Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[b]Hazret-i Muaviye (R.A.)[/b]

Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin kayınbiraderi ve vahiy kâtibi idi. Resulullahın zevcelerinden Habibe validemizin kardeşidir. Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Öleceği zaman, Resulullahın kendisine hediye ettiği bir gömleğe sarılıp, hazinesinde saklamış olduğu, Resulullahın mübarek saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defnedilmesini vasiyet etmişti. Kabri Şam’dadır. Özellikle bu yazımız, Muaviye Hazretlerini sahabeden bilmemiz ve Peygamber'in oba dua etmesi (Sahih hadis kitaplarında var ve bu 6 Hadis kitabı İslam'ın 2. temel kaynağıdır, yani sünneti haber verir) dolayısıyla insanları uyarmak içndir. Bazen böyle yazıları yazanları forum sayfasında Emevi Hayranlığı ile suçlayanlara bir cevap da olsun diye Hazreti Ali Efendimizi de birlikte zikrettik. Çünkü Hazreti Ali (Radiyallahu Anh), Peygamberlerden sonra İnsanlık neslinin en hayırlıları olan 4 Halife'den 4.'südür. Allah hepsinden razı olsun. Şefaatlerini ve yardımlarını _Allah'ın izniyle_ bize nasip etsin!... Amin

Muaviye Hazretleri, Mekke fethedildiği gün babası ile beraber, Resulullahın önünde Müslüman oldu.

Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimizin kâtiplerinden idi. Yazısı güzel idi. Fasih, halim, vakur idi.
Zeyd ibni Sabit diyor ki:
Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve Peygamber efendimizin mektuplarını yazardı.

Fahr-i âlemin emniyetlisi idi. Bu yüksek rütbe, derecesinin ne kadar yukarı olduğunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar.

Abdullah ibni Mübarek hazretlerinin ilminin derecesini bilmeyen bir Müslüman yoktur. Din imamı idi. Her ilimde ileri, her işi ilmine uygun idi. Peygamber efendimizin ilmine tam vâris idi. İşte bu büyük âlim buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye, Resulullahın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.)

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resulullahın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.) [c.1, m.120]

Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:
(Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika]

Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resulullahın önünde babası ile birlikte kahramanca çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı. Veda Haccında bulundu. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer zamanlarında Suriye taraflarındaki savaşlara katıldı. Hazret-i Ömer, onu Şam valisi yaptı. Hazret-i Ömer zamanında 4 yıl, Hazret-i Osman zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali zamanında 5 yıl, Hazret-i Hasan zamanında altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu. [41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19 sene, dört ay halifelik yaptı.

Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok idi. Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirildi. Kendisinden çok hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı. Bu da, büyüklüğünü ve kendisine güvenildiğini göstermektedir.

İslamiyet’in yayılmasında kıymetli ve pek çok hizmetlerde bulundu. Miladi 662’de Sicistan’ı, 663’de Sudan’ı, bir sene sonra Afganistan’ı, Kâbil şehrini ve Hindistan’ın kuzey kısmını, 665’te Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldı. 668’de gemilerle gittiği Kıbrıs’ı ve iki sene sonra da İran’daki büyük Kuhistan eyaletini fethetti. Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin zamanında, oğlu Yezid’i büyük bir ordu ile İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı. Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı.

673’de Ubeydullah bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan yapıp, Ceyhun Nehrini develerle geçerek Buhara’yı aldı. Hazret-i Ömer tarafından fethedilen Kudüs hıristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi. Yemen, Mısır, Kayrevan, Irak, Azerbaycan, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu. Müslümanlar tarafından çok sevildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaviye’ye, (Ey Muaviye! Memleketlere hakim olduğun zaman, iyilik et!) buyurmuştur. Resulullahın sohbeti ve hayır dualarının bereketiyle, İslamiyet’in tesir sahasını çok genişletti ve İslamiyet’ten hiç ayrılmadı.

Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliydi. Güzel konuşur, adaletli davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimliydi. Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi Sahabiden birisidir. Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı. Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakışta; Bu, ne güzel bir Arap sultanıdır derdi. Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyerdi. Resulullahın sohbetinin bereketiyle İslamiyet'ten hiç ayrılmazdı. Hazret-i Ali onun hakkında; Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz! Zira onu kaybederseniz başların koptuğunu ve düştüğünü görürsünüz buyurmuştur. (Kısas-ı Enbiya, Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve)

Hazret-i Ali ile birbirlerine beddua ettikleri asla doğru değildir, bunu ibni Sebecilerin uydurmuş olduğu kıymetli kitaplarda yazılıdır. Yalan olduğunu şu âyet-i kerime de açıkça bildiriyor:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29]

Birbirlerine karşı merhametli olan, birbirini seven insanlar birbirlerine beddua eder mi hiç? Hâşâ Allahü teâlâ yalan mı söylüyor?

Peygamber efendimizin kayınbiraderi olan Hazret-i Muaviye, Peygamberimizden hayır dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İşlerinizde Muaviye’yi bulundurunuz. Çünkü, o kavi ve emindir.) [Tathir-ül-cenân]
(Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır.) [İ.Süyuti]
(Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez.) [Deylemi]

Hazret-i Hasan diyor ki:
Resulullah, (Bir gün gelir, Muaviye devlet başkanı olur) buyurdu. (Deylemi)

(Ya Rabbi, onu [Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi] (Yani, Onu doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!)

(Ya Rabbi, ona [Muaviye’ye] kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru.) [İ.Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, İ.Asakir]

Ebu İdris el-Havlani anlatır:
Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad’ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye’yi tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti" diye mırıldandı. Umeyr; "Muaviye’yi hayırla yâd edin. Zira ben Resulullahın, (Allah’ım, onunla (insanlara) hidayetini ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi)

İbnu Meryem el-Ezdi anlatır:
Muaviye’nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretimden memnuniyeti izhâr etti. Ben de, Resulullahtan işitmiş olduğum şu hadisi size hatırlatmayı düşündüm dedim:
(Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarını, isteklerini, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.) Râvi der ki, bunun üzerine Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere görevliler tayin etti. (Tirmizi, Ebu Davud)

Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır:
Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu ki:
(Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.) [Müslim]

Resulullahın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
(İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan Müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu. Böylece, (Bu oğlum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Muaviye de, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece, Müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye]

Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye bıraktı. Onu halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi. Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan’ı kötülemek olur. (H.S. Vesikaları)

Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu.

Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki: Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları, Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye)

İmam-ı a'zam hazretleri, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M.Rabbani c.2, m.96)

İmam-ı Gazali hazretleri de (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisselam Peygamber efendimize geldi (Ya Resulallah! Muaviye’yi sana tavsiye ederim. Kur'an-ı kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine aynı sayfada yazıyor ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe’nin odasına geldi. O esnada Hazret-i Muaviye başını, kız kardeşi Ümm-i Habibe’nin kucağına koymuş uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardeşini bu kadar çok mu seviyorsun?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamberimiz buyurdu ki, (Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27]

İmam-ı Malik’in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin katline fetva verdiği birçok kitaplarda yazılıdır. (Mesela Eshab-ı kiram Ö.N. Bilmen s. 84)

Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112)

Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, “Onlar bizim kardeşimizdir, fasık ve kâfir değildirler” buyurdu. (Şerh-i Mekasıd)

İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye’yi kötüleyenler hakkında kitap yazdı.
Hazret-i Muaviye’yi sevmeyen mezhepsiz Mevdudi bile, sahabe-i kiramdan olduğu için Hazret-i Muaviye’nin suçlanamayacağını bildirmektedir. (Hilâfet ve Saltanat tercümesi s. 326)

Ali bin Ahmed hazretleri, Fedâilüs-Sahabe adlı risalesinde, diyor ki:
İbni Abbas şöyle anlatır:
Biz mescitte sohbet ederken içeriye, uzun boylu ve yüzü örtülü bir zat girip selam verdi. Selamını aldık. Bize, ne konuşuyordunuz diye sorunca, biz de, Resulullah zamanındaki kendimizle ilgili faziletlerden konuşuyoruz diye cevap verdik. O zat yüzünü açtı. Bu zatın Muaviye bin Ebu Süfyan olduğunu gördük Ona, sen de kendi hakkında neler gördüysen bize anlat dedik. O da anlatmaya başladı:
"Ben şu hasletlerle bazılarınızdan faziletli oldum:
1- Resulullah efendimiz ile birlikte bir seferde idik. Beni bindiği hayvanın terkisine alıp; (Neren bana temas ediyor) diye sordu. Ben de, "Karnım, ya Resulallah!" dedim. O zaman, (Allahü teâlâ karnını ilim ve yumuşak huy ile doldursun) buyurdu.

2- Resulullaha bir tabak ayva hediye edilmişti. Herkese bir tane verdi. En sonunda bir ayva kalmıştı. Sadece Resul-i ekrem ve ben almamıştık. Kalan bir ayva, Resulullah efendimizin mübarek elinden düştü. Yerden alıp kendisine vermek istediğimde, (Onu sen al ya Muaviye! Yarın kıyamette, o ayva elinde olarak bana kavuşursun) buyurdu.

3- Resul-i ekremle Tebük gazvesinden dönerken, Hudeybiye’ye geldik. Çok susamıştık. Resul-i ekreme; "Ya Resulallah! Musa aleyhisselamın kavmi için istediği gibi, sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!" dedim. Bana, (Ya Muaviye! Bak şurada bir kaya var) buyurup elime, bir çubuk verdi. (Ya Muaviye! O kayanın yanına git ve ona bu çubukla vur) buyurdu. Gidip taşa vurunca, çok tatlı, buz gibi bir su fışkırdı. Tam içeceğim sırada sevgili Peygamberimizi ve susuzluktan yanan Eshabını hatırlayıp geri çekildim. Arkama bakınca, onların da gelmiş olduğunu gördüm. Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç! Allahü teâlâ bu suyu senin için yarattı) buyurdu.

4- Resulullah mescidde iken Cebrail aleyhisselam gelir, selamdan sonra, "Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi'yi ihsan etti" deyince, Resulullah; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar. Cebrail aleyhisselam da, "Şu kapıdan içeriye ilk giren kişi" der. O kapıdan giren ilk şahıs ben olmuşum. Resulullah bana, (Ya Muaviye! Cenab-ı Hak bugünkü fazileti sana nasip etti, sana, Âyet-el-kürsi'yi tahsis kıldı. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi' yi yaz!) buyurdu. Ben de, "Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?" dedim. (Yâ Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de Âyet-el-kürsi'den yaratmıştır) buyurdu. Bunun üzerine yazmaya başladım.

5- Bir gün Peygamber efendimizin arkasında namaz kılıyorduk. Resul-i ekrem, Fatiha suresini okuyup "Veladdâllin" dediklerinde, peşinden; "Âmin" dedim. Namazdan sonra Eshab-ı kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca, herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem aynı soruyu iki üç defa tekrarladı. Fakat yine kimseden bir ses çıkmayınca, "Ya Resulallah! Âmin diyene ne yapacaksın?" dediğimde; (Onu ve ona tâbi olanları Cennetle müjdelemek istiyorum) buyurdu.

İbni Abbas hazretleri, “Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bu anlattıklarını biz de biliyorduk” buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe)

Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh) deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd) dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram)

[b]Şii kaynaklarına göre Hazret-i Muaviye [/b]
Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri, Şehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmıştır. Urdu dilinden, farisiye de tercüme edilmiştir. İslam düşmanlarının, İslamiyet’i içerden yıkmak için, Müslüman ismi altında ortaya çıktıklarını, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek, Ehl-i beyte düşmanlık ettiklerini yazmaktadır. Kitabın her yerinde, Şii kitaplarından vesikalar vererek, bunu ispat etmektedir. Onbirinci sayfasında diyor ki:
Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında diyor ki:
(Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı Hüseyin’in Resulullaha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsun. Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!)

Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında diyor ki:
(Nasihatinde şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!)
Bu Şii tarihinin 38. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendilerine (Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu.)

Cila-ül-uyun Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar.)

Yezide gelince, babasının nasihatlerini unutmadı. Bunun için, imam-ı Hüseyin’i Kufe’ye çağırmadı. Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi. Hatta, işitince ağladı. Ehl-i beyte hürmet etti.

Cila-ül-uyun Şii kitabının 322. sayfasında diyor ki:
(Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhur olan Velid bin Akabeyi Medine’ye vali yaptı. Ehl-i beyte düşman olan Mervanı valilikten ayırdı. Velid, gece, imam-ı Hüseyin’i çağırıp Muaviye’nin öldüğünü ve Yezide biat edildiğini bildirdi. İmam-ı Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razı olmazsın. Herkesin yanında biat etmemi istersin) dedi.)

Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, imam-ı Hüseyin Yezid için, fasık, facir veya kâfir demiyordu. Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razı olmazdı. Açıkça biat etmemesi de, Şiilerin kendisine düşmanlık etmelerine sebep olmamak içindi. Nitekim, Muaviye ile sulh yaptığı için babasından ayrılıp harici olmuşlardı. Babası ile savaş etmişlerdi. Hilafeti Muaviye’ye bıraktığı için de, kardeşi Hazret-i Hasan’a düşmanlık yapmışlardı.

Yine bu acem tarihinde diyor ki:
(Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydiniz, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercanenin oğlunu [İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybelerini altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah heybelerini ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.)

Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki:
(Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlarda da çok ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi.

Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, bazı kimselerin, (Yezid, İmam-ı Hüseyin’in mübarek dişlerine sopa ile vurdu) demeleri tamamen yalandır.
Cila-ül-uyunda diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram etti. Sabah, akşam yemeklerini imam-ı Zeynelabidin ile beraber yerdi.)

Hulasat-ül-mesaibde diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi. İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.)

Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, taassuba kapılmadan yazan insaflı Şii âlimlerinin kitapları açıkça gösteriyor ki, Hazret-i Muaviye, imam-ı Hüseyin’e asla düşman değildi. Yezid, imam-ı Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiş ve istememiştir. Ehl-i beytin düşmanı ve imam-ı Hüseyin’i şehid edenler, bu düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmişlerdir.

Abdurrahman ibni Mülcem Şii idi. Sonra harici oldu. Sonra imam-ı Ali’yi şehid etti.
Kerbela’da imam-ı Hüseyin’i şehid edenler arasında Şam askeri yoktu. Kufe şehrinden gelmişlerdi. Şii âlimlerinden kadi Nurullah Şüşteri, bunu açıkça yazmıştır. İmam-ı Zeynelabidin’in Kufe şehrine getirilince, katillerimiz Şiilerdir, dediği Cila-ül-uyunda da yazılıdır.

İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve felaketlere sürüklemişler. Bu cinayetlerini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane ile İslamiyet'in bekçisi olan Eshab-ı kirama ve bunların yolunda olan Ehl-i sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için, çok uyanık olmaları lazımdır. (H.S. Vesikaları)


[b]Hazret-i Ali[/b]
Hazret-i Ali (radıyallahü teâlâ anh), Resulullahın damadı, Hazret-i Ömer’in kayınpederidir. Resulullahın amcası Ebu Talibin oğludur. İslam halifelerinin ve ismen Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür. Ehl-i beytin birincisidir. Allahü teâlânın aslanı idi. Çeşitli hadis-i şeriflerde methedildi.

Buğday benizli, uzun gerdanlı, güler yüzlü, iri ve siyah gözlü, geniş göğüslü, iri yapılı idi. Sakalı sık olup savaşta uzatırdı ve omuzlarına kadar yayılırdı. Son zamanlarda saçı ve sakalı pamuk gibi beyaz olmuştu. Evliyanın büyüğü, Vilayet yolunun reisidir. Her tarikatta herkese evliyalığın feyzleri ve marifetleri Hazret-i Ali’den gelmektedir.

Hicretten 23 yıl önce Mekke’de doğdu. On yaşında iken iman etti. Bütün gazalarda kahramanlıklar gösterdi. Yalnız Uhud’da on altı yerinden yaralanmıştı. Tebük gazasında, Medine’de muhafız olarak bırakılmıştı. Hicri 35 yılında halife oldu. Bundan beş yıl sonra Ramazan-ı şerif ayı 17. Cuma günü sabah namazına giderken İbni Mülcem isminde bir harici tarafından kılıçla alnına vurularak şehid edildi. Kufe’de yani Necef denilen yerde medfundur.

Resulullah efendimiz, Hazret-i Ali’nin İbni Mülcemin kılıcı ile şehid olacağını bildirmişti. Hazret-i Ali, İbni Mülcemi gördükçe; mübarek başını gösterip, Bunu ne zaman kana bulayacaksın buyururdu. İbni Mülcem de, (Ya Ali, bu kötü işi, Peygamberimiz bildirmiştir. Sen beni öldür de, kıyamete kadar lanete maruz kalmayayım) derdi. Hazret-i Ali de, Öldürmeden önce ceza olamaz buyururdu.

Hazret-i Ali, şehid edileceği gün sabah namazına giderken yolda şu beyti okuyordu:
Ölüme hazır ol ki, ölüm elbet gecikmez.
Ölüm gelince artık feryat fayda vermez.

Hazret-i Ali’nin kızı ve aynı zamanda Hazret-i Ömer’in hanımı olan Ümmi Gülsüm, hadiseyi duyunca Babam da, kocam Ömer gibi sabah namazında suikasde uğradı dedi.

Hazret-i Ali, ölmek üzere iken Yeminle söylüyorum ki umduğuma kavuştum buyurdu. Kelime-i şehadet getirerek vefat etti. Vefatına yakın da şöyle buyurmuştu:
Tabutumu Arneyn’e götürün, orada ışık saçan bir kaya vardır. Beni oraya defnedin.
Öyle yaptılar ve buyurduğu gibi buldular. (Şevahid)

Hazret-i Ali, Medine'ye hicretle şereflenen, Allahü teâlânın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerdendir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

Hazret-i Ali, Peygamber efendimize damat olmakla şereflendi. Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası muhakkak Cennetliktir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi]

Ağaç altında söz verenlerdendi. Allahü teâlâ, ağaç altında sözleşme yapılan Eshabdan da razı olduğunu bildirdi. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18]

Bedir savaşına katılanlardandır. Bedir ehlinin şânı için hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bedir savaşına katılan Müslümanlar Cennetliktir.) [Dare Kutni]

Hazret-i Ali ve Hazret-i Fatıma ve çocuklarının herkes üzerinde hakları vardır. İnsanların en şereflileri onlardır. Onlara tazim, dinimizin emridir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ali Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, ibni Asakir, Beyheki, Dare Kutni, Hakim, Ebu Nuaym, ibni Sa’d]

(Ali’yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder.) [Nesai]
(Ali’yi sevmek, ateşin odunu yaktığı gibi, Müslümanların günahını yok eder.) [İ. Asakir]

(Ali’ye düşman olanın düşmanı Allah’tır.) [Ramuz]
(İlim on kısımdır. Dokuzu Ali’de, biri diğer halktadır. O, bu biri de onlardan iyi bilir.) [E. Nuaym]
(Ali’nin yüzüne bakmak ibadettir.) [Hakim]

(Ali’yi seven, beni sevmiştir. Ona düşmanlık, bana düşmanlıktır. Onu inciten beni incitmiştir. Beni inciten de elbette Allahü teâlâyı incitmiş olur.) [Taberani]

(Ben kimin mevlası [efendisi] isem, Ali de onun mevlasıdır!) [Nesai]
(Ya Ali, senin sevdiğini sever, senin buğzettiğine buğzederim.) [Taberani]

(İmanın alametleri vardır. Birinci alameti Ali’yi sevmektir.) [M.Ç.Güzin]
(Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır.) [Deylemi]

(Ali’yi sevmek, iman, ona düşmanlık, nifak alametidir.) [Kurret-ül-ayneyn]
(Ya Ali, bana, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibisin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.) [Buhari]

(Ya Ali, Fatıma bana senden daha sevgilidir. Sen bana, ondan daha kıymetlisin.) [E. Kiram]

(Her şeyin bir kanadı vardır, bu ümmetin kolu kanadı da Ebu Bekir ve Ömer’dir. Her şeyin bir kalkanı vardır, bu ümmetin kalkanı da Ali’dir.) [Hatib]

(Başınıza Ebu Bekir gelince, onu zahid ve ahirete ragıb bulursunuz. Başınıza Ömer gelince, onu kuvvetli, emin ve Allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz. Başınıza Ali gelince, hadi ve mühdi olur. Sizi doğru yola götürür bulursunuz.) [Hakim, İ.Ahmed]

(Ümmetimin en merhametlisi Ebu Bekir, dinde en sağlam olanı Ömer, en hayalısı Osman, en iyi hüküm vereni ise Ali’dir.) [İbni Asakir, Ebu Ya’la]

(Ensara, Ehli beyte, Ebu Bekir ve Ömer’e ancak münafık buğzeder.) [İ.Asakir]

(Ya Ali, müşrik olan bazı kimseler sana aşırı bağlılık gösterecek, sende olmayan şeyleri, sana söyleyecekler ve Ebu Bekir ile Ömer’i kötüleyecekler. Allah onlara lanet etsin.) [Dare Kutni]

(Ya Ali! Sen İsa gibisin! Yahudiler, Ona düşman oldu. Mübarek annesi Meryem’e iftira etti. Hıristiyanlar da, Onu aşırı yükselttiler. Ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar.) [İ. Ahmed]

Hazret-i Ali bu hadis-i şerifi haber verdikten sonra, (Benim yüzümden iki türlü insanlar helak olur. Birisi, beni aşırı severek, bende olmayan şeyleri bana takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar) buyurdu. Bu hadis-i şerifte, hariciler, Yahudilere; Eshab-ı kirama düşmanlık edenler de, Hıristiyanlara benzetilmiştir.

Hazret-i Ali’nin menkıbeleri
Hazret-i Ali’nin menkıbeleri çoktur. Birkaçı şöyle:

Sevgili Peygamberimiz Allahü teâlânın emriyle Mekke’den Medine’ye hicret ederken Hazret-i Ali’ye kendi yatağında yatmasını, bıraktığı emanetleri sahiplerine vermesini söyleyerek buyurdu ki:
(Bu gece yatağımda yat, uyu! Şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiçbir zarar gelmez!)
Hazret-i Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı. Resulullahın yerine, hiç korkmadan, kendi nefsini feda etmeye hazırdı.

Hicret gecesi müşrikler, Resulullahın evinin etrafını sarmışlardı. Peygamber efendimiz, evden çıktı. Yasin-i şerif suresinin başından on âyet-i kerimeyi okudu ve bir avuç toprak alıp kâfirlerin başına saçtı. Sıhhat ve selametle aralarından geçip, Hazret-i Ebu Bekir’in evine ulaştı. Müşriklerden hiçbiri onu görememişti.

Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip sordu:
- Burada ne bekliyorsunuz?
- Evden çıkmasını bekliyoruz.
- Yemin ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtı.

Müşrikler, ellerini başlarına götürdüler. Hakikaten, başlarında toprak buldular. Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler. Hazret-i Ali’yi, Resul aleyhisselamın yatağında görünce, Resul-i ekremin nerede olduğunu sordular. Hazret-i Ali cevap verdi:
- Bilmem! Beni, Onun muhafazasına memur mu ettiniz?

Bunun üzerine Hazret-i Ali’yi tartakladılar. Kâbe’nin yanında bir müddet hapsettikten sonra bıraktılar. Hazret-i Ali, Resulullahın Kâbe-i şerifte devamlı bulundukları makama oturdu. Resul-i ekremde kimin nesi varsa, gelsin alsın diye nida ettirdi. Herkes gelip, nişanını söyleyerek emanetini aldı.

Allah’ın aslanı Hazret-i Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere giderek dedi ki:
- İnşallah yarın Medine’ye gidiyorum. Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin!
Hepsi başlarını eğip, hiçbir şey söylemediler. Sabah olunca, Hazret-i Ali, Resul-i ekrem efendimizin eşyalarını toplayıp yola koyuldu. Resulullaha, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kuba’da yetişti.

Bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzuruna gidemeyecek bir hâle geldi. Resul-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etti. Hazret-i Ali’yi görünce hâline acıdı, onu kucakladı, mübarek elleriyle narin, nazik ayaklarını okşadı, kendisine afiyeti için dua buyurdu. Bunun üzerine Bekara suresinin, (İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah’ın rızası için nefsini feda eder) mealindeki 207. âyet-i kerimesi nazil oldu.

***

Hazret-i Ali, Hendek savaşında müşriklerin en azılıları ile savaştı. Savaşın iyice şiddetlendiği 22. gün, Amr bin Abdud adlı müşriklerin en azılılarından biri, Hendek kenarlarına gelip meydana er istedi.

Amr çok kuvvetli olup, ömründe hiçbir cenkten yenilerek dönmemişti. Yalnız Bedir cenginde yaralanıp düşmüştü. Yarası iyi olmuş, tekrar cenge gelmesiyle müşrikler kuvvet bulmuştu.

Müslümanlardan kimse Amr’ın davetine cevap vermedi. Çünkü Resulullahtan emir bekliyorlardı. Amr’ın meydan okuması yedi kere devam etti. Yedincide Resulullah efendimiz, Hazret-i Ali’yi çağırıp huzuruna oturttu ve (Ya Ali, benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdud’un önüne yiğitçe, cesaretle var! Onun heybetinden, uzun boyundan endişe etme! Ben, Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için dua ediyorum) buyurdu.

