Kuranda irade,şey ve fıtrat
Şey (شَيْء), kader ve irade; birbirleriyle ilişkisi olan kelimelerdir. Şey varlık; kader varlıktaki ölçü, irade de bir şeyi var etme isteği veya kararıdır. Fıtrat ise varlıkların yapısını oluşturan, geliştiren ve değiştiren kanunlar bütünüdür.
Şey (شَيْء) hem mastar hem isimdir. Mastar, kelimenin türetildiği kaynaktır. “Şey”den mimli mastar olarak (مشيئة) meşîet türetilmiştir. Bu kelime Kur’ân’da yoktur. Bazı zayıf hadislerde ve bir kısım edebi eserlerde az da olsa rastlanabilir. Arapların pek bilmediği meşîete, sonraları bir delile dayanmadan irade anlamı verilmiş, bu anlam Kur’ân’da çokça yer alan şâe (شاء) fiiline taşınmış ve daha sonra da şöyle bir kural oluşturulmuştur:
لا فرق بين المشيئة و الإرادة عند أهل السنة
“Ehl-i Sünnet’e göre meşîet ile irade arasında fark yoktur[1].”
Hâlbuki şâe (شاء) de tıpkı meşîet (مشيئة) gibi şey (شَيْء)’den türemiştir. Dolayısıyla ona, şey (شَيْء)’in anlamından farklı anlam yüklenemez. Ama olan olmuş ve şâe (شاء)’nin anlamı değiştirilmiştir. Bu da Müslümanların şeyi (çoğulu eşya) doğru anlamalarını engellemiş, İslâmî ilimleri hayattan yani fıtrattan koparmış ve kaderciliği bir inanç esası haline getirmiştir. Bu sebeple konu, son derece önemlidir.
A.İRÂDE
İrâde, ravd (رود) kökünden, bir noktadan bir hedefe gidip gelme anlamındadır. Bu, konaklamak ve otlak yeri aramak için gidip gelen kişinin yani râid’in, yaptığı iştir. Râid gider, dolaşır ve en iyi yeri tercih eder. بَعَثْنا رائداً يرود لنا الكَلأَ والمنزِلَ = Râid gönderdik, bize otlak ve konaklama yeri arayacak; denir[2].
İrâde (إرادة), ravd (رود)’in if’âl babına nakli ile oluşmuş, lazım iken müteaddiye dönüşmüş, ravd (رود)’ın faili, iradenin mefulü olmuştur. Yani irâde, râidi göndermektir.
İnsanın içinde, râid gibi gidip gelen, istek ve kararlarını oluşturan bir yetenek vardır. İrâde, o yeteneği harekete geçirmektir; istek ile başlar, bir karar veya kararsızlıkla biter. Bu sebeple irade ikiye ayrılır; birincisi istek, ikincisi kararlılıktır.
Şu âyet, hem Allah’ın, hem insanların istek anlamındaki iradesini gösterir.
وَاللّهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُواْ مَيْلاً عَظِيمًا
Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; arzularının peşine takılanlar da büyük bir sapıklığa düşmenizi isterler. (Nisa 4/27)
Allah’ın istek anlamındaki iradesi yerine gelmeyebilir. Ama karar anlamındaki iradesi kesin olarak yerine gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ {107}
Senin rabbin irade ettiği şeyi yapar. (Hûd 11/107)
Bu ayetteki iradenin Allah’ın kararı anlamında olduğunu şu ayet de gösterir:
وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ
Allah bir işe karar verdi mi, ona sadece “ol!” der, o da oluşur. (Bakara 2/117)
İnsanın kararlılığı anlamını taşıyan iradeye şu ayet örnektir.
وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلاَدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ أَرَادَ أَن يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ
Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi tamamlama kararında olanlar içindir. (Bakara 2/233)
İnsan, verdiği kararı ancak Allah’ın desteği ile uygular. Mesela çocuğu emzirmek için Allah’ın vereceği imkânlara sahip olmak gerekir. Bu sebeple Allah Teâlâ şöyle buyurur:
فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
Bir şeye karar verdin mi Allah’a dayan. Allah kendine dayananları sever. (Al-i İmran 3/159)
İrade ayrı, irade edilen şey ayrıdır.
