Dört Mezhepten Birine Uymamak Haramdır.

Dinimizdeki dört delil ve dört mezhep
Sual: Dört hak mezhebin, dört imamına tâbi olmanın vacip olduğu söyleniyor. Bunun delili nedir?

[b]CEVAP[/b]
Dinimizde dört delil vardır. Mezhebe uymak bu dört delilden birisinde varsa mesele yoktur. Dört mezhebe uymak, bir değil dört delilde de vardır:

[b]1-[/b] Hicri birinci asırdan, bugüne kadar, yani 14 asır bütün Müslümanlar, bu dört imamı taklit etmişler. Bunlara itaat etmekte icma hâsıl olmuştur. İcma’ya uymak ise vaciptir. Hadis-i şeriflerde buyruluyor ki:

(Ümmetim[in âlimleri] dalalet olan bir şeyde icma yapmaz!) [İ.Ahmed]

(Allahü telânın rızası, icmadadır. Cemaatten ayrılan, Cehenneme gider.) [İbni Asakir]

(Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]

(Ümmetim[in âlimleri], hiç bir zaman dalalette icma yapmazlar. İhtilaf olunca sivad-ı a'zama [Ehl-i sünnet âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] tâbi olun!) [İbni Mace]

Dört mezhepten başkasıyla amel etmek caiz değildir, bunda icma hâsıl olmuştur. (El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti)

[b]2-[/b] Kur’an-ı kerimde mealen buyruluyor ki:
(O gün, her fırkayı imamları ile çağırırız!) [İsra 71]
Kadi Beydavi hazretleri, bu âyeti (Her ümmeti peygamberleri ve dinde uydukları imamları ile çağırırız) şeklinde açıklamıştır.

Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni’de ise, (Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela "Ya Şafii" veya "Ya Hanefi" denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, dört hak mezhepten birine uymanın vacip olduğunu göstermektedir. Yine Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan Cehenneme gider.) [Nisa 115]

Medarik tefsirinde bu âyetin açıklamasında, (Kitab ve sünnetten ayrılmak gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir) buyuruluyor.

Beydavi tefsirinde ise, aynı âyet-i kerimenin açıklamasında (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da vacip olur, şart olur) buyuruluyor.

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(Tasavvuf büyükleri ve fıkıh âlimleri, kendilerine uyanlara şefaat ederler. Ruh teslim ederken, kabirde Münker ve Nekir sual ederken ve Haşrda, Neşirde, Hesapta, Sıratta yanında bulunurlar. Onu unutmazlar. Tasavvuf büyükleri, kendilerine uyanları, bütün korkulu yerlerde kolladıkları gibi, müctehid imamlar da korurlar. Bunlar, mezhep imamlarıdır. Bu ümmetin bekçileridir. Sevin ey kardeşim! Dört mezhep imamlarından dilediğini taklit et de saadete kavuş!) [Mizan-ül-kübra]

Görülüyor ki, kıyamette, herkes mezhep imamının ismi ile çağrılacaktır. İmam, kendisini taklit edene, şefaat edecektir. Dört mezhep imamlarının her biri böyle yüksek idi. Bir âyet meali şöyledir:
(Bana inabet edenin yoluna uy!) [Lokman 15 ]
Bu dört büyük imamın, bu inabet yolunda oldukları icma ile bildirilmiştir.

[b]3- [/b]Bir âyet meali: (Hidayet yolunu öğrendikten sonra, Resule uymayıp müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleyip çok kötü bir yer olan Cehenneme sokarız!) [Nisa 115]
İmam-ı Şafii hazretleri, (İcmaın delil olduğunu gösteren bu âyet, müminlerin yolundan ayrılmayı haram ettiği için, bu yola uymak vacib olur) buyuruyor. Müfessir Abdullah Nesefi hazretleri, bu âyeti açıklarken, (İcmaın delil olduğunu ve icmadan ayrılmanın da caiz olmadığını bu âyet göstermektedir) buyuruyor. (Medarik)