Hazret-i Ali kılıcını kuşanıp atına bindi. Avını gözetleyerek giden bir aslan gibi, Amr’ın önüne varıp dedi ki:
- Ya Amr! Duydum ki sen Kâbe’nin karşısında ahdetmişsin ki, Kureyş’ten bir kişi senden iki şey istese, birini yaparmışsın.
- Evet öyle söz verdim.
- Biliyorsun ben Kureyş’tenim. Senden iki şey isteyeceğim. Hiç olmazsa birini kabul et! Birinci isteğim, Allah’ın birliğini ve Muhammed aleyhisselamın Onun Resulü olduğunu kabul ve tasdik etmendir.
- Bunu kabul etmiyorum, başka ne istiyorsun?
- İkinci isteğim, bu iki kuvveti hallerine bırakıp, Mekke-i mükerremeye gitmendir.
- Bunu kabul ettim, yalnız Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın başlarını keserim.
- Ey ahmak, benim başımı kesmeden onların başını nasıl kesersin?
- Ya Ali, sen henüz gençsin, dünyanın tadını almamışsın, ben senin başını kesmek istemem.
- Ben Allahü teâlânın yardımı ve Resulünün duası ile senin başını kesmek isterim.

Hazret-i Ali’nin bu sözü üzerine Amr, atından inip Hazret-i Ali’ye doğru yürüdü. Hazret-i Ali de atından indi. Birbirlerine hamle ettiler. Hazret-i Ali bir fırsatını bulup, Amr’ın uyluğunu, bir kılıç darbesiyle kopardı. Artık işi bitti, diyerek geriye dönmüş gelirken, Amr, kendi kopmuş bacağını Hazret-i Ali’ye öyle bir fırlattı ki, eğer değseydi o devin ayak parçası ile helak olabilirdi. Hazret-i Ali de hemen geri dönüp Amr’ı öldürdü.
Resulullah tekbir getirip buyurdu ki:
(Ali’nin Amr bin Abdud ile bir kere karşılaşması, ümmetimin kıyamete kadar olan ibadetinden hayırlıdır.) [M.Ç.Güzin]

***

Peygamber efendimiz, Muhacirlerle Ensarı birbirleriyle kardeş yapmıştı. Hazret-i Ali gözleri yaşlı, (Ya Resulallah, Eshab-ı kiramı birbirleriyle kardeş yaptın. Beni kimseyle kardeş yapmadın) dedi. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Ya Ali, sen benim dünya ve ahirette kardeşimsin.) [Tirmizi]

***

Peygamber efendimiz, Hazret-i Ali’yi aile efradına vekil bırakarak, Tebük seferine çıktı. Münafıklar, (Resulullah, Ali’den hoşlanmadığı için sefere götürmedi) dediler. Hazret-i Ali hemen silahlanıp yola çıktı. Resulullaha vasıl olup söylenilenleri anlattı. Peygamber efendimiz onların yalan söylediklerini, onu Medine’de bıraktıklarına halife yaptığını bildirip buyurdu ki:
(Ya Ali, sen bana, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibisin. Ancak benden sonra peygamberlik yoktur.) [Buhari]

***

Hazret-i Ali, Hayber kalesinin fethinde, kalenin kapısını koparıp, kalkan olarak kullanmıştır. Bu savaşta Hazret-i Ali'nin gözleri ağrıyordu. Resulullah efendimiz onu çağırtarak gözlerine üfledi ve şifa bulması için Allahü teâlâya dua etti. Hazret-i Ali'nin gözlerinde bir ağrı sızı kalmadı.

Bu savaşta, yahudilerin meşhur pehlivanı Merhab, (Hayber halkı iyi bilir ki, ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tırnağa kadar silahlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab'ımdır. Ben, kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir) diyerek Müslümanlardan er istedi.

Bunun üzerine Hazret-i Ali, (Ben oyum ki, anam bana Haydar [Aslan] adını takmıştır! Ben, ormanların heybetli görünüşlü aslanı gibiyimdir. Sizi, geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir) diye şiir söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi.

Bu şiir Merhab'a o gece gördüğü rüyayı hatırlattı. Rüyasında kendisini bir aslanın parçaladığını görmüştü. Hazret-i Ali, Merhab'la karşı karşıya geldiğinde, Merhab'ın tepesine öyle bir kılıç indirdi ki, kılıç, Merhab'ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesti. Başını, ikiye ayırdı. Merhab'ın başına inen kılıcın çıkardığı ses o kadar fazla idi ki, Hayber karargahında bulunan Ümmi Seleme, (Merhab'ın dişlerine kadar inen kılıcın sesini ben de işittim) dedi.

Hazret-i Ali, o gün yahudilerin en namlı kişilerinden sekizini öldürdü.

Hayber gazasından dönen Hazret-i Ali'ye Peygamber efendimiz: (Ya Ali, eğer halk, İsa'ya söylediklerini söylemeyecek olsalardı, senin hakkında çok sözler söylerdim. O zaman herkes, bereketlenmek için, ayağının tozunu alır, abdest suyunu şifa için hastalarına verirlerdi. Seni şehid ederler. Ahirette havzımın üzerinde halifemsin. Cennete en önce sen girersin. Seni sevenler nurdan minberler üzerinde olur) buyurunca, Hazret-i Ali şükür secdesi yaptı.
***

Peygamber efendimiz (Fakirlikle öğünürüm) buyurunca, Hazret-i Ali, dünya malına hiç kıymet vermedi. Eline bin altın geçse, ertesi güne bırakmazdı. Hepsini fakirlere dağıtırdı. Resul-i ekrem bu yüzden Hazret-i Ali’ye Sultan-ül Eshiya, yani cömertler sultanı buyurdu. Hazret-i Ali, Haydar [aslan], Kerrar [düşmana defalarca hamle eden], Ebüttürab [toprak babası], Esedullah [Allah’ın aslanı] gibi çeşitli isimlerle anılmıştır.

Hazret-i Ali, yanına oturan fakir bedeviye Bir isteğin mi var? buyurdu. Bedevi utancından diliyle bir şey söylemeyip işaretle bildirdi. Hazret-i Ali, yanında bulunan iki giyeceğin ikisini de bedeviye verdi. Bedevi sevinerek güzel bir beyit okudu. Beyit Hazret-i Ali’nin çok hoşuna gitti. Çocukları için ayırdığı üç altının hepsini bedeviye verdi. Bedevi, Ey müminlerin emiri, beni kendi ailemin en büyük zengini ettin dedi. Hazret-i Ali de, şu hadis-i şerifi nakletti:
(Herkesin değeri, söylediği güzel sözlere, yaptığı iyi işlere göre ölçülür.) [M.Cami]

***

Hazret-i Ali, hayvanlarını kuyudan su çekerek sulayan bir bedevi ile anlaştı. Kuyudan çekeceği her kova su için, bedeviden bir avuç hurma alacaktı. Hazret-i Ali su çekmeye başladı. Son kovayı çekerken, kovanın ipi kopup, kova, derin kuyunun içine düştü. Bedevi, kızgınlıkla Hazret-i Ali’nin mübarek yüzüne bir tokat vurup ücreti olan hurmayı da verdi. Hazret-i Ali mübarek elini uzatıp kovayı kuyudan çıkardı. Bedeviye verip oradan uzaklaştı. Bedevi, Hazret-i Ali’nin derin kuyudan kovayı çıkarmasına hayret edip, kendi kendine, eğer onun dini hak olmasaydı, bu derin kuyudan kovayı çıkaramazdı. Küstahlık yapan el bana lazım değil diyerek elini kesip Hazret-i Ali’nin evine gitti.

Hazret-i Ali kapıyı açıp diğer elinde kesik elini tutan bedeviyi görünce, içeride bulunan Resulullaha haber verdi. Peygamber efendimiz, bedeviye, niçin böyle hata ettiğini sordu. Bedevi, ağlayarak yaptığı küstahlıktan özür dileyip imana geldi. Resulullah, kesik eli yerine koyup dua buyurdu. Hak teâlânın izni ile eli sapasağlam oldu.
***

Bir gün Hazret-i Ali, Hazret-i Fatıma’ya, Ya Fatıma, yiyecek bir nesne var mı çok acıktım dedi. Hazret-i Fatıma, şu anda hiçbir şey yok. Lakin mendil ucunda bağlı, altı akçe var. Onları al, pazardan bir şeyler getir. Hem Hasan ve Hüseyin meyve istemişlerdi, onlar için de bir miktar meyve alırsın dedi.

Hazret-i Ali o altı akçeyi alıp, pazara gitti. Yolda giderken, bir Müslümanın eteğine yapışmış birisini gördü, artık seni bırakmam, ya hakkımı ver ya da gel mahkemeye gidelim diyordu. O dertli adam ise, bir kaç gün daha bana mühlet ver diye yalvarıyordu. O da, hayır, benim de sıkıntım var diyordu.

Hazret-i Ali bunların çekişmelerini görünce, yanlarına varıp, davanız kaç akçedir dedi. Altı akçedir dediler. Hazret-i Ali, bu Müslümanı sıkıntıdan kurtarayım, Fatıma’ya bir yol ile cevap veririm diye düşündü ve altı akçeyi alacaklıya verip, o Müslümanı ızdıraptan kurtardı.

Hazret-i Ali bir zaman Fatıma’ya ne cevap vereyim diye tefekküre vardı. Bir miktar zaman üzüldü. Sonra, Fatıma Resulullahın kızıdır, buna bir şey demez, o da memnun olur dedi. Eli boş eve gelip, kapıyı çaldı. Hasan ve Hüseyin babalarının meyve getirdiklerini zan edip koşarak geldiler. Bir şey getirmediğini görünce ağlamaya başladılar. Hazret-i Ali Hazret-i Fatıma’ya, o altı akçe ile bir Müslümanı hapisten kurtardım deyip olayı anlattı. Hazret-i Fatıma, ne güzel yapmışsın ya Ali, elhamdülillah bir Müslümanı sıkıntıdan kurtarmışsın, Allahü teâlâ bize kâfidir, dedi.

Hazret-i Ali, iki şehzadenin ağladıklarını görünce; mübarek gönüllerine üzüntü gelip, bu elem ile dışarı çıktı. Resulullahın huzuruna varıp, cemali şerifini müşahede ederek, bu gamdan kurtulayım niyeti ile gitti. Zira bir kimsenin yüzbin gamı olsa, Resulullahın mübarek cemaline nazar eylese [baksa], bütün gamı ve gussası gittikten başka, kalbine birçok sürurlar ve safalar hasıl olurdu.

Biraz gittikten sonra, yolda elinde bir besili deve tutan bir kişiye rast geldi. Hazret-i Ali’ye dedi ki, ey yiğit, bu deveyi satarım, alır mısın? Hazret-i Ali, hazır akçem yoktur dedi. O şahıs, sana veresiye veririm dedi. Hazret-i Ali, ne kadara verirsin diye sordu. Yüz akçeye veririm dedi. Hazret-i Ali, kabul, alırım deyince o şahıs da razı olup, öyle olsun dedi. Deveyi Hazret-i Ali’ye teslim etti.

Hazret-i Ali, devenin yularından tutup biraz gittikten sonra bir başka şahsa daha rast geldi. O şahıs, ya Ali ne güzel deveymiş bu, bana satar mısın dedi. Hazret-i Ali, evet satarım dedi. O şahıs, daha fazla eder ama üçyüz akçeye bana verir misin diye sordu. Veririm dedi. O şahıs çıkarıp üçyüz akçeyi verdi Hazret-i Ali de deveyi teslim etti.

Hazret-i Ali doğru pazara gitti. Yiyecekler ve meyveler alıp eve geldi. Kapıyı açıp içeri girdiğinde şehzadeler sevinip meyveleri alıp yemeye başladılar. Hazret-i Fatıma, ya Ali bu akçeyi nereden aldın diye sordu. Hazret-i Ali meydana gelen hadiseyi anlattı. Ondan sonra yemeği yiyip, Allahü teâlâya hamd ettiler. Hazret-i Ali, şimdi ben, Resulullahın meclisine gideyim dedi ve kalkıp dışarı çıktı. Az gitmişti ki, karşıdan Resulullah efendimiz göründü. Hazret-i Ali’ye tebessüm ederek buyurdu ki, (Ya Ali, deveyi kimden satın aldın kime sattın bilir misin?) Hazret-i Ali, Allah ve Resulü bilir dedi. Resulullah, (Ya Ali, sana deveyi satan Cebrail aleyhisselam, satın alan da İsrafil aleyhisselam idi. O deve Cennet develerindendi. Ya Ali, sen o Müslümanın sıkıntısını giderdiğin için, Allahü teâlâ razı oldu ve senin sıkıntını gidermek için bunu ihsan etti. Ahirette vereceğinin, ihsan edeceğinin hesabını ise Ondan gayri kimse bilmez) buyurdu.