B. ŞEY (شيئ)
Kur’ân’da şey (شيئ); kendi veya kaderi oluşturulmuş varlık anlamına gelir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئاً أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
“Bir şeyi irade ettiğinde yaptığı, sadece ona “ol” demektir; sonra o şey oluşur.” (Yasin 36/82)
Ayetteki شَيْئاً (= şey’en) mastar, ondaki tenvîn ise muzafun ileyhten ıvazdır. Yani شيْئَ شَيئٍْ iken muzafun ileyh olan şey شيئ kaldırılmış yerine tenvîn konmuştur. Kaldırılan شيئ isimdir ve mastar olan شيئ’in mef’ûlüdür. Ayetteki كُنْ tam fiildir[3] ve faili, şey (شيئ)dir. Şey (شيئ)’in kendisi henüz oluşmamış olsa da ölçüsü yani kaderi oluştuğu için emre muhatap kılınmıştır.
Her şey (شيئ) bir kadere yani bir ölçüye göre oluşur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا
“Allah her şey için bir kadr (ölçü) koymuştur.” (Talak 65/3)
Ayetteki كُنْ emrinin cevabı olan فَيَكُونُ (fetekûnu) da tam fiildir. Bu sebeple âyetin (إِذَا أَرَادَ شَيْئاً) bölümüne; إحداث شيء و تكوينه إِذَا أَرَادَ = bir şeyi var etmek ve oluşturmak istediği zaman[4]’. anlamı verilmiştir. Çünkü tam fiil olan كُنْ = kün’ün anlamı, kevvin كوِّنْ = oluşmaya başla!” veya “uhdus أحدث = varlık sahnesine çık” şeklindedir. Buradan hareketle mastar olan شيئ’in, ihdas (إحداث) ve tekvîn (تكوين) anlamında olduğu ortaya çıkar. İhdas, yokken var etmek, tekvîn ise oluşturmaktır. Bize göre tekvîn kelimesi daha uygundur
Henüz kaderi dahi oluşmamış olana şey denmez. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
أَوَلَا يَذْكُرُ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْئًا
İnsan bilmez mi, daha önce hiçbir şey değilken onu biz yarattık. (Meryem 19/67)
هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنسَانِ حِينٌ مِّنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُن شَيْئًا مَّذْكُورًا
İnsan, mezkûr bir şey oluncaya kadar çok zaman geçmiştir. (İnsan 76/1)
Mezkûr; zikrolunmuş, zikre konu anlamındadır. Zikir, kullanıma hazır, doğru bilgidir[5]. “İnsan, mezkûr bir şey oluncaya kadar…” sözü; “o kişiyle ilgili bilgi üretilinceye kadar” demek olur. Bu bilgi onun ölçüsü yani kaderidir.
Şey (شَيْء) mastarından (شاء) fiili türetilmiştir. Aslı (شَيَأَ)dir. Yâ (ي)’dan önce fetha olduğu için yâ elife dönüşmüş ve (شاء) olmuştur. Mastar ile fiil arasında anlam farkı olmaz; tek fark fiilin bir zaman dilimi içinde olmasıdır. Bu sebeple (شَاء) “şeyi oluşturdu” demektir. Şey mastarının anlamı (تكوين) tekvîn olduğu için şâe (شاء)’nin anlamı da “(كوَّن) kevvene =oluşturdu” olur.
Ölçüleri yani kaderi belirlenmiş ama henüz yaratılmamış olana da şey (شَيْء) dendiğine göre (شاء) fiilinin fiilinin mef’ûlü oluşmamış şey ise anlamı “şeyin ölçüsünü oluşturdu = كوَّنَ قَدَرَ الشيئ” ; oluşmuş şey ise anlamı, “şeyi oluşturdu = كوَّنَ الشيئَ” olur. Bir de şâe (شاء) fiili daima müteaddîdir[6]. Oluşturulan şey cümlenin akışından anlaşıldığı için çoğu zaman söylenmez yani mef’ûlü hazfedilir.
