Namaz Kılmanın Mahiyeti, Bazı Faziletleri, Sırları

Namaz Kılmanın Mahiyeti, Bazı Faziletleri, Sırları
Yıkılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dönemindeki Müslümanların durumunu değerlendiren bir kitapta eski mevcut rejimin namaz kılmayı çalışma ve iş hayatına yönelik bir tehlike ve tehdit olarak gördüğü yazılmaktaydı. Yani yıkılan bu rejim, çalışma ve iş hayatına o kadar değer vermekteydi ki, ona engel olabilecek her şeye karşı çok duyarlı idi. Namazı da böyle görüyordu. Onun için namazı ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştı. Camileri kapatmış, açıkça din aleyhinde bulunmuştu.

Bu devlet yıkılınca oralara gitmek ve oralarda senelerce kalmak nasip oldu. Orada yaşayan bazı insanlarla uzun uzun sohbetlerim neticesinde şunu anladım ki, buralardaki insanların bir kısmı çalışma ve iş hayatlarında yaptıkları hilelerle, tembelliklerle devletlerini kendi elleri ile kendileri yıkmışlardı. Rejim kendi sakat anlayışı ile kendisini ve insanlarını hasta edip işe yaramaz hale getirmişti.

Oraların insanları beyinlerine kazınan materyalist felsefe ile hayatı sadece maddi zaviyeden değerlendirmişlerdi, işlerinde ellerinden geldiğince kaytarmışlardı. Ellerine geçen para ile de soluğu eğlence yerlerinde almışlardı, özellikle Moskova’ya giderek içki içip âlemlerde bulunmayı kar ve bir marifet bilmişlerdi. Büyük çoğunluğunun geçmişe dönük olarak kayda değer hatıraları bunlardan ibaretti. Hayatın amacını süfli zevkleri tatminde gördükleri için devlet ve millet uğruna çalışmadan kaçınmışlardı. Bunun neticesi olarak büyük devletleri yıkılmış, aynı coğrafyada bağımsız, fakir pek çok küçük devlet ortaya çıkmıştı.

Namaz görünüşte biraz vakit alır. Belki iş ve çalışma vakitlerinden biraz alabilir. Ama nefse ve ruha verdiği dinamizm, huzur ile büyük bir verimliğe yol açar. Bunu fazlasıyla telafi etmenin ötesinde büyük bir berekete de vesile olur.

Tabii temeli materyalist felsefe olan bir rejimin namaza iyi ve olumlu bir gözle bakması mümkün değildi. O namazı elbette bir iş kaytarması olarak değerlendirecekti.

Yüce Allah (c.c.) namazları vakitlerle mukayyet kılmıştır. İş ve çalışma hayatı açısından baktığımızda sabah, akşam ve yatsı namazları açısından genellikle bir problemin olmadığı görülür. Çünkü bu vakitler genellikle evde geçer, öğle vakti ise molaya rastladığı için namaza fırsat verir. Kış günlerinde ikindi vaktinde de ufak bir mola ile yani beş dakikalık bir süre ile farz namaz rahatlıkla eda edilebilir. Dolayısıyla namazın iş ve çalışma hayatını sekteye uğrattığı görüşünün dayanacağı sağlam ve ciddi bir temeli yoktur.

Materyalist felsefe insanları makineler gibi değerlendirmişti. Enerjisini alan makinenin çalışması gerekir, diye düşünmüştü. İnsanın ise enerjisini sadece yemede ve içmede görmekteydi. İnsanla hayvan arasında bir fark görmemekteydi. Ruhu inkâr ettiği gibi ruh için gerekli olan gıdaları da tanımıyordu. Oysa beden nasıl yeme içme ile ayakta duruyorsa ruh da nur ve feyizle gıdalanır. Ruh bu nimetlere tam anlamıyla ancak namazla kavuşabilir. Namaz ruha vücut için pek çok temel besin maddelerini içeren ekmek ile yaşamın kaynağı olan su gibidir. Onsuz ruhun hayat bulması, varlık göstermesi, yaşaması mümkün değildir.

Bilim adamları namazın bir psikoterapi olduğunu, onsuz insan psikolojisinin hasta olacağını ne zaman duyuracaklar? Bu bilgi ders kitaplarına ne zaman geçecek? Artık bunun zamanının geldiğini ve geçtiğini düşünmekteyim.

Namaz Allah’la kul arasında bir ibadet olarak görülmektedir. Onun sadece ahrette faydalarından bahsedilmekte, kişiyi kabir ve cehennem azabından kurtaracağı, cennete koyacağı üzerinde durulmaktadır. Dünyevi faydaları ise pek ciddi olarak ele alınmamaktadır. Özellikle insanın ruh sağlığı ve sosyal hayatı açısından faydaları göz ardı edilmektedir.

Namazın mahiyeti nedir, sorusu üzerinde düşününce şu gerçeğe kani oldum: Namaz, kılındığı süreçte ruh ve nefsin savaşıdır. Ruhla nefis arasında bir aksiyon ve mücadeledir. İnsanın iç dünyasında meydana gelen bir harekettir. Bu hareket iki ayrı odağın birbirine göz açtırmaksızın bir üstünlük kurma amacıdır.

İç dünyasında nefisle ruhun savaşı olmayan bir insan, hayvansal bir varoluşu kabul etmiş demektir. Böyle birisinin nefsi ruhuna hâkim olmuş durumdadır. Ruhu ise buna ses çıkarmamaktadır.