***

Ammar bin Yaser hazretleri dedi ki, Resulullah buyurdu ki:
(Ya Ali, Allahü teâlâ seni bir ziynet ile ziynetlendirdi. Dünyayı terk etmek olan ve kendisine sevgili olan zühd ile ziynetledi. Öyle takdir etti ki dünyadan bir şeye nail olmayasın!)

***

Hazret-i Ali namaza durunca dünya yıkılsa haberi olmazdı. Bir harpte Hazret-i Ali’nin mübarek ayağına bir ok saplanmıştı. Oku çıkaramadılar. Doktor geldi. Bayıltıcı ilaç vermeli ki, ancak o zaman ok çıkarılır. Yoksa, bunun ağrısına tahammül edilemez dedi. Hazret-i Ali, Bayıltıcı ilaca lüzum yok, ben namaza durunca çıkarın buyurdu. Hazret-i Ali namaza başladı. Doktor da Hazret-i Ali’nin mübarek ayağını yarıp oku çıkardı. Yarayı sardı. Hazret-i Ali, namazını bitirince Oku çıkardınız mı? buyurdu. Doktor, Evet çıkardım dedi. Hazret-i Ali, Hiç farkına varmadım buyurdu.

Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Nitekim, Hazret-i Yusuf’un güzelliği karşısında da Mısır kadınları hayran olup, kendilerini öyle unutmuşlardı ki, ellerini kestiklerinden haberleri olmamıştı. Müminler de vefat anında Resulullah efendimizin güzel yüzünü görüp ölüm acısını duymazlar.

***

Kays bin Haris anlatır:
Birisi gelip Muaviye bin Ebi Süfyan’dan bir mesele sordu. Muaviye dedi ki, bunu git Ali’den sor ki, o benden iyi bilir. O kişi, ben bu meselede senin cevabını isterim. Senin vereceğin cevabı Ali’nin cevabından çok severim dedi. Muaviye celallenip, sen ne bedbaht kişiymişsin. Muhakkak sen, Allah Resulünün ilimde muazzez ve mükerrem tuttuğu kimseyi beğenmiyorsun. Resulullah buyurdu ki:
(Ya Ali, bana, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibisin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.)
Çok gördüm ki, Ömer onun ile meşveret ederdi. Eğer bir meselede müşkili olsa idi, Ali burada mıdır, derdi. Sen şimdi kalk, uzaklaş yanımdan, Allahü teâlâ ayaklarına kuvvet vermesin.

***

Amr bin el Cumi rivayet eder:
Ben Resulullahın huzurunda oturmuş idim. (Ya Amr!) buyurdu. (Lebbeyk ya Resulallah!) dedim. (İster misin ki, Cennetin direğini sana göstereyim!) buyurdu. İsterim ya Resulallah dedim. O sırada Ali bin Ebi Talib oradan geçti. Buyurdu ki:
(Bu kişi ve bunun ehli Cennetin direğidirler.)

***

Hazret-i Ali buyurdu ki:
(Bir taife beni Ebu Bekir, Ömer ve Osman’dan üstün tutarlar. Bu taifenin gönüllerinde nifak vardır. Bununla ehli İslam arasına ihtilaf ve fitne salarlar. Bana Resulullah bunları haber verdi. Zahiren ehli İslam'a kardeş olduklarını söylerler. Bâtınlarında din düşmanıdırlar. Yalanı güzel, kötülükleri temiz görürler. Mushaf-ı şerifi iptal ederler. [Kur'an-ı kerimin hükmünü kaldırırlar.] Kötülük üzerine birbirleri ile yarışırlar. Resulullaha ve Eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzatırlar. Hak teâlâ onları af etmez. Sünnet-i İslamı harap ederler. Bid’at-ı seyyieleri yayarlar. O zamanda Resulullahın sünnetine yapışan kimse şehidlerin ve abidlerin efdalidir. Saadet onlarındır. (Fasıl-ül-hitab)

Hazret-i Ali’ye dediler ki: Abdullah bin Sebe seni Ebu Bekir, Ömer ve Osman üzerine tafdil eder [üstün tutar]. Hazret-i Ali yemin ederek, vallahi onu öldürürüm buyurdu. Ya emir-el müminin! Sana muhabbet edeni öldürür müsün dediler. Elbette, benim olduğum şehirde olmasın buyurdu.
Hemen bulunduğu şehirden sürdü. (Şevahid-ün nübüvve)

Hazret-i Ali buyurdu ki:
Ebu Bekir ve Ömer hakkında kalbimde iyilik ve güzellikten başka bir şey bulundurmaktan Allahü teâlâya sığınırım. Nedir o kavimlerin hâli ki, Kureyşin iki seyyidini kötülerler. Beni de öyle zan ediyorlarsa, ben o şeyden pakım, onların dediklerinden uzağım. Her kim ki o ikisini sever, muhakkak beni sever. Her kim o ikisine buğz eder, bana buğz eder. Bilmiş olun ki, muhakkak cümle insanların hayırlısı bu ümmette, Peygamberden sonra Ebu Bekri Sıddıktır. En önce Müslüman olan odur. Resulullahın en sevdiği odur. Allah indinde bu ümmetin en mükerremi odur. Bu ümmette Peygamber efendimizden sonra ondan efdal ve ondan hayırlı kimse yoktur. Ebu Bekir’den sonra da, dünyada ve ahirette bu ümmetin en hayırlısı, en büyüğü Ömer-ül Faruktur. Ondan sonra Osman-ı Zinnureyndir. (Şevahid-ün nübüvve)

***

Bir gün birisi gelip kinayeli bir şekilde Hazret-i Ali’ye, Ebu Bekir ve Ömer’in zamanında, birlik vardı, huzur vardı, hilafetleri çekişme, kavga, fitne ve ihtilaflı değildi. Senin ve Osman’ın hilafetlerinin zamanları sıkıntı ve değişiklik ve fitneden hâli olmadı. Sebebi nedir diye sordu. Hazret-i Ali buyurdu ki:
Sebebi şudur: Ebu Bekir ve Ömer’in yardımcıları Osman ve bendim. Sen ve senin emsalin gibiler de benim ve Osman’ın yardımcıları oldunuz. Böyle oldu. (Şevahid-ün nübüvve)

***

Said bin Cübeyr, Abdullah bin Abbas hazretlerinin elini tutup, gidiyordu. Zemzem kuyusuna geldiler. Orada bazıları oturmuş, Hazret-i Ali’yi kötülüyorlardı. Bunu işitince, İbni Abbas hazretleri buyurdu ki, dönün, beni onların yanına götürün. Onlardan yana dönüp yanlarına geldiler. İbni Abbas hazretleri, Allah ve Resulüne yaramaz sözler söyleyen kimdir diye sordu. Bizim aramızda hiç kimse Allah’a ve Resulüne yaramaz söz söylemez dediler. Ali bin Ebi Talibe yaramaz söyleyen, onu kötüleyen var mı diye sordu. Evet var dediler. Bunun üzerine İbni Abbas hazretleri dedi ki: İyi dinleyin, Allah’a yemin ederim ki Resulullahtan bizzat işittim, buyurdu ki:
(Her kim Ali’yi kötüler, muhakkak beni kötülemiş olur. Her kim beni kötüler, muhakkak Allah’ı kötülemiş olur. Her kim Allah’ı kötüler, Allah onu yüzü üzerine Cehenneme atar.)

***

Mekke fethedildiği zaman bütün putlar parçalandılar. Ancak, Beyti şerifin içinde büyük bir put vardı ki, taştan yapılmıştı, o kaldı. O putu zincirler ve çiviler ile tavana ve duvara bağlamışlardı.

Resulullah Kâbe-i şerife geldi. Hazret-i Ali’yi çağırıp buyurdu ki, (Ya Ali, Benim omuzum üzerine çık. Bu putun bendlerini yerinden kopar.) Hazret-i Ali, Ya Resulallah, ben kim olayım ki, ayağımı mübarek omzunuz üzerine koyayım. Buyurun siz benim omzum üzerine basın dedi. Resulullah, (Ya Ali, sen benim gayret ve hamiyyet, nübüvvet ve risalet yükümü çekecek kuvvet ve takati bulamazsın) buyurdu.

Sonra, emri şerifleri ile Resulullahın mübarek omzuna basıp, o putu bütün zincirleri, çivileri ve bentleri ile o yerden ayırıp, attı.

[Hazret-i Ebu Bekri Sıddıkın, hicret gecesinde Resulullahı bir miktar kendi omzunda götürdüğü hadis-i şerifler ile sabittir.]

***

Bir gün sabah namazı vaktinde, Hazret-i Ali mescide giderken, yolda bir ihtiyara rast geldi. İhtiyarın ak sakalına hürmet edip, önüne geçmeyip, yavaş yavaş ardınca giderdi. Mescid kapısına vardığında ihtiyar içeri girmeyip, yoluna devam edip gitti. Ancak o zaman, Hazret-i Ali onun Müslüman olmadığını anladı.

Mescitte Resulullahı rükuda buldu. Güneşin doğma zamanı yaklaşmıştı. Cemaate uyup, namazı kıldılar. Namazdan sonra, eshab-ı güzin, Ya Resulallah, birinci rükuda âdet-i şerifinizden fazla durdunuz. O kadar ki, güneşin doğması yaklaştı. Sebebi ne idi diye sordular. Resulullah, (Semi allahü limen hamideh deyip, kıyama kalkmak istediğimde, Cebrail başımı tutup, kalkmama engel oldu. Hikmetinin ne olduğunu bilmiyorum) buyurdu.

Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselama, (Habibime sebebini bildir, eshabına açıklasın) buyurdu. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam dedi ki: ya Resulallah, mübarek başınızı rükudan kaldırmak istediğiniz zaman, Allahü teâlâ bana, (Habibimin arkasını tut; rükudan kalkmasın ki, Ali, yolda bir ak sakallı ihtiyara hürmet edip, yavaş yürümekle, cemaat sevabından mahrum kalıyor. Kalmasın, Habibime yetişsin) diye emretti. Ben de gelip emredileni yaptım, Ali de yetişmiş oldu. Hikmeti budur.

***

Hazret-i Ali’nin hikmetli sözleri çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır:

- Müslümanlar, ahirete inanıyor. Kitapsız kâfirler, inkâr ediyor. Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmayanlar bir şey kazanmaz, Müslümanlar da, zarar etmezdi. Fakat, herkes dirilince, kâfirler sonsuz azap çekeceklerdir.

- İnsan bilmediğinin düşmanıdır.
- Allah’a yemin ederim ki, beni yalnız mümin sever ve bana yalnız münafık buğz eder.

- Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamıyacağı bir meselede en iyisini Allahü teâlâ bilir demekten sakınmasın.

- Dostların kötüsü, senin için külfete giren, seni özür dilemeye mecbur bırakandır.
- Cehennemlik görmek isteyen, kendi oturduğu halde, başkasını ayakta tutan kimseye baksın!

- Bedende baş ne ise, imanda da sabır aynıdır. Başsız beden, sabırsız iman da olmaz.
- Dost edinin! Onlar sizin için dünya ve ahiret sermayesidir.

- Ahmak ile arkadaşlık etme! Ondan kendini koru! Nice ahmaklar var ki, arkadaş oldukları akıllı kimseleri helak ederler. Kişi arkadaşı ile ölçülür. Kalbler buluştuğu zaman birinin diğerine tesiri vardır.

- Kendilerinden hayâ edilen kimselerle arkadaşlık etmek suretiyle amellerinizi güzelleştiriniz!

- Mürüvvet, iffetli olmak, nefse hakim olmak, darlıkta ve genişlikte bol bol ihsanda bulunmaktır.

- Halkın bir kısmı, beni çok sevip Eshab-ı kirama buğzeder. Ben bunları sevmem. Bir kısmı da bana buğzedip, Sahabenin bir kısmını sever. Bunlar da Cehennemliktir.

- Amellerin en zoru üçtür; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allahü teâlâyı hatırlayabilmek, din kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir.

- Takva, hataya devamı bırakmak, aldanmamaktır.
- Kalbler kaplara benzer. Hayırlı olanı hayırla dolu olanıdır.
- Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.

- Affetmek fazilettir. Kararlı olmak metadır, sahip olunan maldır. Kararsız olmak ise zayi olmaktır. Yalancılık hıyanettir. İnsaf rahatlık, şer küstahlıktır. Güler yüzlülük ihsandandır. Doğruluk kurtarır, yalan felakete sürükler. Kanaat insanı zengin yapar, yerinde kullanılmayan zenginlik azdırır. Dünya aldatır, şehvet kandırır. Haset yıpratır, nefret çökertir.