Her şey, Allah’ın koyduğu kanunlara göre oluşur. Bu, dünya işleri gibi din işleri için de geçerlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
مَّن كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاء لِمَن نُّرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلاهَا مَذْمُومًا مَّدْحُورًا .وَمَنْ أَرَادَ الآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُم مَّشْكُورًا. كلاًّ نُّمِدُّ هَـؤُلاء وَهَـؤُلاء مِنْ عَطَاء رَبِّكَ وَمَا كَانَ عَطَاء رَبِّكَ مَحْظُورًا
“Kim hemen olanı isterse orada, onun için oluşturacağımız kadarını istediğimiz kişiye verir, sonra cehennemi onun yeri yaparız; yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya girer. Kim de ilerisini (Ahireti) ister ve onun için gereken çabayı inanarak gösterirse bunların çabaları teşekkürle karşılanır.” (İsrâ 17/18-19)
Bu ayetlere göre beşeri fiiller bir çabayla oluşur. Öyleyse faili insan olan şâe (شاء)’ye (كوَّن) anlamı verilebileceği gibi (سَعَى لَهَ سَعْيَهَ) “oluşum için gerekli çabayı gösterdi” anlamı da verilebilir.
Şu âyetler, (شاء)’nin bütün anlamlarını göstermesi bakımından önemildir:
إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ لِّلْعَالَمِينَ . لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَسْتَقِيمَ . وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
“O (Kur’ân) başka değil, âlemler için bir zikir, doğru bilgidir. İçinizden doğruluğu ölçü alanlar için. Siz bir şey oluşturamazsınız; varlıkların sahibi Allah’ın oluşturduğu ölçüye göre olursa başka.” (Tekvîr 81/25-29)
Şimdi âyetlere neden bu anlamın verildiğine bakalım:
لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَسْتَقِيمَ ayetinde شَاء’nin mef’ûlü يَسْتَقِيمَ أَن ifadesidir. شَاء’ye كوَّن anlamı verince âyetin tefsiri şöyle olur.
لِمَن شَاء أي كوَّن منكُمْ أَن يَسْتَقِيمَ أي قدر الإستقامة
İçinizden doğruluğu ölçü alanlar için.
وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Bu bir istisna cümlesidir. وَمَا تَشَاؤُونَ ile başlayan olumsuz anlam, إِلَّا ile olumluya çevrilmiş ve mef’uller hazfedilmiştir. Mef’ulleri yerlerine koyarsak âyet şöyle olur:
وَمَا تَشَاؤُونَ أي وَمَا تكوَّنون الشيء إِلَّا أن يَشَاء اللَّهُ أي الا بقدر قد كونه الله رَبُّ الْعَالَمِينَ له
Bu âyetin anlamını şöyle de ifade edebiliriz:
Siz varlıkların sahibi Allah’ın koyduğu ölçüye uymazsanız doğruluğu oluşturamazsınız.
Ayetlere göre şey (شَيْء), yedi safhada oluşur. Birincisi irâde, ikincisi kaderin tekvîni (تكوين قدر الشيئ), üçüncüsü ilham, dördüncüsü onay, beşincisi kayda geçme, altıncısı şeyin tekvîni (تكوين الشيئ) yedincisi o şeye güç verme yani takdîr safhasıdır.
1.İrâde
Buradaki irâde, bir şeyi oluşturmaya karar vermektir. Bu konu yukarıda geçmişti.
Kaderin Tekvîni ( تكوين قدر الشيئ)
Kader, ölçü demektir. Allah, yaratacağı şeyin önce kaderini oluşturur. İlgili âyetler şöyledir:
إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ
“Biz, her şeyi bir kadere (ölçüye) göre yaratmışızdır”. (el-Kamer 54/49)
وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ قَدَرًا مَّقْدُورًا
Allah ’ın işi, kaderi (ölçüsü) tam belirlenmiş şekildedir. (el-Ahzâb 33/38)
إن الله على كل شيء قدير
“Allah her şeye bir kader (ölçü) koyar” (Bakara 2/20)
Yani Allah her şeyi olması gereken ölçüye göre yaratır; eksiği de fazlası da olmaz[7].
