Dünyayla bütünleşmek. Ama Nasıl?

Efendimiz (s.a.v) döneminden beri Müslümanlar, gerek fetihle hakimiyet kurdukları ülkelerde, gerekse şu veya bu sebeple gayrimüslimlerle bir arada yaşamak durumunda bulundukları ortamlarda hep bir hassasiyeti yaşatmışlar: [color=red][b]Benzememek ve benzetmemek.[/b][/color]

Kaynağını Sünnet-i Seniyye'den alan ve literatüre [b]"eş-Şurûtu'l-Ömeriyye" [/b]diye geçen uygulamalarında Hz. Ömer (r.a), Müslümanların fethettiği halklarının riayet etmesi gereken hususlar meyanında bir şeyin altını çiziyordu: Müslümanlara benzemeyeceksiniz. Giyim-kuşamda, konuşmada, isim/künye edinmede, hayatı yaşama tarzında... Müslümanlarla bir arada yaşadıkları gayrimüslimler arasında kesin ve keskin çizgiler bulunuyordu. Tarih boyunca bu hep böyle oldu. Bu uygulamanın semeresi nedir diye baktığımızda iki husus dikkat çekiyor:

1. Bu sayede Efendimiz (s.a.v)'in şiddetle sakındırdığı "teşebbüh/benzeme" tehlikesinin önüne geçilmiş oluyordu. "Kim kendisini bir kavme benzetirse, onlardandır"1 buyuran Efendimiz (s.a.v), kıyafetten başlayan gayrimüslimlere benzeme/özenti sürecinin, kalplerin birbirine benzemesiyle sonuçlanacağına dikkatimizi çekmektedir. Kimi taklit ediyorsanız, onu beğeniyorsunuz demektir. Kimi beğeniyorsanız, kendinizi her bakımdan ona benzetmeye çalışmanız tabiidir ve bu "benzemeye çalışma" süreci kaçınılmaz olarak sonunda "onun gibi olma"ya dönüşecektir.

2. Bu uygulama, sadece Müslümanların şu veya bu biçimde gayrimüslimleşmesinin önüne geçmekle kalmamış, aynı zamanda gayrimüslimlerin kimlik ve benliğini muhafaza edebilmesinin de biricik sebebini oluşturmuştur.

Örnek olarak iki farklı coğrafyadaki iki farklı sonuca dikkat çekmek fazlasıyla yeterli olacaktır: Endülüs ve Ortadoğu. Bu coğrafyalardan ilkindeki Müslüman hakimiyeti sona erdiğinde İslam'dan ve Müslümanlıktan neredeyse eser kalmadı, "Tarihî eser" olarak ve "işte Müslümanların sonu" diyebilmek için muhafaza edilen el-Hamra Camii gibi birkaç eser bu sonucu değiştirmez. Haçlıların eline geçtiğinde, insanlar din değiştirmekle ölüm arasında tercih yapmaya icbar edildiği ve bir kısmı sureta din değiştirmeyi, bir kısmı da ölümü seçtiği için orada "Lâ ilâhe illallâh" diyen kimse kalmamıştır. Sureta din değiştirenler bunun felaket olduğunu, ikinci nesil yetiştiğinde görmüşlerdi. Zira onların çocukları içinde Müslüman kalan olmamıştı.

Avrupa'daki Müslümanlara yönelik olarak başından beri "insan hakları" şampiyonu Avrupa devletleri tarafından uygulamada tutulan "asimilasyon" politikaları ve "bize benzeyin" baskısı Avrupa'da dünyaya gelen kuşağın büyük ölçüde kendi dil, kültür ve aidiyetlerinden kopuk olarak yetişmesini intaç etti. O neslin ve onların çocuklarının dedeleri, hatta babaları kadar Müslüman olamayacağını söylemek için gaybı bilmek gerekmiyor...

Modern dönem dediğimiz zaman diliminde İslam Dünyasında tepeden inmeci politikalarla yürürlükte tutulan Batılılaşma ideolojisi hakkında da aynı tesbiti yapmak durumundayız. Her türlü metoda başvurulmak suretiyle değerlerine ve aidiyetlerine yabancılaştırılarak Batılı gibi olmaya zorlanan İslam coğrafyası halkları da -Batı'daki gibi hızlı ve etkili olmasa da- yavaş yavaş dönüşüyor, aslından uzaklaşıyor. Buna mukabil İslam'ın hakim olduğu yüzyıllar boyunca bu coğrafyada yaşayan Yahudi, Hıristiyan, Sabii... topluluklar, "asimilasyon" ve "benzetme" anlamına gelen hiçbir politikayla yüz yüze gelmemiştir. Aradan geçen bin dört yüz yıla rağmen bu toplulukların hiçbir kimlik problemi yaşamadan varlığını sürdürebilmiş olması bu söylediğimin en açık delilidir.

[b]Bunları niçin anlattım?[/b]

Modern zamanlarda Ümmet'in yaşadığı en önemli problemin, inançla hayatı, itikatla ameli bütünleştirememe meselesi olduğunu söylemek abartı olmaz. Bunun en temel sebeplerinden birisi, olayları, fikirleri ve durumları kendi kavramsal dünyamız temelinde algılama/açıklama hassasiyetini yitirmiş olmamızdır.

"Dünyayla bütünleşme", bizim dünya algımızı kökünden dönüştüren kalıp ifadelerden biri olarak davranışlarımıza, düşünce ve algılarımıza yön veriyor. Daha çok siyasî ortamlarda ifade edilse de, bu tabirin sokaktaki insanın hayatında bir "dip akıntı" olarak "dönüştürücü" işlev gördüğü çok açık.

Açıktır ki, buradaki "dünya", Müslümanları anlatmıyor. Bu tabir aslında "Batılılarla bütünleşmek" olarak işlev görüyor. Zira "İslam dünyası" da bu "dünya" içinde yer aldığı halde "dünyayla bütünleşmek" dendiğinde kimse bunu "İslam dünyasıyla bütünleşmek", ya da "İslam dünyasını da içine alan bir bütünleşme" olarak anlamıyor!

1 Ebû Dâvud, "Libâs", 5; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 50, 92; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, X, 286-7...

Ebubekir Sifil-27/04/2009 M.gazete

Konular