- Amellerin en faziletlisi, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek ve günah işleyeni sevmemektir. Kim ki iyiliği emrederse, müminin sırtını muhkemleştirmiş, sağlamlaştırmış olur. Kim de kötülüğü men eder ve ondan vazgeçirirse, münafığın burnunu yere sürtmüş olur.

- Akıllı kimse, günahlarını tevbe ile örtendir. Cömert, kötülük yapana iyilikle karşılık verendir.
- Âlim; sözü, işine uygun olandır. Âlim ilme doymaz.

Hazret-i Ali bir müfreze gönderdiği vakit başına tayin ettiği kimseye şöyle derdi:
Sana Allah’tan korkmanı tavsiye ederim. O, hem dünyaya, hem de ahirete maliktir. Vazifene sarıl. Seni Allah’a yaklaştıracak olana yapış. Çünkü dünyada yapıp da bıraktıklarını, yarın karşında hazır bulacaksın.

İdarecilere öğütleri

1- Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket duyguları besleyin. Başarınızın onları azarlayıp sert davranmakta yattığı fikrine kapılmayın.

2- Herkese adil davranın.

3- Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.

4- Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş, devlete karşı suçlardan, mazlumlara karşı zulümlerden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.

5- Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin ve çıkar ummayanları tercih edin.

6- Haksız kazanç ve ahlaksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.

7- Memurları devamlı kontrol edin, bunun için güvendiğiniz samimi kişilerin istişaresine açık olun.

8- Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın, yaptığınızla kişiyi minnet altında bırakmayın.

9- Hiçbir zaman vaadinizden dönmeyin. Yapmaya güç yetiremeyeceğiniz işleri de vaat etmeyin.

10- Öfkenizi yenin. Öfkeli iken ceza vermekten sakının. Kızgınlığınız yatışsın ki müspet kararlar verebilesiniz.

24 yorum

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[b]Alıntılar burada bitti

binlerce yıldır İslam ülkeleri müslümanlar başörtüsü emri kabul etmiş uygulamışlardır.kabul edip uygulamayanlar ise ayrı ama Kur'an-ı Kerim'de yoktur diyenler sadece kendileri yoldan çıkmamış insanları da kendileri ile felakete sürüklemişlerdir onlara Allah hidayet versin İnşaAllah.


[/b]

31.07.2008 - hadra

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[size=15px][b]Sünnet ve bid’at
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim arasında ayrılık olunca, benim sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine yapışın!) [Tirmizi]

Bu hadis-i şerif, bu ümmette çeşitli ayrılıklar olacağını haber veriyor. Bunlar arasında, Resulullahın (Aleyhissalatu vesselam) ve Onun 4 halifesinin yolunda olana sarılınız diyor. Sünnet, Resulullahın, sözleri, bütün ibadetleri, işleri, itikadları, ahlakı ve bir şey yapılırken görünce, mani olmayıp susması demektir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Fitne fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehit sevabı verilir!) [Hakim]

Yani nefse ve bid’atlere ve kendi aklına uyarak İslamiyet’in hududu dışına taşıldığı zaman, benim sünnetime uyana, kıyamette yüz şehit sevabı verilecektir. Çünkü fitne fesat zamanında İslamiyet’e uymak, kâfirlerle harp etmek gibi güç olacaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(İslam dini garip olarak başladı. Sonu da garip olacaktır. Bu gariplere müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozduğu sünnetimi düzeltir.) [Müslim]

Yani, İslamiyet’in başlangıcında, insanların çoğu, Müslümanlığı bilmedikleri, onu yadırgadıkları gibi, ahir zamanda da, dini bilenler azalır. Bunlar, benden sonra bozulmuş olan sünnetimi ıslah ederler. Bunun için, emr-i maruf ve nehy-i münker yaparlar. Sünnete, yani İslamiyet’e uymakta başkalarına örnek olurlar. İslam bilgilerini doğru olarak yazıp, kitaplarını yaymaya çalışırlar. Bunları dinleyenler az, karşı gelenler çok olur.[/b][/size]

..dinimizislam

31.07.2008 - hadra

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[size=15px][b]“[color=red]Ümmetimin fesadı zamanında kim sünnetime temessük ederse ( yapışırsa ), ona yüz şehid ecri vardır.” sözü, hadis midir, Hadis ise nasıl anlaşılmalıdır?
[/color]
Evet hadistir. (1)

Bida‘ların ve dalaletlerin islam toplumunu istila ettiği, toplumda hükmettiği zaman, sünneti seniyyeye yapışan yüz şehid ecri kazanabilecektir. Tabii ki Kuran’ın hakikatları ile sünnet-i seniyyenin prensipleri birbirinden ayrılmaz. Ümmet içinde bidatların revaçta olduğu, çoğunluğun bidatların ve dalaletlerin istilasında bulunduğu bir zaman; gerçekten çok riskli, çok tehlikeli bir zamandır. Bir amelde tehlike arttıkça sevap fazlalaşmaktadır. Böyle tehlikeli bir zamanda, başta iman hakikatlerine, İslâm’ın hükümlerine Kuran’ın anlaşılmasına, sünnetin ve İslâm’ın hayata kazandırılmasına hizmet pek büyük bir hizmettir, hatta normal şartlarda bir şehidin yaptığı fedakarlıktan daha büyük fedakarlıklar ister ki, birçok şehidin sevabı kadar sevap gerektirebilsin. Çünkü şehit bir anda bir fedakarlık gösterip canını Allah yolunda verirken böyle bir atmosfer içinde iman hakikatlerine, Kuran’a, Sünnet-i Seniyyeye hizmet eden birisi hayatının her gününde büyük fedakarlıklarda bulunabilmektedir.

Demek oluyor ki, zaman şiddetlendikçe, fitneler arttıkça amellerin sevapları da artacaktır. Ayrıca bu hadis-i şerifte bir süttene uymak için büyük bir teşvik vardır.

Hadiste geçen temessük ( sünnete yapışma ) kelimesi, şu manaları içermektedir: (2)

1) Temessük kararlılık, sebat ve ısrardır.
2) Temessük de devamlılık vardır.
3) Temessük bütüne sahip çıkmaktır.
4) Temessük karşılıklı güçlerin mücadelesini yansıtır.

Kaynaklar:
1. el-Bağavi, Hüseyin b. Muhammed eş-Şafi, Mesabihu’s-Sunne, I-II, Beyrut, ty. I, 40, no: 130; el-Munavi, Abdurra‘uf, Feyzu’l-Kadir, I-VI, Beyrut, ty. VI, 261. (no: 9171-9172); Ümmetin bozulduğu zaman sevapların çoğalağı konusu için bk. Taftazani, Mesud b. Ömer, Serhu’l-Makasıd, I-V, Beyrut 1988 I, 308; el-Heytemi, Ahmed b. Hacer, es-Savaiku’l-Muhrika, Kahire 1385, s. 210.
2. el_Kamûsu’l-Muhit III, 329; el-Mu’cemu’l-Vasit s. 869; el-Mufredat, s,469.[/b][/size]
Sorularlaislamiyet

31.07.2008 - hadra

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[size=15px][b]Biraz da ayetin Arapçasından sözedelim ;




Tercüme Edilen Kelime ve çarpıtılan kelime humur kelimesidir . hımar kelimesinin çoğuludur . Bu kelimeninde kökü hamr dır . Anlamı bir şeyi örtmektir . Hımar kelimesinin anlamıda ki bu Arapça sözlüklerde yazılıdır . Başı Örten örtüye verilen isimdir ….
Bazı Kimseler diyorki ALLAH (CC) eğer başörten örtüden bahsetseydi bunu vurgulardı . Kuranın Diline biraz hakim olanlar bilir ki ALLAH (CC) hicbir zaman gereksiz lafız kullanmamıştır .
Örneklendirelim şimdi eşarp ne demektir . Eşarp kelime eşi örtüdür fakat sağlıklı her insan bilirki eşarp başı örten örtüdür yani eşarpla ilgili bir cümle kurarsak misalen ; ayşe teyzem başına eşarbı bağladı sonrada gezmeye çıktı. biraz edebiyat bilgisi olan bilir cümledeki başına ifadesi gereksizdir anlatım bozukluğu oluşturmuştur . Şimdi siz ALLAH (CC) dan boyle bir gereksiz lafız kullanmasınımı bekliyorsunuz . Kuranın neresinde gereksiz boş ifadelere rastladınız ….

..

Hımar ; başörtüsü
Bunu mevcut hadislede delillendirelim ;
ALLAH(CC) ın Elçisi (Aleyhissalatu vesselam) a ipekli kumaşlar getirilmişti . Ömere bir parça gönderdi . Üsame ye bir parça gönderdi . Ali bin Ebu Talip e bir parça gönderdi ve dedi ki ; Onu kadınların arasında başörtüsü olarak ayır ( (Müslim-Libas-7-2068) Hadisin Orjinalinde başörtüsü ‘’Hımar’’ diye geçmiştir ….






Eğer Kuran'a uymak yerine Kuran'ı Kendinize uydurma yoluna gidersiniz Kurana verebileceginiz bir zarar yoktur . Ancak Kendinize yazık edersiniz .:::!!!

İşte sözlüklerdeki anlamlar
1-Burka : Bütün yüzü örter
2-Nikab : Bütün yüzü örtmeyip iki gözden birini açarak bağlanan başörtüsüdür .
3-lifam : Her iki gözüde burun üstünden itibaren açık bırakan başörtüsüdür .
4-Lisam : burun açıkta kalacak şekilde ağız uzerinden örtme şeklidir
5-Nasif : Hımarın daha büyüğüdür
6-Mikne’a: Nasiften daha büyüktür Bel altına kadar uzanır
7-Cilbab : Yüz Hariç baştan ayağa her tarafı örten örtüdür
8-Hımar : Yüz Hariç başın ve boynun tamamını örten Kuran'da da emredilen Örtüdür . .[/b][/size]

31.07.2008 - hadra

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[size=16px][b]Kur'an-ı Kerim'de başörtüsü 24 sıra numaralı Nur suresinin 30. âyetinde geçmektedir. "Kadınlar, başörtülerini, göğüslerinin üzerinden bağlasınlar; yani başörtüleriyle göğüslerini de örtsünler" mealindeki bu âyette geçen "humur" kelimesi, başörtüsü manasına gelen "hımâr" kelimesinin çoğuludur.

"Kur'an'da geçen hımâr kelimesi yalnızca örtü manasına gelir, başörtüsü manasına gelmez" diyenler kesinlikle yanılıyorlar. Çünkü bu kelimenin kökünde "örtme, karışma, yaklaşma" gibi manalar varsa da, kökten alınmış farklı kelimelerin (şekillerin) de farklı manaları vardır. Mesela aynı kökten gelen "hamr", şarap, "hamîr", hamur mayası, "humâr" akşamdan kalma hali manalarına gelir. Tartışma konumuz olan "hımâr" da başörtüsü ve vücudun bütününü örten örtü manalarında kullanılmıştır. Bu mananın delillerine gelince:

1. Hz. Peygamber zamanından bu güne kadar "hımâr"a bu mana verilmiş ve uygulama da bu manaya göre olmuştur.

2. İbn Manzûr, Fîrûzâbâdî gibi kaynak luğatçıların eserlerinde kelimeye "başörtüsü" manası verilmiştir.