İnsanın kaderi ile eşya ve hayvanların kaderi farklıdır. Allah Teâlâ yere ve göğe; “İsteyerek veya istemeyerek emrime gelin” dediği zaman ikisi de; “İsteyerek geldik” demişlerdi.[8] Ama istemeseler de onun emrinden çıkamazlardı. İnsanla ilgili olarak da şöyle buyurmuştur:
إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا
Biz ona yolu gösterdik, ister teşekkür etsin, ister nankör olsun. (İnsan 76/3)
Yani insan, istemezse Allah’ın emrine uymaz. Bu sebeple dinde zorlama olamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Dinde zorlama olamaz[9]. Doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır. Kim azgınları tanımaz[10], Allah 'a inanırsa, kopması imkânsız en sağlam kulpa yapışmış olur. Allah işitir, bilir. (Bakara 2/256)
Önceki âyette geçen (شَاكِرًا) ve (كَفُورًا) kelimeleri önemlidir. Şâkir, (شَاكِر) şükr (الشكر) kökündendir. Şükr, nimeti akla getirmek, onu vereni övmek ve karşılığını vermektir[11]. İnsan her şeyini Allah’a borçludur. Bir âyet şöyledir:
وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا
O size istediğiniz her şeyden vermiştir; Allah’ın nimetini saysanız bitiremezsiniz. (İbrahim 14/34)
Bu nimetler insanın Allah’a olan borcudur. Arapçada borca deyn (الدين) denir. Deyn insanı itaate zorlar. Allah’a olan borca karşılık, ona itaati öngören sisteme din (الدين) denir. Din ile deyn aynı köktendir. Allah’a olan borcun sürekli kabarmasına rağmen onu görmezlik eden ve emirlerine uymak istemeyen insan çoktur.
Görmezlik edene kefûr ( كَفُور) denir. Kefûr ( كَفُور) küfr (الكفر) kökünden ism-i faildir; kâfir da aynıdır. Nimete küfr, onu örtmek ve şükrünü yerine getirmemektir[12]. Bu nankörlüktür. En büyük nankörlük Allah’a karşı yapılır. Birçok insan, Allah ile ilişkilerini, olması gerektiği gibi değil de kendi istediği gibi kurar. Verdiği nimetin kıymetini bilmez ve onun düzenini bozacak işlere girişir. Bu, insana verilen hürriyetten dolayıdır. Bunun hesabı kıyamet gününde görülecektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا أَفَمَن يُلْقَى فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Âyetlerimiz karşısında yamukluk yapanlar bize gizli kalmazlar. Ateşe atılan mı hayırlıdır, yoksa Kıyamet günü güven içinde gelen mi? Tasarladığınız şeyi yapın, Allah ne yaptığınızı görür. (Fussilet 41/40)
Kur’ân’da (شاء) fiili ve türevlerinin faili ya Allah ya da insandır. Bir başka varlık bu fiile fail yapılmamıştır. Allah, her şeyin hem kaderini hem kendini mükemmel bir şekilde oluşturur. Ama insanın gücü sınırlıdır. Oluşturduğu şeyler, Allah’ın emirlerine ve fıtrata uyarsa güzel, uymazsa kötü olur. Her ikisini de yapacak hürriyete sahip olduğundan insan, medeniyet kurma, medeniyet yıkma, savaş, barış, çevreyi bozma veya ıslah gibi birbirine zıt işler yapabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَـكِنِ اخْتَلَفُواْ فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا اقْتَتَلُواْ وَلَـكِنَّ اللّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
Biz o elçilerden kimini kimine üstün kıldık. Kimiyle Allah konuştu, kimini derece derece yükseltti. Meryem oğlu İsa'ya da açık deliller verdik. Onu Kutsal Ruh ile destekledik. Allah zorlayıcı kader oluştursaydı, onlardan sonrakiler o açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşamazlardı. Ama ayrılığa düştüler; kimi inandı, kimi görmezlik edip kâfir oldu. Allah, zorlayıcı kader oluştursaydı, birbirleriyle savaşamazlardı. Ama Allah dilediğini yapar. (Bakara 2/253)
Ayetteki lev şâellahu (لَوْ شَاء اللّهُ) ifadesinin başındaki lev (لَوْ), “ikincisi olmadığı için birincinin olamayacağını gösteren şart edatı”dır. Cümlenin akışına göre şâe (شاء) fiilinin hazfedilen mef’ûlü “şeyi’in kaderi = قدرالشَيْء” kelimesidir. Buradaki kader, (لَوْ شَاء اللّهُ) cümlesiyle insanda olmadığı vurgulanan zorlayıcı kaderdir.