İmam-ı Kadi Beydavi hazretleri, (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu gösteriyor. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak vacip olur) buyuruyor. (Tefsir-i Beydavi)

Büyük müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayeti (Nisa-115) nasıl açıklıyor:
115- Her kim bu şekilde kendisine hak ortaya çıktıktan (yani yukarda geçtiği üzere kitap, hikmet ve Hak'dan gelen ilim ile gerçeği açıklayarak peygamberlik ve Muhammedî hakimiyeti isbat ve açıklayan gayba ait mucize ve ilâhî hidayet anlaşıldıktan) sonra Peygamber'e karşı çıkar, ve müminlerin yolundan başkasına uyarsa, biz onu döndüğü tarafa çevirir, ve cehenneme basarız, ve fakat bilir misiniz o cehennem ne kötü bir yerdir? ". Bu âyet yukarda nakledildiği üzere Tu'me'nin hainliği ilâhî açıklama ile ortaya çıkınca Hakk'a kendini teslim etmeyip Mekke'ye kaçması ve dinden dönmesi üzerine inmiştir.

"Şikak" ve "müşakka" kelimeleri, "şakk" dan türemiştir, "ayrılıp muhalefete geçmek" mânâlarına gelir.

Müminlerin yolu, itikad (inanç) ve amelde müminlerin tuttuğu tevhid yolu ve sağlam dindir ki, Allah'a, Allah'ın Resulü'ne ve ulu'l-emre itaat yoludur. Bundan başkasına tabi olmak da tevhid yolundan çıkmaktır, müminler yolu olmayacağı bellidir. Şu halde Allah'ın Peygamberi'ne karşı çıkmak, müminler yolundan başkasına gitmek demek olacağı açık olduğu halde, bunun diye ayrıca açıklanması, elbette dikkate şayandır. Demek ki, Allah'ın Resulü'ne ittiba (uymak) gibi, müminlerin yoluna uymak da açıkça istenmektedir. Resulullah'dan kesin delil (nass-ı kat'i) gelen hususlarda Resulullah'a karşı çıkmakla müminlerin yoluna gitmemek mütelazim (birbirinden ayrılmayan) ve aynı şey ise de nass (dini delil) gelmeyen hususlarda bu telazüm (beraberlik) açık değildir. Müminler (Nisâ, 4/83) nassına uygun olarak ittifak ve icma ile bir yol tuttukları zaman bazı kimseler müminlerin tuttuğu bu yola karşı çıktıkları halde Resulullah'a doğrudan doğruya karşı çıkma ve muhalefet etme mevkiinde bulunmamış olduklarını iddia edebilirler. İşte dan sonra kaydının açıklanması bu ikisinin bizzat matlub ve gerekli bulunduğunu, yani Resulullah'a karşı çıkmak, müminler yoluna gitmemek demek olduğu gibi, müminler yoluna gitmemek de Resûlullah'a karşı çıkmak demek olduğunu açıkça anlatmış ve buna binaen icma-ı ümmet (İslâm bilginlerinin ittifakı) ile dahi doğrunun ortaya çıkacağını ve ona da uymanın farz olduğunu göstermiştir. Bunun için Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat bilginleri, bu fıkrayı icma-ı ümmete uymanın farz olduğunu ifade için sevkolunmuş bir delil olarak anlamışlar ve delalet yönünü çeşitli şekillerde izah etmişlerdir. "İttiba" kelimesi de asıl meselenin uyma esası üzerinde cereyan ettiğini gösterir.

"İslâ" kelimesi, bir şeyi yakmak için ateşe atmak ve ateşe atıp durdurmaktır. İşte doğru yol ortaya çıktıktan sonra Peygamber'e karşı çıkan ve müminler yolundan başkasına uyan mürted (dinden dönen)in sonu budur. Bunu geçici sanmamalı ve yalnız Tu'me gibi dönmelere de mahsus zannetmemelidir.