3. Taberî, Zemahşerî gibi kaynak tefsirlerin tamamında hımâr kelimesinin manasının başörtüsü olduğu kaydedilmiştir.
[/b]
[/size]

31.07.2008 - hadra

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[b]Allah razı olsun freef kardeşim

kaygılarınıza katılıyorum artık konuyu sonlandırmak için birkaç dipnot aktarıp kilitliyorum[/b]

31.07.2008 - hadra

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[i]Kuran'da apaçık bir başörtüsü emri yoktur.[/i]
derken [i]başörtüsü yoktur[/i], demedim.
[i]Apaçık bir başörtüsü emri yoktur[/i], dedim.
Hocam, Allah affetsin, ben bu cümleyi düşünerek seçtim.
Apaçık bir Peygamberin, [i]Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir.)[/i] gibi bir sözü Kuran'da yoktur, dedim.
Yani bir emir var ve ben size hımar kelimesinin teviliyle katılıyorum.
Allah, istese Kuran'da böyle bir emir verebilirdi, bu prof.larda tv.lerde saatlerce tartışmazdı.
Ama Allah, kendisinin bildiği bir hikmet gereği bu şekilde koymamış ve bu işi Peygamber'ine bırakmış.
Zaten Peygamber Kuran'ı yaşamak, yaşatmak, anlatmak için gelmedi mi.
O nasıl yağtıysa, neyi nasıl anladıysa bize düşen ona sarılmaktır.
Allah da böyle buyruyor zaten: Resul size neyi vermişse alın, neyi yasaklamışsa sakının (haşr 7).
Yani bu adamlar, tv.lerde bize dayatmaya çalıştıukları sünnetsiz bir din.
Tabii icma'yı da atmamızı dayatıyorlar.
Bütün sapık mezheplerin, bütün bidatlerin, bütün aykırı görüşlerin temelinde ya Kuran'ı ya Sünneti, ya İcma'yı ya da Kıyas'ı reddetmek var.
Bugün ise en revaşta olan Sünneti terk var.
Sünnet derken, sadece sünnet namazları kastettmiyor.
Peygamber, neyi nasıl yapmış, neyi nasıl anlamış... o unutuluyor.
Ve bu zamanda sünnete sarılarana 100 sevap vadedilmiş.
İnsan yeri gelir, bir kaleyi korumak için Allah yolunda canını feda eder.
Ve şehit olur.
Ama bu devirde milyonlara milyar müslümanların imanına tehditler savuran bu sünnetsizlik (hadislere laf atma, Sadece Kuran diyerek Resul aleyhiselamı dışlama) ve icma (ameli mezhepler ve fıkıhları) düşmanlığı ile savaşan müminler neden bu 100 şehit sevabı almasınlar ki.
[i]Şehit oluyorlar[/i] demiyorum, [i]şehit sevabı veriliyor[/i] diyorum. Üstelik bunu ben değil Yüce Peygamber sallallahu aleyhi vesellem diyor. [b]Ben sedece tekrar ediciyim[/b], demiş miydim.
Peygambere, sünnetine sarılmak, bunu yaymak, dini bidatlerden temizlemek ve bu yolda kalemiyle, aklıyla, göz nuruyla cihad etmek ve sonunda insanlara hidayet yolunu açmak ve insanların küfre ve dinsizliğe akın akın gitmesini engellemek neden böyle bir sevapla ödüllendirilmesin ki.
Bunun neresi saçmalık.
Mesela her hangi bir ülkenin iki vatandaşı düşünün:
Biri; vatanı için ölüyor madalyasını alıyor.
İkincisi ise; düşmana gizlice şehir kapılarını açmak isteyenleri bir ihbarıyla durdurup halkı yok olmadan kurtarıyor ve aynı zamanda halka konuşma yaparak iç ve dış düşmana karşı ne yapmalarını öğütleyip onları birbirlerine kenetleyerek onları yenilmez yapmak için uğraşıyor.
Ölen tabiiki çok değerlidir, insanın en değerli varlığı olan canını vermiştir.
Ama ölmeden diğer hizmeti yapan nice canlar kurtarmıştır.

Ama bir de şehide karşı alimin üstünlüğü vardır. Alimin mürekkebi, şehidin kanından üstün tutulmuş.
Bidatlere karşı sünnete sarılmak ve bunu teşvik etmek.
Ne kadar kolay.
Bir o kadar da ecri yüksek.

Bu sözlerim yazılarımda az da olsa samimiyet görenler içindir.
Ben seni çoktan gözden çıkardım sayın kemalcan.
Çıkarmazdım ama senin tabirinle [i]Bay freef sizin bana öğretebileceğiniz bir şeyler olduğunu zannetmiyorum. [/i] sözlerinizi okudum.
Umarım Allah da seni gözden çıkarmaz.
Artık sana cevap vermeyeceğim...

31.07.2008 - freef

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

DÜZELTME:

Yukarıdaki yazımda:

Ancak birisi çıkar 40 hadis buldum cümlesi ve devamı:


Ancak birisi çıkar 40 sünnet buldum deyip:
Sonrada ''eski bir sünnet bulana 100 şehit sevabı verilir '' diye bir
Hadisi şERİF VAR.

OLACAKTIR.

ÖZÜR DİLERİM.

30.07.2008 - kemalcan

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

Kardeş HADRA,

Müsaadenizle küçük bir yanlışınızı düzeltebilirmiyim:

İlgili ayette kullanılan kelime: hımar demişsiniz doğru.

Hımar kelimesinin türkçesi BAŞÖRTÜSÜ demişsiniz. Yanlış.

Hımar kelimesinin türkçe anlamı ÖRTÜ dür. Masa örtüsü de hımardır.
Kadınların omuzlarına attıkları atkı da hımardır.

Hadislere öyle aklımızın estiği gibi uyduruk deme lüksüne sahi değiliz demişsiniz çok doğru, hadislere öyle aklımızın estiği gibi uyduruk deme
KÜSTAHLIĞINDA da bulunamayız.

Ancak birisi çıkar da unutulmuş 40 hadis buldum deyip:

sonrada '' bir eski hadis bulana 100 şehit sevabı verilir '' diye bir Hadisi Şerif var derse SEVGİLİ KARDEŞİM HADRA kusura bakma.

Din uğruna ülke ve vatan uğruna şehit olmuş milyonlarcası bu toprakların altında yatarken ,hala bu gün doğuda yüzlerce şehit verip içimiz kan ağlarken şehitlerimizi küçülten bir UYDURMA HADİSE de uydurma derim.
Aziz şehitlerimize duyduğum saygı ve hassasiyet nedeniyle.

SELAM

30.07.2008 - kemalcan

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[color=red][b]sayın freef

[quote="freef"]Hocam Anlatamadım derdimi sanırım.
Kuran'da apaçık bir başörtüsü emri yoktur.[/quote]

cümlemiz yanlıştır lütfen bunu düzeltelim!!!

sayın kemalcan

hadislere öyle aklımızın estiği gibi bu uyduruk diyebilme lüksüne sahip değilliz!

yıllarca doğrulanan müslümanların kabul ettiği hadisler hakkında ve ayetler hakkında keyfimize göre yorum yapamayız yaparsak bu bizi Allah korusun çok yanlış yere götürür!

eğer müslümansak dinimizi doğru yerden öğrenmekle yükümlüyyüz!!

ama doğru yerden zehirli fikirler ve zehirli yerlerden değil!
[/color][/b]

30.07.2008 - hadra

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

[size=14px][b]
Saçların örtülmesi Kur’an-ı kerimde açıkça bildirilmektedir. Türban kelimesi Fransızcadan dilimize girmiştir. Başörtüsü demektir. Bu türban kelimesini de, yine türbana karşı olanlar çıkarmışlardır. Biz başörtüsüne değil, türbana karşıyız diyerek, güya maksatlarını gizlemeye çalışmışlardır. Biz giydiğimiz başörtüsüne yemeni, tülbent, çember gibi başka bir isim versek, bunlar yine karşı çıkacaklardır. Onlar, türbana, eşarba değil, Allah’ın (Başınızı örtün) emrine karşı çıkıyorlar. Türban kelimesi üzerinde durmaları aldatmacadan başka şey değildir. Kur’an-ı kerimde, (Hımar) kelimesi geçmektedir. Hımarın Türkçesi, başörtüsüdür. Fransızcası da, (Echarpe) yani eşarptır. Fransızlar eşarba, (Turban) yani türban da diyorlar. Türkler, Fransızca’dan gelen eşarp kelimesini kullandığı gibi, Farsçadan gelen tülbent kelimesini de kullanıyorlar. Yine Arapça’dan gelen yemeni kelimesi de kullanılmaktadır. Bunlar, edebiyatımıza da geçmiştir. Halkımıza mal olmuştur. Bir mani:

Başında al yemeni
Öldürme zalim beni
Eller ne derse desin
Alacağım ben seni.

Başörtüsüne çember de denmektedir. Çember de manilerde yer almıştır:

Çemberimde gül oya
Gülmedim doya doya
Dertlere karıyorum
Günleri saya saya

Halkımız, başörtüsüne yazma da diyor:

Oyalı yazma başında
Oyaları kaşında
Yeter beklettiklerin
Çeşmelerin başında

Yaşmak kelimesi de Anadolu’da hâlâ kullanılmaktadır; hatta bazı Türk siyaset adamları, halkın gözüne girmek için Bosna’da beyaz yaşmak dağıtmışlardır. Bir mani daha:

Ay doğar anasından,
Bulutun arasından,
Kız saçın görünüyor
Yaşmağın arasından

Çok yerde başörtüsü için bürgü de denmektedir. Her bölgede bir şey söyleyebilirler. Bazı yörelerde kaşbastı da deniyormuş. Başörtünün adı önemli değildir. Önemli olan saçların ve boyun bölgesinin örtülmesidir.

Tesettür ayeti gelmeden önce, cahil Araplar açık saçık giyinirlerdi; hatta Kâbe-yi şerifi bile çırılçıplak tavaf ederlerdi. Tesettür ayet-i kerimesi indikten sonra, yeni bir medeniyet başlamış, bütün Müslüman hanımlar örtünmüşlerdi. Tesettür ayetinden önceki durumu anlatıp, sahabe hanımları açık gezerdi demek, kasıtlı değilse, çok cahilce bir sözdür.

Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Mümin kadınlara söyle: [Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [saç ve gerdan gibi ziynet takılan yerleri] göstermesinler, hımarlarını [başörtülerini] yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]

Peygamber efendimiz, Kur’an-ı kerimi açıklayarak buyuruyor ki:
(Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir.) [Mecmaul-enhür, El-mugni]

Hazret-i Âişe validemiz de buyuruyor ki:
(İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür âyeti inince, hemen peştamallarını yırtıp başlarını örttüler.) [Buhari, Nesai][/b][/size]

dinimizislam.com

30.07.2008 - hadra

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

freef bey,
Hani derler ya ''insanı yarın doktor candan ,yarım imam dinden eder diye
aynen böylesiniz.

''Hocam Anlatamadım derdimi sanırım.
Kuran'da apaçık bir başörtüsü emri yoktur.
Bunu ben kabul ediyorum zaten. '' DEMİŞSİNİZ.

Aferim sana anlatmaya çalıştığım şeyi anlaya bilmişsiniz demek ki....

'Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle! Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler...' (Nur Suresi 31)

Ancak buradaki hatayı yazmamışsınız. Bu surenin aslı:

'Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle! Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler.ÖRTÜLERİNİ yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler...' (Nur Suresi 31) OLMALIYDI.

Şimdi ayet bu olunca islam alimlerinin bu konudaki görüşlerine bakılır.
Ancak burada yalnız bin yıl önceki alimlerin değil bu günkü alimlerinde görüşlerine bakılır. Eğer alimlerin görüşleri farklı ise kişiye AKLINI
KULLANMAK ,ve bu görüşlerden hangisi aklına yatıyorsa onu uygulamak düşer. Kişinin uyguladığı görüş mesela başını örtmemek ise,diğer
görüşü kabul edenler bırakın kafir olur gibi saçmalığı ve yobazlığı ,
günahtır bile diyemezler ,yatkileri yoktur. Ancak bize göre ve bizin inandığımız alimlere göre günah olduğunu düşünürüz diyebilirler,

Fazlasını söylemek açıkça YOBAZLIK OLUR.

Eski alimleden örnekler vermişsiniz:

(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdî]

UYDURMA.DOĞRU DEĞİL.

(Âlimin, insanlara üstünlüğü, Peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatib]

UYDURMA .DOĞRU DEĞİL.

Âlimin mürekkebi, şehidin kanı ile tartılır, âlimin mürekkebi, ağır gelir.) [İ. Neccar]

TAMAMEN UYDURUK. DOĞRU DEĞİL

Âlimler, benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir.) [Tirmizi]

UYDURMA .DOĞRU DEĞİL.

(Âlim ile oturmak, yüzüne bakmak ibadettir.) [Hâkim]

UYDURMA ÇOK YANLIŞ .BULARI YAZANLAR ALİMLER İSE SADECE KENDİLERİNİ METHETMİŞLER. ALİM KENDİNİ METHETMEZ.


''Allah ne istemiş bizden: Kuran'a , Peygamber'e ve ümmetin çoğunluğuna uymamızı. ''

BUYURMUŞSUNUZ. Yüce Allah Kur'ana ve Peygambere uymamızı ister doğrudur. ÜMMETİN ÇOĞUNLUĞUNA UYMAYI siz uydurup eklemişsiniz.


Dinde yeniliğe gerek yoktur, buna bidat derler.

Buyurmuşsunuz. Her zamanki gibi takiyye ve hile yapıyorsunuz dinde
yeniliği kimse istemez,istemiyor. Sadece Kur'an dışı uygulamaların ,din alimlerince günümüzün yaşam koşullarına göre yorumlanması isteniyor.
Bunu dinde yenilik isteniyor gibi göstermek hile yapmaktır.