Kavram kargaşasına meydan vermemek için insan için belirlenen kadere “القدر” diğerine de “zorlayıcı kader = القَدَر المُجْبِر” demek uygun olur. Hazfedilen mef’ûlleri yerine koyunca âyet şöyle olur:
وَلَوْ شَاء أي كوَّن اللّهُ القَدَر المُجْبِر مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِن بَعْدِهِم مِّن بَعْدِ مَا جَاءتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَـكِنِ اخْتَلَفُواْ فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ وَمِنْهُم مَّن كَفَرَ وَلَوْ شَاء أي كوَّن اللّهُ القَدَر المُجْبِر مَا اقْتَتَلُواْ
Allah zorlayıcı kader oluştursaydı, onlardan sonrakiler o açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşamazlardı. Ama ayrılığa düştüler; kimi inandı, kimi görmezlik edip kâfir oldu. Allah, zorlayıcı kader oluştursaydı, birbirleriyle savaşamazlardı.
Burada kader yerine sistem kelimesi konabilir. O zaman meal şöyle olur:
Allah zorlayıcı sistem oluştursaydı, onlardan sonrakiler o açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşamazlardı. Ama ayrılığa düştüler; kimi inandı, kimi görmezlik edip kâfir oldu. Allah, zorlayıcı sistem oluştursaydı, birbirleriyle savaşamazlardı.
Kur’ân’da bu anlamın verilmesi gereken ayet çoktur. Buna birkaç örnek verelim:
وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَـكِن لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَآ آتَاكُم فَاسْتَبِقُوا الخَيْرَاتِ إِلَى الله مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ
Allah zorlayıcı sistem oluştursaydı hepinizi bir tek ümmet kılardı, ama verdiği şeyde sizi yıpratıcı imtihandan geçirmek için böyle yaptı. Öyleyse hayırlarda yarışın. Dönüşünüz Allah’adır; nelerde ihtilâf ettiğinizi size haber verecektir. (Maide 5/48)
وَإِن كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ إِعْرَاضُهُمْ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَن تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الأَرْضِ أَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَاء فَتَأْتِيَهُم بِآيَةٍ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدَى فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِلِينَ
Onların yan çizmeleri sana ağır gelir ve gücün de yeterse yerde bir tünel veya göklere çıkacak bir merdiven arar onlara bir mucize getirirsin. Allah zorlayıcı sistem oluştursaydı elbette onları hidayet üzere toplardı. Sakın cahillerden olma. (En’âm 6/35)
وَلَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكُواْ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِوَكِيلٍ
Allah zorlayıcı sistem oluştursaydı müşrik olmazlardı, biz seni onlara bekçi göndermedik, sen onlara vekil de değilsin. (En’âm 6/107)
وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لآمَنَ مَن فِي الأَرْضِ كُلُّهُمْ جَمِيعًا أَفَأَنتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتَّى يَكُونُواْ مُؤْمِنِينَ
Eğer rabbin zorlayıcı sistem oluştursaydı yeryüzünde kim varsa hepsi topluca iman ederlerdi. Mümin olsunlar diye onlara sen mi baskı yapacaksın? (Yunus 10/99)
وَلَوْ شَاء اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَكِن يُدْخِلُ مَن يَشَاء فِي رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُم مِّن وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ
Allah zorlayıcı sistem oluştursaydı hepsini bir tek ümmet yapardı. Ama gayret göstereni rahmetine sokar. Zalimlere gelince onların ne dostu ne de yardımcısı vardır. (Şura 42/8)
Fıtratta kadercilik yoktur. Allah Teâlâ, bu iddiada bulunanları şu âyette kınamıştır.
