Sünnet müessesesinin dinimizdeki

Muhterem Müminler!
Bu haftaki hutbemiz, sünnet müessesesinin dinimizdeki yeri ve sünnete tabi olmanın ehemmiyeti hakkında olacaktır.
Dinî hükümlerin kendisinden çıkartıldığı deliller vardır. Bunlar: Kitap, sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukara olmak üzere dört kısma ayrılır.
Sünnet; Peygamber Efendimizin söylediği sözler, işlediği fiiller, başkası yapıp da takrir buyurup, hoş gördüğü şeylere denir. Hadis lafzı ise sünnet manasına geldiği gibi, daha çok sünnet-i kavliyede kullanılır.
Vahiy, Zahir ve Batın olmak üzere iki kısma ayrılır. Vahy-i zahir: Kur’an-ı Kerim, Hadis-i kudsî ve Hadis-i şeriflerdir. Vahy-ı Batın ise; Peygamber Efendimizin gayret ve içtihadıyla nail olduğu şeylere denir.
Cenab-ı Hak, çıktıkları yolculukta yollarını şaşırmayıp, sırat-ı müstakimden ayrılmasınlar diye, kullarına kitaplar gönderdiği gibi, gönderdiği kitaplardaki hükümleri tatbik edecek, onu hayatına aksettirip, insanlığa rehber olacak, Peygamberler de göndermiştir. “Hamdolsun o Allah’a ki hidayetiyle bizi buna muvaffak kıldı. O bize hidayet etmeseydi bizim kendiliğimizden hidayetin yolunu bulmamıza imkân yoktu. Hakikat Rabbimizin Peygamberleri emr-i hak ile geldiler.” Ayet-i celilesi bunun şahididir.
Mevlamız şöyle buyuruyor: “Bir de, Peygamber size her ne emir verirse tutun, nehiy ettiğinden de sakının.”
Bazı inkârcılar tarafından sünnet müessesesini baltalamaya müteveccih çeşitli iddialar ortaya atılıp, şöyle söylenmektedir: “Peygamber de bir insandı, o da hata yapabilir. Kur’an da var mı, sen ondan haber ver.”
Evet doğru peygamberler de bir insandır, onlardan da zelle sadır olabilir. Ancak hiçbir peygamber hata üzere devam etmez. Anında Cenab-ı Hakk tarafından ikaz olunurlar.
Yıllar önce aynı sual İmran bin Husayn’a sorulmuştu onun cevabı ise şöyleydi: Sen son derece ahmak birisin. Kuranı kerimde, Beş vakit namazın nasıl kılınacağını, zekatın nasıl verileceğini görebiliyormusun? Kitabullah bunları farz kılmış,sünneti rasülillah ise tefsir etmiştir.
Abdullah bin Amrdan rivayet ediliyor: “Ben Peygamber Efendimizden duyduğum her şeyi yazıyor ve onları muhafaza ediyordum. Kureyş beni bundan men etti ve: “Sen, Peygamberden duyduğun her şeyi yazıyor musun? Rasülüllah da bir beşerdir. Öfkeli halde de rıza halinde de konuşur.” dediler. Ben de yazmaya son verdim ve bu hali Allah rasülüne arzettim. Rasüllüllah (beni dinledikten sonra) parmağıyla ağzına işaret ederek: “Yaz! Nefsim, kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu (iki dudak) arasından ancak hak çıkar” buyurdular.





İkinci olarak; Dinimizdeki bütün hükümleri Kur’an-ı Kerimde bulma gayreti içine girip, K.Kerim kendisine indirilmiş olan zatın tatbikatına nazar etmekten kaçınmak, bir binayı tek direk üzere oturtmaya benzer. Halbuki Kur’an-ı Kerim ile hadislere baktığımızda, her ikisini de aynı yerde buluyoruz. Her ikisi de vahiy. Aralarındaki fark; Cebrail A.S.’ın tilavetiyle olana kur’an-ı kerim, Cebrail as.’ın tilaveti olmaksızın, işaretiyle Peygamber Efendimize zahir olana hadis-i kudsî, cebrail a.s’ın vasıtası olmadan, Hz. Allah’ın ilhamıyla Peygamber Efendimize zahir olana da hadis-i şerif denir.
İkinci bir iddia ise şöyle: “Bu sözlerin Peygamber Efendimize ait olduğunu nereden bilelim. ”
Bu suale doğru cevap verebilmek, usul-u hadis ilmini iyi bilmeye bağlıdır. Hadis-i Şeriflerin Peygamber Efendimize ait olduğuna dair çalışma, yıllar önce, hadis alimleri tarafından, görülmedik bir hassasiyetle, nice ömürler feda edilerek yapılmış, Peygamber Efendimize ait olan ile olmayanın arası tefrik edilerek, hadis-i şerifler kaleme alınmıştır. Şayet, bu hususta hadis alimlerinin yaptığı çalışmalardaki hassasiyeti tamamıyla anlatmak mümkün olsa idi, kuru inkarcı ve inatçılar hariç, böyle bir iddiaya yeltenen olamazdı. Yolda giderken bir şeyler yemek gibi, hasis işler ile meşgul olan kimsenin, adaletinde noksanlık olduğunu söyleyip, rivayet ettiği hadisleri zayıf olarak kabul eden; ömründe bir defa dahi olsun, yalan konuştuğu tesbit edilen kimsenin, ettiği tevbelere dahi itibar edilmeden, rivayet ettiği hadislerin tamamını uydurulmuş kabul eden bir hassasiyet hiçbir itiraza mahal bırakmazdı.
Muhterem Müminler!
Sahibi din olan Peygamber Efendimizin sünnetine tabi olmadan kurtuluşu ümit etmek muhaldir.
Ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: “Şanım hakkı için muhakkak ki size Rasülüllahda pek güzel bir numune vardır: Allah’a ve son güne ümid besler olup da Allah’ı çok zikreyleyen kimseler için.”
Peygamber Efendimiz: “Size iki şey bıraktım. Onlara uyduğunuz müddetçe dalalete ve tefrikaya düşmezsiniz ta ki Havzuma ulaşıncaya kadar. Onlar: Kitabullah ve benim sünnetimdir.” Buyurmaktadır. 6
Dinin tahrip, edilmeye; sünnetin bidatlarla karıştırılmaya çalışıldığı bir dönemde hizmet veren İmam-ı Rabbanî hazretleri, yazdığı mektupların hemen hemen hepsinde, sünnete tabi olmanın lüzum ve ehemmiyetinden bahsederek şöyle buyurmaktadır:
“Bu hoşnut olunan mütabaattan bir zerre, bütün dünya lezzetleri ve ahiret nimetlerinden daha faziletlidir. Hem de nice nice mertebeler.
Fazilet, Peygamber Efendimizin sünnetine tabi olmaya; meziyet, onun dininin icaplarını yerine getirmeye bağlıdır. Bu mütabaat üzere vaki olan gündüz ortasında uyumak dahi, böyle bir mütabaat üzere yapılmayan binlerce geceyi ihya etmekten daha faziletlidir.”

Konular