'Fitneler çoğalıp bidatler yayılınca benim sünnetime yapıoşana yüz şehit sevabı vardır.'

yazıyorsunuz.Sonrada alay ettiğimizden dem vuruyorsunuz.

YİNE hile yapıyorsunuz .hadisleri eğip büküyorsunuz. Daha önce:

''Unutulmuş sünnetleri bulup getirene yüz şehit sevabı verilir ''
demiştiniz. Sonrada 40 tane eski sünnet buldum 4000 şehit sevabı kazandım , BUYURMUŞTUNUZ. Hadislerle böyle oynamak ,eğip bükmek,işine geldiği gibi oynamak müslümanlıkta varmıdır.

Sonrada kimseye danışmadan Yaradanın fikrini almadan kendinden menkul şehit sevapları kazanmak şehitleri küçümsemek olmuyormu?

Freef bey ,bilmem ne yapana 100 şehit sevabı verilir gibi bir hadis olmaz,
olamaz. Var diyorsanız,sahte ve uyduruktur. Şehit sevabı böyle ucuzlatılmaz .Bu dinimize HAKARET olur. Bu tür uydurmalardan, yalanlardan sakınınız.

Şehitlik, ne yani adam din uğruna ,ülke uğruna şehit olmuşta ne olmuş?
Alt tarafı 1 bir şehit sevabı kazanmış, ben 40 tane eski sünnet bulurum
4000 şehit sevabı kazanırım . OH NE ALA sonrada alay ediyorlar.
Ne bekliyordunuz ALKIŞ MI ? BİZ SALAK MIYIZ YANİ ?

Bay freef sizin bana öğretebileceğiniz bir şeyler olduğunu zannetmiyorum.
Bu nedenle bu tartışmayı da burada kapatabiliriz.

Sizin önerileriniz beni tatmin etmiyor. Çok tutuculuk ve yobazlığa kaçan bir durum hissediyorum.

selam

30.07.2008 - kemalcan

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

Hocam Anlatamadım derdimi sanırım.
Kuran'da apaçık bir başörtüsü emri yoktur.
Bunu ben kabul ediyorum zaten.
Kuran'da apaçık bir 5 vakit namaz emri de yoktur.
Kuran'da kamplumpağa yenmez diye bir emir de yoktur.
Kuran'da abdestte ayağını tam olarak nasıl yıkayacağın da anlatılmaz.
Kuran'da kabir azabı da, miraç hadisesi de, ayrıntılı bir kader inancı da yok.
Bunun gibi Kuran'da binlerce hüküm yok.
Oradaki profösörlerin niyeti bozuk.
[i]Kuran'da yoksa, biz yapmayız, kişi sorumlu tutulmaz,[/i] gibi bir anlayışı dayatmaya kalkıyorlar.
Bu, tarihte silinmiş Mutezile denen sapık mezhebin görüşleri.
Günlerdir anlatmaya çalıştığım bu işte.
Zamanla İslam dünyasında bu çeşit yaklaşımlar çıkmış ve ehli sünnet alimleri bu görüşü silmişler.
Ama bugün bazı din düşmanı tv'ler ile internet ortamında bir kaç sayısıyla sınırlı profösörler azınlık olarak bu görüşü dayatıyorlar.
Kuran'da Peygamberimiz Sallallahu aleyhi vesellm için şöyle buyuruluyor:
[i]Evet, belgeler, mûcizeler ve kitaplarla gönderdik onları. Sana da ey Resulüm bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Umulur ki düşünüp anlarlar. [/i](Nahl Suresi 44)
[i]Gün gelir, her ümmetten kendilerine birer şahit getiririz. Seni de ümmetin üzerine bir şahit olarak getirip dinleriz. Ey Resulüm! İşte sana bu kutlu kitabı indirdik ki her şeyi açıklasın, doğru yolu göstersin, Allah’a teslimiyetle itaat edecek olanlara, rahmetin ve müjdenin ta kendisi olsun.[/i] (NAhl 89)

Hz. Peygamberin Kur’ân’ı tebliğ vazifesinden başka tebyin (açıklama) ve tatbik görevi de vardır.

Kur’ân’ın birçok hükmünü hatta namaz ve zekât gibi en kesin emirlerini Sünnetin açıklaması olmaksızın uygulamak mümkün değildir
Namzda nasıl tekbir alacağımız, ayakta ne okuyacağımız, rüku ve secdede ne söyleyeceğimizden tutun da dinin bütün ayrıntılarını bize Peygamber göstermiştir.
Hz. Peygamber (a.s.)’ın ümmîliğin yaygın olduğu bir topluma mensup olduğu bilinmektedir. Kendisinin de ümmî, yani öğrenim görmemiş, okur yazar olmayan bir zat olduğu, tarihî bir gerçektir. Halbuki Kur’ân-ı Kerimde çok çeşitli bilim dallarına ait bilgiler, ilmî prensipler, neticeler, atıflar veya işaretler vardır. Sadece Yahudi ve Hıristiyan dinlerine ve kutsal kitaplarına dair bilgileri gözönünde bulunduracak olursak büyük bir yekün teşkil eder. Bu konulara girmek, hele hele o alanın ilim adamları arasındaki ihtilaflı konularda görüş bildirmek, eleştiri yapmak, karar verip hükme bağlamak, bilgi sahiplerinin bile yanaşamayacağı bir iştir.

[b]İşte başörtüsü Kuran'da yoktur, öyleyse İslam'da yoktur,[/b] mantığı yanlıştır.
Televizyon'daki o malum prof.lar Kuran'ı bize delil gösteriyorlar ve şu ayeti delil olarak sunuyorlar:
[i]'Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle! Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler...' [/i]([b]Nur Suresi 31)[/b]
Sonrada bu prof.lar diyor ki [b]Kuran'da başörtüsü ayeti bundan başka yok, hani nerede başörtüsü [/b]deyip saatlerce konuyu uzatıyorlar.
Ama hocam, yukardaki ayetlerde görüldüğü gibi Kuran'ı bize okuyan, tebliğ eden, Kuran ahlakını yaşayan Resul(S.A.V.) bu konuda ne yapmış, sahabesi ne yapmış, İslam Dünyası ne yapmış(İCMA) onu söylemek işlerine gelmiyor.
Peki Peygamber ve sahabe bu ayeti nasıl anlamış bir bak bakalım:
Resulullah Aleyhi selam buyuruyor:
[i]"Kadın büluğ çağına erince elleri ve yüzü dışında başka yerlerinin başkasına görünmesi helal olmaz" [/i](Ebu Davud, Libas)

Hz. Aişe'den rivayet edilmiştir ki; [i]"Ensar kadınlarına ALLAH rahmet etsin. Bu "Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına bütün müminlerin kadınlarına da söyle" âyeti indiği zaman mırtlarını yardılar, onunla başlarını sardılar da Resulullah'ın arkasında öyle namaz kıldılar ki, sanki başlarında kargalar varmış gibi..." [/i]demiştir.
O günden bugüne İslam Dünyası bütün devirlerde, bütün devletlerde, bütün ortamlarda kadınların başının kapatılmasını anlamış, bunu tatbik etmiş ve bugüne gelinmiştir. Arada bir bir kaç tane aykırı görüşler olsa da, bunlar çok ama çok azınlıkta kalmıştır.
Bugün ise bunlar televizyonda ahkam kesmektedirler.
Sanki Peygamber bu ayeti anlamamış, sahabe kadınları anlamamış, İslam alimlerinin hemen hepsi anlamamış, İslam dünyası tarih boyunca nesiller boyunca bunu anlamamış da kendileri anlamış.
Bir de [b]bu devir...[/b] diyorlar.
Kuran devirler üstü bir kitaptır, Peygamber kıyamete kadar sürecek zamanların Peygamberidir, diyemiyorlar.
İşte dostum İslam alimleri Kuran ve sünnet yani Peygamber'in yaşantısında olan hiç bir şeyi değiştirmemişler ve bugüne kadar aktarmışlardır.
Ama [i]sırtlan eti yenir mi[/i] gibi mevzu ne Kuran'da ne de sünnette olmadığı için alimler farklı görüşler sunmuşlardır. Ya da günümüzde [i]otobüste namaz kılınabilir mi[/i] gibi mevzularda İslam alimleri kıyas yapmaktadırlar. Anlayacağın akıl burada devreye giriyor; o da Kuran ve Hadis'e uygun olmak koşuluyla. Kıyas işe karşılaştırarak hüküm çıkarmadır.
Dinin dört delili var yani: KURAN; HADİS; İCMA ve KIYAS.
Kuran: Allah'ın sözleri... bu delillerin hepsi onda var. BAzı kounlar ise takdir-i ilahi olarak yok.
Sünnet: PEygamber'in söz ve davranşları... Bunlar hadis kitapları vasıtasıyla bize geliyor. Burada bunu bize ulaştıranlar sahabeler, mezhep imamları ve tabiin...
İcma: Bu iki kaynakta ümmetin bulamdıklarını veya bulduklarını bu iki kaynağa uygun olmak koşuluyla ortak şekilde anlayıp yaşamaları.
Kıyas: Burada mezhepler ortaya çıkıyor. Kuran ve Sünnete uygun olmak koşuluyla İslam alimleri bazı konularda kıyaslamalar yaparak hükümlere başvurmuşlar. Yani şöyle [u][b]dememişler[/b][/u]: [b]Kuran'da ve Peygamber hayatında domuz iç organlarının yenilmesiyle ilgili hüküm yok, o zaman biz onu yeriz.[/b]
Kuran'da domuz yasaklanmış, Peygamber de yememiş ve biz onun dışını yemediğimiz gibi içini de yemeyiz.
Yukardaki ilk üç maddede sapıtanları hak mezhep saymamışız. Şiilik ve Mutezilik gibi. Zaten bunların sayısı toplasan tarih boyunca yüzde onu geçmemiş.
Ama ilk üç maddeye uyan ama geriye kalan konularda coğrafyalara, iklimlere, insan ve töreye göre farklı koşullarda yeni kıyaslamalar yapılmıştır.
İslam için alimler asırlardır [i]Akıl dinidir[/i] dememişler, akla [b]uygun dindir[/b] demişlerdir.
Akıl, bizim ibadetleri öğrenmemizde, farz ve yasakları öğrenip hayatımıza tatbik edişimizde, İslami ilimleri bellememizde devreye girmektedir.
İSlam Dünyası bu mevzuları hep böyle bilmiştir. Arada bir Mutezile- Vehhabilik gibi kimi mezhepler bu ayetleri ve hükmüleri kafalarına göre, çağlarına göre anlamaya çalışmışlar ve sapıtmışlar damgası yemişlerdir. Bu damgayı vuranlar İslam alimleridir:
Onlar da şu hükümlere göre hareket etmişlerdir:
Âlim, hakkı bâtıldan ayıran ve bildikleri ile amel eden zattır. Ehl-i sünnet âlimleri Peygamber efendimizin varisleridir. Bunlara uyanlar kurtulur. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Bu misalleri ancak âlim olan kimseler anlar.) [Ankebut 43]
(Eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden [âlimlerden] suâl ediniz) [Nahl 43]
(Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?) [Zümer 9]
(Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28]
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Âlimlere tâbi olun.) [Deylemî]
(Âlimler, birer rehber ve kılavuzdur.) [İ. Neccar]
(Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdî]
(Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin.) [Taberânî]
(Âlimin, insanlara üstünlüğü, Peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatib]
(Âlimin mürekkebi, şehidin kanı ile tartılır, âlimin mürekkebi, ağır gelir.) [İ. Neccar]
(Âlimler, benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir.) [Tirmizi]
(Âlim olmayan veya ilim öğrenmeye çalışmayan bizden değildir.) [Deylemî]
(Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven olun. Yoksa helâk olursunuz.) [Beyhekî]
(Âlim ile oturmak, yüzüne bakmak ibadettir.) [Hâkim]
(Ahir zamanda, âlimler ölür, câhiller din adamı yerine geçirilir. Onlar da bilmeden yanlış fetva verir, kendisi sapar, başkalarını da saptırır.) [Buhari]

Sana düşen İslam alimlerine uymandır.
Buna icma derle, bu ümmetin çoğunluğunun sağıtmayacağı Kuran ve Hadis'te apaçık bellidir.
Aklına yatmasa da uy hocam.
Ama ben uymam diyorsan, bu dine uymuyorsun demektir.
Bak işte Allah'ın bir hikmeti olarak bugün dahi İslam dünyasının yüzde doksanla yüzde doksan beş arası ehli sünnettir.
Mezheplere niye bölündük edebiyatı yapacağına ana kitleye uy derim sana.
Televizyondakilerin neyi çözemediğini anlamış, değilim.
İslam Dünyası ta Peygamberden bu yana başörtüsünü böyle anlamış, böyle uygulamıştır.
Ne sahabe zamanında, ne sonrasında ne de Osmanlı'da hatta ne de Hindistan, Kuzey Afrika veya BOsna-Hersek'te başörtüsü yoktur, diyen bir anlayış 1400 yıldır görülmüş, duyulmuş değildir.
Biz bunca halklardan, bunca alimlerden, bunca müslümandan daha mı akılııyız acaba?
Sen her gün tv'de zinayı teşvik eden kanalların başörtüsü yoktur diyen dünya alimlerini iki de bir ortaya çıkartıp saatlerce konuşturmalarından da mı şüphelenmedin acaba?