Gerçek âlimler, (Bir mezhebi taklit etmek vaciptir. Mezhepsiz olmak büyük günahtır) buyuruyor. Âlimlerin bu ittifakından ayrılmak, bu âyetten ayrılmak olur) dediler. Bir âyet meali şöyledir:
(Siz, insanlar için en hayırlı ümmetsiniz. İyiyi emreder, kötüyü men edersiniz) [Âl-i İmran 110]

[b]4-[/b] Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Bilmiyorsanız, zikir ehline [âlimlere] sorun!) [Nahl 43]
Bu âyet, ibadet ve işlerin nasıl yapılacağını bilmeyenlerin, bilenlerden sorup öğrenmelerini emretmektedir. Herkesten değil, âlimlerden sorup öğrenmek emir olunmaktadır. Bunun için, bir kimse, yapacağı şeyi, Kur'an ve hadiste arayamaz, taklit ettiği mezhebin müctehidinden sorup öğrenmesi lazım olur. Yahut mezhebinin âlimlerinin kitaplarından okuyup öğrenir. Sorup, öğrendiğine göre yapan, o müctehidi taklit etmiş olur. Müctehidin sözüne uymayıp inkâr ederse, mezhepsiz olur. Âyetteki zikir ehli mezhep imamı demektir. Çünkü hadis-i şerifte bildiriliyor ki:
(Cihad, oruç, namaz, zekat ve hac ibadetini yapanlar içinde ecri daha büyük olan zikir ehlininkidir.) [İ.Ahmed] İbni Merdeveyh Ebu Bekr Ahmed’in bildirdiği ve Enes bin Malik’in haber verdiği hadis-i şerifte, (Namaz kılan, oruç tutan, hac ve gaza eden; eğer imamını beğenmezse, o münafıktır. Onun imamı, zikir ehlidir) buyuruldu. Demek ki, âyetteki Ehl-i zikir, ulema-i rasihin ve dört mezhebin imamlarıdır. (Ancak âlim olanlar anlar) ve (Ey akıl sahipleri, ibret alın!) mealindeki âyetler, dört mezhep imamlarının üstünlüklerini göstermektedir.

Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki:
(Kur'an-ı kerimdeki (Allahın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Allahü teâlânın rahmeti, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasında bulunanlara, gazabı da bu yoldan ayrılanlaradır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid'at ehli olup Cehenneme gider.) [Tahtavi]

Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. (Hadika)

İmam-ı Rabbani (Ehli sünnet alimleri ve ümmet-i muhammed tarafından ikinci bin yılın müceddidi(müceddid-i elf-i sani) olarak kabul edilmiş, Nakşibendi tarikatına mensup mutasavvıf alim) hazretleri buyuruyor ki:
Mezhepten ayrılmak, mezhepsiz olmak ilhaddır. (Mebde ve Mead)
[İlhad, doğru yoldan ayrılmaktır.]

[b]Kitap, sünnet ve icma[/b]
Sual: Din kitaplarında bir hüküm bildirilirken, (Kitap, sünnet ve icma-ı ümmet ile sabittir) deniyor. Kitap ve sünnet, başlı başına bir delil değil mi de, ne diye üçü birden söyleniyor?

[b]CEVAP[/b]
Elbette Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler başlı başına delildir. Ancak farklı teviller yapılmışsa, o âyet-i kerimeyi Resulullah efendimiz nasıl uygulamıştır, müctehidler ona bakar. Mesela namazın beş vakit olduğu kesindir. Ama üç vakit diyenler var. O zaman Resulullah efendimizin uygulamasına bakılır. İcma hangi yönde ona bakılır. Kur’an-ı kerimde namaz yerine kullanılan salât kelimesi için bazı sapıklar, (Salât, dua demektir. İslamiyet’te, şimdi yapıldığı şekilde bir ibadet yoktur. Allah’ı anan, dua eden, namaz kılmış sayılır) diyorlar. Salât’ın bunların dedikleri gibi olmadığı, günde beş vakit kılınan namaz olduğu sünnet ile açıklanmış ve icmayla da uygulandığı gösterilmiştir. Demek ki, Kur’an-ı kerimde bildirilen bir hüküm, Sünnet ile ve İcma ile de uygulanarak farz olduğu inkâr edilemez hale geliyor.