سَيَقُولُ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكْنَا وَلاَ آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِن شَيْءٍ كَذَلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم حَتَّى ذَاقُواْ بَأْسَنَا قُلْ هَلْ عِندَكُم مِّنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَا إِن تَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ أَنتُمْ إَلاَّ تَخْرُصُونَ. قُلْ فَلِلّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ.
“Müşrikler diyeceklerdir ki: “Allah hidayeti oluştursaydı ne biz şirke düşerdik ne atalarımız. Bir şeyi haram da kılmazdık.” Onlardan öncekiler de yalana böyle sarıldılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: “Yanınızda bununla ilgili bir bilgi var mı ki, çıkarıp bize gösteresiniz. Siz sadece zannınızın peşine takılmışsınız; siz sadece atıyorsunuz.
De ki, susturucu delil Allah ’ınkidir; eğer hidayeti oluştursaydı elbette hepinizi yola getirirdi.” (En’âm 6/148–149)
Âyetin akışına göre hazfedilen mef’ul hidayet (الهداية)’tir. Onu yerine koyunca şöyle olur:
لَوْ شَاء أي كوَّن اللّهُ الهداية مَا أَشْرَكْنَا وَلاَ آبَاؤُنَا = Allah hidayeti oluştursaydı şirke düşmezdik; babalarımız da öyle..
Buna karşılık Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
فَلَوْ شَاء أي كوَّن اللّهُ الهداية لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ = Allah hidayeti oluştursaydı elbette hepinizi yola getirirdi. (Birinizi mümin, birinizi müşrik yapmazdı)
Müşrikler demiş oluyorlar ki, "Allah, bizi böyle yaratmış, bunda bizim suçumuz yoktur." Her insan gibi müşriklerin de temel bilgi kaynağı fıtrat, yani yaşadıkları hayattır. Herkes bilir ki, Allah insanı, nasıl üzüm veya şarap üretmeye zorlamazsa yola gelmeye veya yoldan çıkmaya da zorlamaz. Ayet, kaderciliğin yalan ve boş bir kuruntudan ibaret olduğunu, bu iddianın ispatlanamayacağını bildirmektedir.
İnsan da bir şeyi oluşturmak istediğinde Allah’ın koyduğu kanuna göre hareket ederek önce onun kaderini yani ölçüsünü belirler. Mesela canı çorba çekiyorsa önce zihninde istediği çorbanın ölçüsü oluşur. Eğer o ölçü tam ise çorbayı, kendisi de pişirebilir.
Allah’a kulluk da insanın zihninde başlar. Her insan kendi zihninde, Allah ile ilişkilerinin ölçüsünü oluşturarak ona kul olması gerektiğini anlar. Sonra başka şeyler öne geçer ve bu ilişkiler bozulur. Bu da Allah’a kul olma isteğinin karara dönüşmesini engeller. Bazısı akılını kullanarak Allah’ı birinci planda tutar ve ömür boyu ona kulluk eder. Bazısı da zorda kalınca ona kulluk ihtiyacı duyar, sıkıntı geçtikten sonra, Allah’ı yine ikinci plana iter. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
ومَا قَدَرُوا اللهَ حَقَّ قَدْرِهِ
Allah'ın gerçek değerini ölçemediler. (En’âm 6/91)
İnsan, bir şey yapmayı kararlaştırırsa Allah o kişiye önce, onun iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu ilham eder.