Kuran-ı Kerim’in hükümleri, emir ve yasakları nefse hoş gelmez. Ruh Allah’tan gelen her şeye rıza gösterir ama nefs-i emmarenin elinde esir olan bir ruhun bu konuda görüş belirtmesi, kişiyi hak yola ulaştırması mümkün değildir.

Nefsiyle savaşmayan bir ruhun iyilik yapması, insanlara yararlı olması için bir nedeni kalmaz. Nefis o zaman sadece dünyevi bir karşılık beklediği, çıkar sağladığı şeylerle ilgilenir. Böyle birisinin gerçek anlamıyla iyi birisi olması imkânsızdır. Bilakis ondan her türlü kötülük de beklenebilir. İnsanlar günahları nefislerine uyarak işlerler.

İslam’ın hak bir din, namazın yüce Allah (c.c.) tarafından farz olmasının en büyük delillerinden birisi, ruha nefisle savaşmasını emretmesi, ruhun galibiyeti için ruha yüce Allah (c.c.) tarafından nur ve feyizle yardımda bulunulmasıdır.

Nefis en büyük düşmanımızdır. Şeytanın yardımcısıdır. Biz dünyaya nefsimizle bağlıyızdır. Kim nefsine uyarsa dünyaya fazlasıyla bağlanır, haramlara düşer, ebedi hayatında da kaybedenlerden olur. Onu alt etmek, boyunduruk altına almak her insan üzerine farzdır. Ruh ise yüce Allah’tan bize verilmiş bir emanettir. O dünya hayatında nefsin elinde esir durumdadır. Ruh, namaz sırasında yüce Allah’ın huzurunda nur ve feyizle biraz kendisine gelir ve nefsin elinden kurtulmak için çaba gösterir. Bu sırada namaz onun için bir kurtuluş ve huzur kaynağı olur. Namazda hissedilen kutsi ve yüce duygular, haller hep ruhun yüce Allah (c.c.) karşısında yaşadığı şeylerdendir.

Ruh namazda genellikle kendisini gösteremez. Çünkü nefs-i emmarenin (kötülüğü emreden nefis) elinde esir durumdadır. İnsanların huzurla ve güzel duygularla kıldıkları namazları çok azdır. Seyrektir. Namaz sırasında üstün halleri yaşamak amaçlansa da bu pek ele geçmez. Enderdir. İnsanların büyük çoğunluğu namazda büyük bir sıkıntı yaşarlar. Namaz onlar için adeta bir buhrandır. Sabredilmesi gereken bir ibadettir. İşte bu algılanan olumsuz durumlar nefisten gelir. Nefis namazdan hiç hoşlanmaz. Namaz sırasında hissedilen iç darlığı, kabz hali bu yüzdendir.

Peki bu halle, yani nefsinin verdiği sıkıntı ile kılınan bir namaz Allah indinde kabul görür mü? Ben şahsen bu halle kılınan bir namazı ruhun huzur ve hoş duygularla kıldığı namazdan daha üstün görmekteyim. Hadis-i şeriflerde ifade edildiği üzere nasıl sabreden bir fakir şükreden bir zenginden daha üstün ve faziletli ise namazda da nefsin sıkıntılarına katlanan birisi de böyledir. İnsanın nefsinden gelen bu sıkıntıları, kabz halini iradesi ile birden ortadan kaldırması mümkün değildir. Böyle durumlarda sabreden ve bu haline rağmen namaz görevini tadil-i erkâna riayet ederek yerine getiren kimse imtihanı kazanmıştır diye düşünmekteyim. O bu hali ile nefsiyle savaşmış ve onu yenmiştir. Bir farzı nefsine rağmen yerine getirmiştir. Bu büyük bir zaferdir. Bu galibiyeti her namazda devam ettiği sürece nefsi bir gün ruhuna teslim olacak ve kötü sıfatlarını da yavaş yavaş terk edecektir. Üst hallere ve makamlara geçecektir. Bu sayede bast hali ile olan yani ruhun huzur ve hoş duygularla kıldığı namazları daha bir artacaktır. Yüce Allah’ın Kuran-ı Kerim’de belirttiği üzere ‘Her zorluktan sonra kolaylık vardır. Evet, her zorluktan sonra kolaylık vardır (İnşirah suresi, 6-7)’ sünnetullahı bu durum için de geçerli olacak, önceleri nefsin engellemeleri ve verdiği sıkıntıları ile kılınan namazlar, daha sonraları ruhun nur ve feyizle gıdalanmaları sonucunda gelişmesiyle yüce ve güzel duyguların ve hallerin yaşandığı anlara dönüşecektir.

Çocuklar ve gençlerin namaza başlamasında ve devam etmesinde onlara sünnetleri dayatmamakta fayda vardır. Onların farzları eda etmeleri büyük bir iştir. Çünkü ruhları henüz olgunlaşmadığı ve nefislerinin elinde esir durumda olduğu için namazdan zevk alamazlar. Namaz kılarken nefislerinden gelen büyük bir sıkıntı ve buhran yaşarlar. Bu halleri ile farzları eda etmeleri bile büyük bir nimettir. İnşallah bir zaman sonra ruhları namazın verdiği nur ve feyizle biraz olgunlaşınca sünnetleri kılmamanın büyük bir zevkten ve nimetten mahrum olduğunun bilincine ereceklerdir. Bu sayede eksikliklerini tamamlayacak, farzlarla sünnetlerini de süsleyeceklerdir.

Konular