4 yorum

Dört Mezhepten Birine Uymamak Haramdır.

[i]39-ez-ZÜMER : 44.[b] De ki: Bütün şefâat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz [/b]

Burada bahsedilen imam mı doğru yoksa AYET Mİ ???[/i]
Demişsin sevgili sevimli kardeş.
Bu ayete göre haklısın, İmamı Şarani Hazretleri bu ayeti yalnız görseydi eminim senin gibi düşünür ve yazardı.
Ama bilirsin ki Kuran'dan bir ayet ile hüküm çıkarılmaz. Hele şefaat gibi bir konuda, islam dünyasının tamamına yakınının inandığı bir meselede inananı ya şefaate ulaştıracak ya şefaat yoksa şirke düşürüp bu ümmeti toptan helak edecek bir konuda hiç mi hiç hüküm çıkarılmaması lazım. İslam alimleri Kuran, Hadis, İcma ve Kıyas'a göre bir şeyi yorumlarlar, bir ayeti gören kendi reyine göre hüküm çıkarırsa sonu nasıl olur acep?

Bak bir ayette ne buyruluyor:
[b](Kendilerine güven veya korku ile ilgili bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Halbuki onu Peygambere ve aralarındaki yetkililere [âlimlere] götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı.) [Nisa 83] [/b]
demek ki neymiş sayın hocam?
hemen hüküm verip İmamı Şarani Hazretleri gibi bir zata kızacağına bu ayeti Peygambere ve bilenlere götüreceksin. Peygambere yani hadislere, bilenlere yani Kuran ve Sünneti en iyi bilenlere soracaksın. Yani İbni Ömer gibi müfessir sahabe alimlerine, İbni Abbas gibi alim sahabeler, İmamı Rabbani gibi müceddid alimlere, İmamı Şarani gibi keramet ehli ehli sünnet imamlarına... İmamı Azam gibi yüzbinlerce hadis bilen, yüzlerce alimden ders dinleyen alimlere soracağız. Bir konuda İslam ümmetinin alimlerinin çoğunluğu ne demiş, İslam ümmeti çoğunluk neye uymuş sen de ona uycaksın. [i]Benim ümmetim hata üzerinde birleşmez,[/i] diyor Peygamber. Allah da Kuran'da [b]Müminlerin yolundan ayrılanları topluca cehenneme atacağını [/b]belirtiyor. [b](Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan Cehenneme gider.)[/b] [Nisa 115]
Bu konularda çok çok dikkatli olmalıyız.
Kafamıza göre hüküm çıkarırsak şu hadisin muhatabı oluruz ki_ Allah korusun_ iki dünyayı da kaybedenlerden oluruz: [i]Kim kendi reyine göre Kuran'ı yorumlarsa cehennemdeki yerini hazırlasın.[/i]

Dikkat et, sayın hocam.
Bak sana ehli sünnetin görüşlerini gönderiyorum, bunlar benim görüşlerim değil, İslam dünyasının asırlardır yüzde doksandan fazlısının ehli sünnet olarak inandıkları görüşler bunlar. Ben sadece derleyiciyim. Selam ve dua ile.