Allah'ı seviyorum diyorsun, bak Allahu teala Hazretleri Kuran'da ne diyor:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.”

Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.

Bak Allahu celle celaluhu, Peygamber Muhammed aleyhiselama diyor ki: Allah'ı seviyorsanız, bana yani elçiye uyun. O zaman Allah da sizi sever.

Hadi hocam artık zorlama kendini.
Saa günlerce burada dil döktüm, ben bundan para mı alıyorum. Şüphesiz benim ücretimi Allah verecektir. Ben sana bu ümmetin çoğunluğunun görüşlerini ve yaşayışlarını analtan bir tekrar ediciyim.
Allah senden, benim bu hizmertimi tepmeninin de hesabını sorar elbet.
Benden bu kadar.
Akıl akıl diyorsun, akıl Allah'ı ve resulunu bilmekle akıldır.
Akıl kendinden önce milyarlarca ayak izine rastladığı kutlu yola intisap etmekle rüştünü ıspat eder.
Benim aklım İslam dinini almıyor, diyene gideceği yol açıktır.
Benim aklım bu ümmetin mutlak çoğunluğu olan sünnet ve cemaat ehlinin yolu da çıktır.
Nasılsa en geç öldü mü her şey ortaya çıkar.
Dine uymak, trafik kuralları değil ki en azından bir kazayla yırtar mıyım, desek.
Sonunda ya Allah'ın rızası var ya da gazabı.
Allah ne istemiş bizden: Kuran'a , Peygamber'e ve ümmetin çoğunluğuna uymamızı.
Bu ümmet hayırlı bir ümmet, demiş.
Bu ümmeti Kuran'da övmüş sürekli.
Bizim yüzde doksanımızdan fazlasının yalnış yol tutması akla uygun mu acaba.
YA da başörtüsü gibi bir konuda bile uzlaşamaması mümkün mü.
Dinde yeniliğe gerek yoktur, buna bidat derler. Bunu yapanlara Peygamber lanet emiş.
Ama teknolojide, teknikte, harp sanatlarında yenilik övülmüş, bunu yapanlar desteklnemiştir.
Akıl işte burada ortaya çıkar. Müslüğmanlık akıllı insanlara hitap eden bir dindir. Deliler veya zeka özürlüler ne Cuma namazı ne de başka farzlar ile sorumlu tutulmuşlardır, mesajlar akıl sahiplerinedir.
Bizde istenilen Allah'a ve resulune ve müminlere uymaktır.
Aklınızı bu saydığım yollara uymakla kullanın lütfen.
Hedef mutluluk değil mi.
Bu yolun sonunda iki dünya saadeti vardır.
Ne denmiş Kuran-ı Kerim'de:
[i]Resul size neyi vermişse alın, neyi yasaklamışsa sakının (haşr 7). [/i]
Peki yine Kuran'da müminlerin yolu (icma) hakkında ne denilmiş:
[i]“Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygambere muhalefet eder, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu (o kimseyi) döndüğü o yolda bırakırız. (Fakat ahirette) kendisini cehenneme koyarız. O ne kötü bir yerdir” (En Nisa Sûresi: 115) [/i]
İmam-ı Kurtubi: “Mü’minlerin yolundan ayrılmaktan maksad, müctehid imamların icmalarını inkâr etmektir. Bu ayet-i kerime’de icma-i ümmet’ten ayrılanları tehdit vardır”(63) demiştir.
Aklını ümmetin yoluna ver hocam. Kafana göre hüküm çıkarma.
Ümmetin yolu İslam alimlerinin yoludur. 1400 yıldır binlerce alim yetişmiştir. Nice tefsirciler, fıkıhçılar, hadisçiler, kelamcılar yetişmiş bu ümmet içinde. Bunlar içinde ne başörtüsünü ne hırsızlığı senin gibi anlayan çıkmamış.
Tv'de ahkam kesenler gibisi de çıkmamış.
Bunlar ahir zaman fitnesidir, Peygamber kıyamet zamanı konusunda bu ümmeti uyarmıştır, sünnetin yani Peygamberin uygulamalarının unutulacağını söylemiştir. Sünnetin unutulması ne demektir:
[i]Sadece Kuran[/i] diyenler olmalı sanırım. Ogün bugün olmalı. En doğrusunu Allah bilir.
Bu fikirlerle millet zehirlenmektedir.
Bugün demek ki bu insanların normalde din düşmanı olan ama bu konularda dindarları düşünüyor görünen Tv gibi kitle iletişi araçlarında ahkam keseceklerinin ve milyonları yoldan çıkaracaklarını Peygamber Aleyhi selam Allah'ın izniyle bilmiş olmalı ve bunu şçin hadisnde şunu demiş:
[i]'Fitneler çoğalıp bidatler yayılınca benim sünnetime yapıoşana yüz şehit sevabı vardır.'[/i]
Bununla bile dalga geçen var.
Neden bu sevap verilmesin.
Şehitlik Allah yolunda din için kazanılan bir rütbe değil mi.
Bugün milyonları yoldan çıkarmak isteyen ve bunun için Çağdaşlık kisvesini kullananlara karşı mücadel etmek ve bu yolda tupkı savaşıyormuş gibi insanları Peygamber'in bize öğrettiği İslam çizgisine çekmeye çalışmanın sonunda neden bu sevaplar verilmesin?
Asıl akla yatkın olan bu.
Hocam ben seni ve hatta bu yazılarımızı ve tartışmöalarımızı okuyan herkesi bu mücadeleye katılmaya davet ediyorum.
Bu devir zor devir. İnsanoğlu aklını teknolojiye yatırdı ve uzayın kapılarını açtı.
20. ve 21. yüzyılda insanoğlu tarihin kaydetmediği başarılara imza attı ve neler ama neler buldu.
Yaknız Allah'ı kaybetti bir yerlerde.
Müslümanlar dahi kolaycılığa kaçıp Yalnız Kuran gibi acayip bir yola girdi.
Onu bize tebliğ edeni,
onu bize anlatanı, onu en iyi yaşayanı velhasıl Sünneti unuttu.
Bunda eski mutezile fikirlerini bize dayatan o tv.'lerdeki adamların payı büyük.
Günlerdir yazıyorum. Aklınızı, sünneti yeniden ihya etmekle kullanmanızı tavsiye ederim. Belki sahabeden sonraki en faziletliler olarak Allah katına isminiz yazılır.
Bakın bir hadiste ne buyruluyor:
Peygamber sahabelerinle oturmuş sohbet ediyordu .Onlara "ahir zaman"dan bahsediyordu.Ve ahir zamandaki ümmetin için "Kardeşlerim" dedi .Sahabeler sormuş: "Ya Resulallah kardeşlerin biz değil miyiz?" Demişti ki . "Siz arkadaşlarımsınız.Kardeşlerim ahir zamanda gelecek olan ümmetimdir."
Peygamber'in kardeşim dediği sanırım kendisini dinden çıkarmak isteyen, kendisinin lanet ettiği bidatleri yayınlara karşı sünneti yani Peygamber'in söz ve davranışlarını anlatan yayan müminler olmalı.
Bunlardan biri olmak istemez misiniz.
Aklınızı bu yolda kullanmak istemez misiniz?

Hadi aklını kullansana!

30.07.2008 - freef

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

Bay freef,

BEN:

İki doktor kızım var ikisininde başı açık. DEDİM.

SİZ:

''Ben diyorum, başörtüsü gibi bir konuda İslamın böyle bie mri yoktur, deyip kızlarının başını kapattırmayanlar, kafirdir, diyorum.'' DEDİNİZ.

Yukarıda benim dediğimi ve sizin BEN DİYORUM diye başlayan dediğinizi
Bir defa değil 5 defa okuyunuz.

Nasıl oluyorda, sonra ben sana burada hiç kafir dedimmi diye yazabiliyorsunuz. Şimdi anlayabiliyormusunuz ben neden din adamlarına
güvenmiyorum.

''BEn Kuran'ın bir ayetini ve hükmünü inkar eden kafirdir, dedim.!

DEMİŞSİNİZ.

Ben size anlatmadım mı ? Televizyona 4 tane din prof. u çıkıyor.

İkisi bir tarafta ,ikisi diğer tarafta bir saat tartışıyorlar. İkisi kur'an da
başörtüsü emri vardır diyor. Diğer ikisi kur'anda ilgili ayette baş kelimesi
YOKTUR, Başörtü kelimesi YOKTUR. İlgili ayet : ÖRTÜLERİNİZİ GÖGÜSLERİNİZE ÖRTÜN DİYOR, dediler.

Sizin bunlardan bir tarafa inanıp diğer tarafı KAFİR ilan etme hakkınız var mı?.
Madem birşeyi yazıyorsunuz ,yazılar yukarıda dururken birde İNKAR
ediyorsunuz. Tam da herkesin dediği gibi , Dinci müslümanlara atfedilen
TAKİYYE yaparlar denen şeyi açık açık yapıyorsunuz.

Yazıdaki ifadem kastımı aşmış der özür diler kapatırsınız.
Merak etmeyin özür dilemek insanları küçültmez. YÜCELTİR.

Yine merak etmeyin kim olursa olsun hANGİ ŞAŞKIN bana Kafir derse
güler geçerim.

Merak etmeyin benim sizin anlattığınız tefsir,hadis,sünnet,fıkıh gibi dini ilimleri bilmeye ve de öğrenmeye zamanım da yok,ihtiyacım da yok.

Ben aldığım eğitimde,biyolojide,fizikte,kimyada,astronomide Yüce Allahı
GÖRDÜM. Onun büyüklüğünü ,gücünü ,yüceliğini din adamlarından daha
iyi bilirim. O na AŞIĞIM. O nun da beni sevdiğini BİLİYORUM.
Bunun herkese kismet olmayacağının da fakındayım.

SELAM HOCAM

29.07.2008 - kemalcan

Hz. Ali ve Hz. Muaviye

Ben sana burada hiç Kafir dedim mi Allah aşkına.
BEn Kuran'ın bir ayetini ve hükmünü inkar eden kafirdir, dedim.
Sana demedim, böyle bir yetkim de yok.
Hatta sen [i]Ben Hristiyan olmak istiyorum[/i] dedin bir yazında.
Ben sana yine kafir demedim.
Ama şunu dedim.
[i]Faiz bu devirde olur diyenler kafir olur.[/i]
Bunu dedim.

Bu şuna benzer.
[i]Katran içene ölürsün[/i] demek gibi bir şey.
[i]Zehir içmek öldürür[/i] der gibi bir şey.
Bu sözler de adamı [i]kafir[/i] eder, dedim.
Sen kafirsin demedim.
Ne yabi karşıma geçsen etkili bir zehir olan siyanür içsen, ben sana siyanür içen ölür dememeli miyim?
Ama dikkat et, öldün, öleceksin, ölmelisin... demiyorum.
Dini konuda aynı kıbleye yönelenlere ne olursa olsun kafir denilmez.
Bu kıyası yapanlar, zaten benim günlerdir savunduğum Ehli Sünnet Alimleridir.
Ama şunu şunu inkar edenler kafir olur, derler.
Siyanür örneğinde olduğu gibi.
[i]Kuran'daki hükmü bepenmeyen kafir olur[/i] dedim şuna benzedi: [i]bu haramdır, Allah'ın emrettiği faiz yasağını beğenmeyen kafir olur, tıpkı siyanürü içenin öleceği gibi.[/i]
Ama sana hiç [i]kafir[/i] demedim bu da şuna benzer: [i]Siyanür gibi zararlı olan sözleri söylüyorsun, içiyorsun ama sana öleceksin [/i]demiyorum, [i]sen öldün[/i], demiyorum, [i]sen ölmelisin [/i]demiyorum.


[b]Sen kafirsin[/b], demedim, [b]sen kafir olmalısın[/b], demedim,[b] sen kafir olacaksın [/b]da demedim.
[i]Ama bunları şunları söyleyenler kafir olur[/i], dedim.
İslam alimleri de böyle yapmışlardır zaten.
Bir fark var: Ben bir İslam alimi değilim.

29.07.2008 - freef

Konular