Yalnız İçilen Çay Dokunaklıdır

[i][size=18px][color=brown]Evlerde, aile içinde, yahut misafirlikte eşle dostla içtiğimiz çaydan farklı yanları vardır kahvede içilen çayın. Kimi buruk ve acıdır, akşamdan kalma olduğunu mideye bir yumruk gibi inerek haber verir. Kimi karbonatlı, kimi deterjan kokulu, kimi klor tadında.

Yine de muhayyilemizde sıcak buğusuyla hâleli bir ışıltı olarak yer eden çay, genellikle sakin ve küçük kahvehanelerde içtiğimiz çaydır. Özellikle yalnız isek, kederli isek, hüzün ve ümit bizimle ise.

Çay içtiğimiz anlar, kendimizle karşı karşıya geldiğimiz anlardır. Binbir telâşeden, kırgınlık ve yorgunluktan kaçıp kendimize kapanmak istediğimizde hemen bir kahvehane ararız. Etrafta ve içimizde. İçimizin o anki ahengiyle uyumlu bir masa ararız önce. Oturuşumuz, samimiyet ve içtenliğimiz oranında ruhumuzu yansıtan bir ayna oluverir.

Masaya; önümüze gelen çayla birlikte, kendimizle, öbür yarımızla karşılaşmış gibi oluruz. Onu tatlandırmak isteriz, çünkü dünyayı acı bulmaktayızdır. Şekeri özenle seçmek gerekir, kaşığı gereğince ve yumuşak tutmak gibi.

Kıtlama içen ise daha aktiftir hayat ve çay karşısında. O, dışarıdan hazır bir karışım halinde değil, dişiyle damağıyla hissederek yaşamak ister: Acıyı ve mutluluğu.

Çayla söz arasında sıkı bir bağ vardır. Bazan çay söze, bazan söz çaya çerez olur.

Yalnız içilen çay dokunaklıdır. Pencereden masamıza vuran gün ışığıyla konuşma arzusunu kabartır içimizde. Işığın çaya, çayın masa örtüsüne düşen ışıltılı gölgesiyle oynaşmaya başlar içimizin oyuna doymamış çocuğu. İçimizde büyümüş de çocuk kalmış yanımız. Ruhumuzdan dış aleme yansıyan bu ışıltıdan kendi bilinmezliğimize dair izler bulma, işaretler okuma merakı. Yalnız içilen çay, bir gülümseyişi insanlardan kıskanmak değilse, gözyaşlarını içimize gömmektir.

Dostlarla ve söze sohbete çerez olarak içilirken bile çayın bizi yalnızlığa, kendi sessiz dairemize çeken bir yanı vardır. Bu biraz da çay bardağının tekil yapısından kaynaklanan bir mizaçtır. Çay bardağı, aynı yemeğin ortaklaşa yenmesine de izin verebilen bir tabağı anlayamıyordur.

Kendimizi önemsememizin de bir işaretidir çay. Yemeğin kötüsünden söz etmeyi edep dışı sayar, sofranın mütevazı olanını kolayca benimseriz. Oysa çay, daima iyi demli, sıcak ve taze olmalıdır. Çayın yoksulu olmaz. Hatta çay, biz yoksulların da günün belli saatlerinde kendimizi zengin hissetmemizi sağlayan bir ikrâmdır.

Gerçek yoksulluk çaydan yoksun olmaktır. Çayı bilmemektir hayatı tanımamak. Nasıl ki cehâlet kendimizi bilmemekse. Çayı bilmek, kişiye kendini bilmenin bir kapısını aralayabilir. Asıl önemi de burada aranmalıdır:

Yalnızken insan,
kendi biricikliğiyle karşılaşmışken,
çocuksu bir çekilişle köşeden, ışığa ve gölgeye ve buğuya yönelmişken,
ve bardağın tekil duruşuyla örtüşünce yalnızlığımız,
birden,
evet, birden bir kapı aralanabilir insana.
Kendinden, kendine dair, kendisi için.

Bir bardak çay, bizi bazan bir hazineyle buluşturur. Kar altında kış gecesi karanlık bir kahvede. Bile.[/color][/size]Şaban Abak[/i]

Konular