[color=red]İSLAM’DA ŞEFAAT İNANCI [/color]

İslâmiyet’in inanç esaslarından olan âhirete iman, Tevhîd esasından sonra, Kur’an’ın ikinci temel konusudur. Bu esasa göre kıyamet günü insanlar diriltilecek, amellerinin iyi veya kötü olmasına göre, hesap vermek ve neticede cennet veya cehenneme gönderilmek üzere, Allah’ın huzuruna çıkacaklardır. İyilikleri ağır basanlar cennete, kötülükleri ağır basanlar ise suçlarının cezasını çekmek üzere cehenneme gideceklerdir. Bu arada şirke bulaşmamış ama büyük-küçük günahlar işlemiş ve ilahî muhasebeden (mîzan) sonra cezaları kesinleşmiş olan müminler/muvahhidler hakkında, Allah'ın rahmet ve merhametinin farklı bir tecellisi olarak şefaat söz konusu olacak ve Allah'ın izin ve rızası dahilinde şefaat ile cennet nimetine nail olabileceklerdir.

[u]Şefâat[/u] kelimesi, Arapça’daki (şef’) mastarından türetilmiştir. Şef’ ise ‘tek’ anlamındaki ‘vetr’ kelimesinin zıddı olup, çift demektir. Araplar bir kişinin yanına bir başkası getirildiğinde bunu “Şefea’r- raculu şef’an” diye ifade etmişlerdir. “Falan adam filan adama şefâat etti” sözüyle de “ona yardım etmek ve onun isteğini elde etmek üzere geldi” demek istenilir.
Istılahta ise şefâat, “bir insanın bir başkasından kendisi dışındaki birine faydalı olmak veya ondan bir zararı defetmek istemesi”, dünyevî ve uhrevî hususlarla ilgili olarak suç veya günahının affını taleb etmesi veya kısaca birinin bağışlanmasına delalet etmesi anlamlarına gelir.

İslam itikadına göre şefaat ise, müminlerden büyük günah işlemekten dolayı cehennem azabını hak edenler hakkında, başta Nebiler Serveri Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) olmak üzere, peygamberlerin, şehitlerin ve sâlihlerin Allah’ın izin ve rızası dahilinde cennete girmeleri için tavassutta bulunmalarıdır.

Kuran’daki şu ayetler İslamiyet’te şefaatin hak ve gerçek olduğuna yeterli delil teşkil eder:
[b]“O onların yaptıklarını da yapacaklarını da, açıkladıklarını da gizlediklerini de bilir. Onlar sadece O’nun razı olduğu kimse hakkında şefâat ederler. O’na duydukları tazimden ötürü çekinir, titrerler.” [/b] (21. Enbiyâ suresi/ 28. )
Taberi’ye göre bu âyette Cenab-ı Allah, meleklerin, İsa’nın ve Uzeyr’in şefâat sahibi olduğunu isbat etmiş, bir kısım sahte tanrıların ve putların ise şefâat edemeyeceklerini istisna ederek belirtmiştir. 2- Taberî, Muhammed ibn Cerîr, Câmiul- Beyân an Te’vîli Âyi’l- Kur’ân, Dâru’l- Fikr, Beyrut, 1405, XXV/ 105.

Kurtubî, İbn Abbas’tan gelen bir rivâyete dayanarak bu âyette şefâatle muhatap olacak insanların ‘Lâ ilâhe illallah’ diyenler, Mücâhid’den gelen bir yoruma göre ise, Allah’ın razı olduğu herkes olduğunu nakleder. (Kurtubî, , el-Câmiu li Ahkâmi’l- Kur’ân, Tah: Ahmed Abdulalîm el-Berdûnî, 2. basım, Dâru’ş- Şa’b, Kahire, 1372, XI/ 281. )

Suyûtî’ye göre ise meleklerin şefâati tevhid ehli için söz konusudur. ( ed-Dürrü’l- Mensûr, V/ 624. )

[b]“Artık onlara şefâatçilerin şefâati fayda etmez.”[/b] ( 74. Müddessir suresi/ 48. )

Suyûtî, tefsirinde Hasan-ı Basri’nin “Biz, şehidin ailesinden yetmiş kişiye şefâat edeceğini konuşurduk” dediğini ve Hz. Peygamber’in (asv) ise ‘[i]Ümmetim içinde bir adam bulunur ki, onun şefâatiyle Allah Benî Temîm kabilesinden daha fazla insanı (cehennemden çıkarıp) cennete girdirir.[/i]’( Suyûtî, Celâleddîn, Ed-Dürrü’l- Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, VIII/ 37. ) buyurduğunu kaydeder.

