayin edildi. Kısa bir süre sonra da babasının vefatıyla Bursa’da Osmanlı tahtına oturtuldu.

Uzun boylu, değirmi yüzlü, iri burunlu idi. Kalın ve adaleli bir vücuda sahipti. Başına Mevlevi sikkesi üzerine yuvarlak testar sarılı bir sarık giyerdi. Çok sade giyinir ve kırmızı zeminli beyaz elbiseden hoşlanırdı. Gayet nazik, sevimli, çok halim ve selimdi. Âlim ve sanatkârlara hürmet gösterir, fakirlere ve kimsesizlere büyük bir şefkatle muamele ederdi. Halk tarafından “Hüdavendigar” ve “Gazi Hünkâr” diye anılır ve bir baba olarak sevilirdi. Gençliğini Bursa'daki medreselerde ilim adamlarıyla ve tasavvuf ehli ile zikir halakalarında ve gönül sohbetlerinde geçirdi. 1.Murad Han, devrinin zahiri ve batıni ilimlerinde otorite olan büyük şahsiyetler tarafından yetiştirilmiştir. Bir devlet adamında bulunması gereken mümtaz vasıflara sahip olan Murad Han, Allah’ın lütfuyla, bu eğitimler neticesinde kalbi bir derinliğe erişerek velilik, Ahi Şeyhliği ve şehidlik gibi pek yüce makamlara vasıl olmuştur.

Bütün hayatı sınır boylarında ve harp meydanlarında geçmiştir. Hiç durmadan Rume- li’den Anadolu’ya, Anadolu'dan Rumeli'ye seferler yapmıştır. Bu kadar harp meşguliyetleri arasında, büyük ve kıymetli binalar, sanat eserleri meydana getirmeye de vakit bulmuştur. Bursa'da camiler, medreseler ve imarethaneler yaptırmıştır.

İlk kazasker tayinleri, tımar kanunu ve minarelerden salât-u selâm okuma adetleri O’nun devrinde başlamıştır.

Anadolu’da huzur ve sükûnu sağladıktan sonra istikametini Rumeli’ye çevirmiş ve neticesinde Sırp Sındığı zaferi ile Edirne’yi başkent yapmıştır. Anadolu’dan fethedilen yeni yerlere göç eden Müslümanlar oralarda da İslam’ın yüce hayat tarzını ve yaşayışını sergilediler. Ahlak ve fazilet nûmunesi oldular. Devletin adil idaresi ve kurulan hayır müesseseleri ile her yerde büyük bir hoşnudluk meydana geldi. Hududlar orta Avrupa’ya kadar dayandı. Artık sıra Avrupa’daki fitnenin başı olan Sırp unsurunu ortadan kaldırmaya gelmiş oldu.

8 Ağustos 1389’da Altmış bin kişilik Osmanlı Ordusu Kosova Ovası’na girdiğinde karşısında yüzellibin kişilik müttefik haçlı ordusu vardı. Kosova Ovasını bir anda toza duman katan bir fırtına başladı. Adeta göz gözü görmüyordu. O gece Berât Gecesi idi. 1.Murâd Han iki rekât namaz kıldıktan sonra, gözyaşları içerisinde ellerini semâya doğru kaldırarak şu duayı yaptı:

“Yâ Rabbî! Bu fırtına, şu âciz Murad kulunun günahları yüzünden çıktıysa, masum askerlerimi cezalandırma!

Allâh’ım! Onlar ki buraya kadar sadece Sen’in adını yüceltmek ve İslâm’ı tebliğ etmek için geldiler.

İlâhî! Bunca kerre beni zaferden mahrum etmedin. Dâimâ duâmı kabul buyurdun. Yine sana ilticâ ediyorum; duâmı kabul eyle! Bir yağmur nasîb eyle. Bu toz bulutu kalksın. Kâfirin askerini âşikâr görüp, yüz yüze cenk edelim.

Yâ İlâhî! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben aciz bir kulum. Benim niyetimi ve esrarımı en iyi Sen bilirsin. Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız senin rızanı isterim.

Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffar elinde mağlub edip helak eyleme. Onlara öyle bir zafer lütfet ki, bütün Müslümanlar bayram eylesin. Dilersen o bayram gününde şu Murâd kulun yolunda kurban olsun.

Yâ İlâhî! Bunca Müslüman askerin helakine beni sebep kılma. Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle. Bunlar için ben canımı kurban ederim; yeter ki Sen beni şehidler zümresine kabûl eyle. Asâkir-i İslâm için teslim-i ruha razıyım. Tek ki bu mü’minlerin uğruna benim ruhum fedâ olsun. Beni gâzî kıldın. Sonunda da lutfen ve keremen şehîd eyle.

Âmîn!”

Bu âbidâne münâcattan sonra Sultan, fevkalade bir huzur içerisinde Kur’an-ı Kerim tilavetine başladı. Çok geçmeden rahmet bulutları peydah oldu ve Kosova ovası üzerine sağanak halinde yağmur yağmaya başladı. Fırtına bitmişti artık…

Yaşanan bu hal üzerine Osmanlı ordusunda büyük bir sevinç ve memnunluk yaşandı. Murâd Han hemen secde-i şükrana kapandı.

Artık savaş meydanına çıkma zamanı gelmişti. Murâd Han Orduya şu hitabede bulundu:

“Yiğitlerim! Bugün gayret günüdür. İbraz-ı hamiyet vakti, erlik zamanı ve mertlik demidir.

Bunca senedir vatan sizinle fahreder. Şimdi dahi sizden cihana yayılmış bulunan şan ve şerefle dolu geçmişimizi te’yid edecek büyük muvaffakiyetler bekler.

Bugün mehabetinizle titreyen şu Kosova Meydanı bi-iznillah muzaffer bir şekilde dalgalanacak olan şanlı sancağımızın Macaristan içlerine doğru gitmesini bundan sonra hiçbir düşman hamlesi durduramayacaktır. Bugün kazanacağımız şanlı bir galebe bütün Rumeli’nde i’la-yı kelimatullâha sebep olacaktır.

İnsanın ömrü uzun olsa da ebedî değildir. Âkıbet bitecektir. Dâim baki olan yalnız Allâh Azîmü’ş-şan’dır. İ’la-yı kelimatullâh ile cennete kavuşmak isteyenlere, işte şu meydan-ı şan ü celâdet duruyor.

Gaziler! Benimle beraber Allâh sadâları ile hücum ve savlet eyleyiniz!”

Bu hitabın ardından “Allâh, Allâh,…” sadâları ile düşman saflarına büyük bir hücum başlar. Yaklaşık sekiz saat süren savaş sonunda düşmanın tamamına yakını imha edilmiştir.

Zaferin kesinleştiğini gören Murâd Han, bunun şükranesi olarak harb meydanında dolaşmaya başlar. Sultan Murad her şehidin önüne geldiği vakit büyük bir üzüntü ile "İnna lillâhi ve inna ileyhi râciün" diyor ve şehidin derhal kaldırılarak defnedilmesini emrediyordu. Yaralı bir Türk'ün yanına geldiği zaman, onu okşuyor, yarasını ve bir arzusu olup olmadığını soruyordu. Böylece dolaşırken biraz uzakta ölüler arasında bir kımıldama oldu. Sultan Murad o tarafa döndü. Ölüler arasından, dev gibi uzun boylu bir Sırplının kalktığı görüldü. Miloş ismindeki bu Sırplı (Kral Lazar'ın damadı) yerden kalkarak Padişaha doğru gelmeye başladı. Padişahın muhafızları ise, Sırplıyı derhal yakaladılar. Fakat Sırplı, padişahı mutlaka görmek istiyordu ve:

"Beni bırakınız, korkmanıza lüzum yok. Ben Padişahın elini öpmeye ve hem de Müslüman olmaya geldim. Ayrıca size bir de müjdem var. Kral Lazar yakalandı, bakınız getiriyorlar" dedi. Padişah onun sözlerini işitmişti. İşaret ederek bırakmalarını söyledi. Muhafızlar da Kralın tutulduğu tarafa bakarlarken, yaralı taklidi yapan hain Sırplı, Padişaha yaklaştı, elini öpecekmiş gibi eğildi, bir anda ve yıldırım sürati ile koltuğunun altında sakladığı hançerini çekerek, Gazi Hünkâr'ın mübarek göğüs ve karnına sapladı. Muhafızlar neye uğradıklarını anlayamadılar. Katil kaçmaya çalıştı fakat muhafızlar kâfiri yakalayarak parça parça ettiler. Hünkâr'ın son sözleri şunlardı:

"İslâm’ın muzafferiyeti, benim şehit olmama bağlı ise, şehadet şerbetini nasip buyurmasını Cenâb-ı Hak'tan dua ve niyaz etmiştim. Duam kabul buyuruldu. Hazret-i Allah'a hamd ve sena olsun ki, İslâm askerinin zaferini gördükten sonra hayatım sona ermektedir. Oğlum Bayazid'e biat ediniz. Sakın esirleri incitmeyiniz. Mal ve canlarına tecavüz etmeyiniz. Ben artık sizleri ve muzaffer ordumuzu Cenâb-ı Hakk'a emanet ediyorum. Mevlâ devletimizi bütün fenalıklardan korusun!" diyerek ebediyyete intikal etti.

Sultan Murâd'ın hançerle parçalanan iç organları, şehit olduğu yere bir türbe yapılarak gömüldü. Cesedi ise Bursa'ya nakledilerek Çekirge'deki türbesine defnedildi.

Sultan Murâd, Anadolu ve Rumeli’de otuz yediden ziyade harbi idare ederek zafer üstüne zafer kazanmıştır. Düşmandan kaçtığı ve arkasını döndüğü hiç görülmemiştir.

Sultan Murâd Hüdâvendigâr, yetiştirilme tarzından dolayı derviş meşrebli bir padişah idi. Her işin sonunu, elinden gelen her türlü gayreti sarfettikten sonra Allâh Teâlâ’ya havale ederdi. Duâ ve niyazdan hiçbir zaman fariğ kalmazdı. Nitekim Plevne’yi onbeş gün muhasara ettiği halde bir türlü fethin gerçekleşmemesi üzerine oraya bir miktar asker bırakarak geri dönmüştü. Buna çok üzülen Sultan Murâd:

“Hâlık Teâlâ Hazretleri , bu yıkılası kaleyi kahreyleyip viran eyleye!..” diye ilticâda bulundu.

Bu esnada bir haberci gelerek kalenin bir tarafının, hiçbir sebep yokken yıkılarak yerle bir olduğunu bildirdi. Sultan hemen şükür secdesine kapandı. İslâm Askeri yıkılan yerden girerek fethi gerçekleştirdi.

Kosova şehîdi, Velî Padişah Murâd Han’ın iman, vecd ve ittikâsını gösteren şu hâli bizler için tüylerimizi ürperten ne muazzam bir ibret levhasıdır:

Murâd Han, saray imamına gözyaşları içinde şöyle söylemişti:

“Namazlarda tekbir aldığım zaman, üç tekbir getirmeden Kâbe’yi göremiyor ve huzur içinde namaz kılamıyorum…”

Allah-ü Teâlâ Hazretleri Bu ecdadımıza layık evlad olmayı ve şefaatlerine nail olmayı nasîb eylesin! Âmin!



Nerde görsem çıkıyor karşıma bir kanlı ova…

Sen misin, yoksa hayalin mi? Vefasız Kosova!

Hani binlerce mefahirdi senin her adımın?

Hani sînende yarıp geçtiği yol “Yıldırım”ın?

Hani asker? Hani kalbinde yatan Şah-ı Şehid?

Âh O kurban-ı zafer nerde bugün? Nerde o iyd?

Söyle Meşhed, öpeyim secde edip toprağını;

Yok mudur sende Murâd’ın iki üç damla kanı?...

… Mehmed Akif Ersoy

Konular