2.İlhâm
İlham; Allah’ın, kulunun kalbine bir şeyi doğurmasıdır[13]. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Nefse isyankârlığını ve takvâsını ilham edene yemin olsun,
Onu arındıran umduğuna kavuşmuş,
kirletip karartan da kaybetmiş olur.” (Şems 91/1-10)
Karar verdiği şeyin takvâ mı yoksa isyankarlık mı olduğu kişinin kalbine ilham edilir. Bundan sonra o, ya devam eder ya da vazgeçer. Doğru karar verenin içi giderek daha da rahat eder. Karar yanlışsa üzüntü, vicdan azabı ve bunalımlara kadar varan sıkıntılar olur. Şu âyet, ilhamın her iki çeşidini de göstermektedir:
فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ
Allah kimi hidayete erdirme kararı vermişse onun gönlünü İslam’a açar. Kimi de saptırma kararı vermişse onun içini daraltır; sanki göğe yükseliyor gibi olur. Allah o pisliği inanmayanların üstüne işte böyle yığar. (En’âm 6/125)
Allah Teâlâ, hidayete erdireceği kişilerle ilgili şu ölçüleri koymuştur:
وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَنْ أَنَابَ
"Allah , kendine yöneleni yola getirir.” (R’ad, 13/27)
وَمَن يَعْتَصِم بِاللّهِ فَقَدْ هُدِيَ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
“Kim Allah ’a bağlanırsa kesinkes doğru yola iletilir” (Al-i İmran, 3/101)
Allah Teâlâ; kâfirlik, fâsıklık, zalimlik, yalancılık, nankörlük, müsriflik ve âyetlerine inanmazlık edenleri, tevbe edinceye kadar yoluna kabul etmez. Aşağıdaki âyetler bunu göstermektedir:
وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ
“Allah kâfirler topluluğunu yola getirmez.”[14]
وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
"Allah fâsıklar topluluğunu yola getirmez.”[15]
وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ,
"Allah zâlimler topluluğunu yola getirmez.”[16]
إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِب كَفَّار ٌ
"Allah nankör yalancıyı yola getirmez.”( Zümer, 39/3)
إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ
"Allah yalancı müsrifi yola getirmez.”(Mü’min, 40/28)
إِنَّ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللّهِ لاَ يَهْدِيهِم اللّهُ
“Âyetlerine inanmayanları Allah yola getirmez.”( Nahl, 16/104)
Vabısa b. Mabed diyor ki, Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gittim buyurdu ki; “İyilikten ve günahtan sormak için mi geldin? “
Evet, dedim.
Sonra parmaklarını bir araya getirerek göğsüne vurdu ve üç kere şöyle dedi: “Nefsine danış, kalbine danış Vabısa! İyilik, nefsin yatıştığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste tereddüt doğuran şeydir. İsterse insanlar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bulmuş olsunlar.[17]”
Muhammed sallallahu aleyhi ve selemin bir sözü de şöyledir: “Seni işkillendiren şeyi bırak, işkillendirmeyene geç. Çünkü doğruluk iç huzuru verir, yalan da şüphe ve tereddüt doğurur[18].”
Allah Teâlâ yanlış davranış gösterenlerle ilgili şöyle buyurur:
لاَ يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذِي بَنَوْاْ رِيبَةً فِي قُلُوبِهِمْ إِلاَّ أَن تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Kurdukları bina, içlerinde bir şüphe olarak devam edecektir; kalpleri parça parça olursa başka. (Tevbe 9/110)
3. Allah’ın onayı
Kur’an’da onay vermeyi ifade eden kelime izin (الإذن) dir. Arapça’da kulağa üzün (الأذن), kulakla alınan veya kulağa duyurulan bilgiye izin (الإذن), o bilgiyi yüksek sesle bildirene müezzin (المؤذن) bildirilen şeye de ezan (الأذان) denir[19]. Allah’ın onayı çıkmadan hiçbir şey olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ
“Meydana gelen her şey Allah’ın onayıyla (izniyle) olur. Kim Allah’a inanırsa kalbini doğrultur. Allah her şeyi bilir.” (Teğâbun 64/11)
İnsan kararını kendi içinde oluşturur; onu Allah’ın dışında, melekler dâhil, kimse bilemez. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ
İki alıcı (melek) sağda ve solda oturur; ağzından bir söz çıkmaya görsün hemen yanında gözetleyici (melek, yazmak için) hazır bulunur. (Kaf 50/17–18)
وَإِنَّ عَلَيْكُمْ لَحَافِظِينَ . كِرَامًا كَاتِبِينَ . يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ .
Üzerinizde koruyucular vardır, değerli yazıcılar; bütün işlediklerinizi bilirler. (İnfitâr 82/10–12)
Allah’ın izni yani onayı olmazsa kişi kayıtlara mümin olarak geçmez. Çünkü her insan, kendine göre Allah’a inanır ama Allah, her imanı onaylanmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَن تُؤْمِنَ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يَعْقِلُونَ
Hiç kimse, Allah’ın onayı (izni) olmadan mümin olacak değildir. Allah pisliği, aklını kullanmayanların üzerine yığar. (Yunus 10/100)
4.Kayda geçirme
Allah, iznini önce yazıcı meleklere bildirir. Onlar bunu hemen kayda geçerler. Oluşum bu kayıttan sonra başlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ
Yeryüzünde ve kendinizde olan her şey[20], onu ayrı bir varlık olarak yaratmamızdan önce mutlaka bir kitaba kaydolunur. Bu, Allah için kolaydır. (Hadîd 57/22)
Kayda geçmeyen hiçbir şey meydana gelmez. Bu sebeple Allah Teâlâ şöyle dememizi emretmiştir:
قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
De ki, bize Allah’ın yazdığı dışında bir şey olmaz. O bizim dostumuzdur. Müminler yalnız Allah’a güvensinler. (Tevbe 9/51)
Kaydın güzel olması için şöyle dua etmemiz öğütlenmiştir:
وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَـذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَـا إِلَيْكَ
“Bu dünyada bize iyilik yaz, Ahirette de... Biz sana yöneldik.. (Araf 7/156)
Kayıttan sonra tekvîn yani şeyin oluşumu başlar.
5.Şeyin tekvîni (تكوين الشيء)
Allah’ın şeyi tekvîni yani oluşturması ile insanın tekvîni farklıdır. Allah, tekvînine karar verdiği şey için sadece “ol” der, o şey oluşmaya başlar.
Allah, ölçünsü belirlediği her şeyi yapacak güçtedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
يَخْلُقُ مَا يَشَاء أي مَا يكون قدره وَهُوَ الْعَلِيمُ الْقَدِيرُ
Allah kaderini belirlediği şeyi yaratır. O bilir ve ölçüyü koyar. (Rum 30/54)
قَالَ رَبِّ أَنَّىَ يَكُونُ لِي غُلاَمٌ وَقَدْ بَلَغَنِيَ الْكِبَرُ وَامْرَأَتِي عَاقِرٌ قَالَ كَذَلِكَ اللّهُ يَفْعَلُ مَا يَشَاء أي يكون قدره
Zekeriya dedi ki; “Yarab! Benim oğlum nasıl olur; ihtiyarlık gelmiş çatmış, karım da kısır? Dedi ki, bu b
Kuranda irade,şey ve fıtrat
Daha öncede belirtmiştim.Amacımız Allaha iyi bir kul olma ve peygambere iyi bir ümmet olma konusunda beraberken ,dini anlayış şekillerimiz farklı.Bu yüzden insanları sapıklıkla veya bir takım kötü sıfatlarla itham etmeyin.Müslümanım diyen birine hiç yakışmıyor.Dediğiniz kişiler öyle değilse ,siz yanılıyorsanız bunun hesabını ahirette verebilecekmisiniz.Çok büyük vebal var,aman dikkat.Allah yolunuzu açık etsin.Allaha emanet olun.Selamlar sevgiler
24.07.2008 - rey2466