[b]“Rahman’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefâat edemez.”([/b]19. Meryem suresi/ 87. )
Bu âyeti Ebussuûd, önceki ayetlerle irtibatlandırarak, şefâat inancının müsbet fonksiyonunu dikkate alır ve şöyle yorumlar: “Yani mezkûr müttakîler, ancak İslam’a girmiş olanlara şefâat edebilirler. Bu ise diğer insanları müslüman olmaya teşvik anlamı taşır.”(Ebussuûd, Muhammed ibn Muhammed el-İmâdî, İrşâdu’l- Akli’s- Selîm ilâ Mezâye’l- Kur’âni’l- Kerîm, Dâru İhyâi’t- Türâsi’l- Arabî, Beyrut, Ts., V/ 282. )

“[b]Müşriklerin, O’ndan başka yalvardıkları sahte tanrıların şefâat yetkileri yoktur. Ancak bilerek Hak ve gerçeğe şahitlik edenler bunu yapabileceklerdir.”([/b]43.Zuhruf/ 86. )

Mücâhid bu âyeti şöyle tefsir etmiştir: “Mesîh, Uzeyr ve melekler, sadece Hakk’a şahitlik yapan ve ‘lâ ilâhe illallah’ diyenlere şefâat etmeye mâlik olabileceklerdir.”(Âlûsî, Ebu’l- Fadl Mahmûd, Rûhu’l- Meânî fî Tefsîri’l- Kur’âni’l- Azîm ve’s- Seb’il- Mesânî, Dâru İhyâi’t- Türâsi’l- Arabî, Beyrut, Ts., VI/ 390; Seâlibî, Abdurrahmân ibn Muhammed, El-Cevâhiru’l- Hisân fî Tefsîri’l- Kur’ân, Müessesetü’l- A’lâ li’l- Matbûât, Beyrut, Ts., IV/ 134. )

Kurtubî’ye göre şefâatin hakikati rahmet-i ilâhidir. Bu vesile ile, Allah şefâat etmesine izin verdiği kimseleri de şereflendirmiş olur.( Kurtubî, -Câmiu li Ahkâmi’l- Kur’ân, III/ 266. )


Rasulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’den gelen şu hadisler de şefaat hakkında bize ışık tutar:

Rasulullah (sav) buyurdular ki: [i]"Ümmetimden (alim, şehid, salih) bazıları var; bir(çok kabilelere şamil bir) cemaate şefaat eder, bazıları var bir kabileye şefaat eder; bazıları var bir bölüğe şefaat eder; bazıları da tek bir ferde şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar[/i]." (Tirmizi, Kıyamet 11, 2442)

Rasulullah (sav) buyurdular ki: "[i]Her peygamberin müstecab (Allah'ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım (kullanmayı ahirete bıraktım). Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır[/i]." (Buhari, Da'avat 1, Tevhid 31; Müslim, İman 334, (198); Muvatta, Kur'an 26, (1, 212); Tirmizi, Daavat 141, 3597)

Rasulullah (sav) buyurdular ki: "[i]Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir." [/i][Tirmizi, şu ziyadeyi kaydeder: "Hz. Cabir (ra) dedi ki: "Kebair (büyük günah) ehli olmayanın şefaate ne ihtiyacı var!"] (Tirmizi, Kıyamet 12, (2437); Ebu Davud, Sünnet 23, (4739); İbnu Mace, Zühd 37, 4310)

[color=red]Sonuç Yerine:[/color] Şefâat Konusunda İmam Gazâlî’den (ö. 505/1111) Ölçüler
Yazımızı İmam Gazâlî’nin, şefaat konusunda bize sunduğu altın değerindeki bilgi ve tavsiyelerle sonlandırmak istiyoruz:

"Bil ki, bir kısım müminlerin cehenneme girişi gerçekleşince, Yüce Allah lütfu ve merhametiyle peygamberlerin, sıddîklerin, hatta âlimlerin, sâlihlerin ve Allah katında ameli iyi ve itibarlı olan herkesin onlara şefaatte bulunmasını kabul eder. Bu kimseler ailesine, akrabalarına, arkadaş ve tanıdıklarına şefaat edebilirler. Bu nedenle onların katında kendin için bir mevki (rütbe) edinme konusunda hırslı ol. Şöyle ki: Kesinlikle hiçbir insanı küçük görme. Zira Allah Teala, velilerini kulları arasında gizler. Belki de senin gözünün tutmadığı, hoşlanmadığın kimse Allah'ın velisidir, bilemezsin ki!. Bir de asla hiçbir günahı küçümseme! Zira Yüce Allah, gazabını kendisine karşı işlenen günahlar içinde gizler. Bilemezsin, belki de Allah'ın gazabı senin önemsemediğin o günahtadır. Hiçbir itaat ve iyiliği de küçük görmeyesin; zira Allah, rızasını o iyilik içinde de gizlemiş olabilir. Velev ki, bu amel güzel bir kelime veya bir lokma ya da iyi niyet olsa da."(El-Gazali, İhyâu Ulûmi'd-dîn, Mısır, 1302, IV/ 476. )

Yine İmam Gazâlî, şefaat inancı konusunda ölçü kabul edilebilecek önemli izahlarda bulunmuştur: "Bilmiş ol ki; her müslüman Rasûl-i Ekrem'in şefaatini bekler. Asıl olan akrabası da bunu öncelikle bekler. Fakat müttakilerden olup, Allah'ın gazabına uğrayanlardan olmamak şarttır. Allah Teala, gazaplandığı kimseye şefaat müsaadesi vermez. Zira günahların bir kısmı vardır ki, Allah'ın mekrini, gazabını icab ettirir. Bu hususta şefaate izin verilmez. Bir de, şefaat sayesinde afv olacak günahlar vardır, affolunmayacak günahlar vardır. Mesela, dünya hükümdarlarının yanında işlenen suçlar. Bir kimse hükümdar nezdinde ne kadar itibarlı olursa olsun, onun şiddetle gazap ettiği hususlarda şefaatçi olmaya kalkışamaz. Öyle suçlar vardır ki, affettirme cesareti kimsede görülmez. Günahlarda da hüküm böyledir. Öyle günahlar var ki, bunlara şefaat yapılamaz ve şefaat ile cezanın önüne geçilemez."(El-Gazali, İhyâu Ulûmi'd-dîn, Mısır, 1302, IV/ 476. )

Gazâlî, şefaate bel bağlamanın yanlış bir düşünce olduğunu şöyle ifade eder ve müminleri uyarır:
"Şefaati ummak suretiyle takvayı terk edip isyana dalmak, bir hastanın akrabasından olan bir hekime itimat ederek kendisini tehlikelere atmasına benzer. Zira tabib, her hastalığı değil, bazı hastalıkları tedavi edebilir. Artık tabibe bel bağlayarak, hastanın zararlı yemekleri yemesi caiz olmaz. Çünkü tabib her hastalığa müdahale edemez. İşte Peygamber ve sâlihlerin yakınlarına ve mensuplarına yapılacak şefaatlerini de bu şekilde anlamak gerekir. Bu idrak ve anlayış, korku ve sakınma duygusunu bir an bile ortadan kaldırmaz. Nasıl kaldırsın, peygamberden sonra en hayırlı halefi sahabe-i kiram olduğu halde, onlar bile toz-toprak olmayı temenni etmişler, ahiret korkusundan dolayı hayvan olmayı istemişlerdir. Halbuki bunlar, kalpleri temiz, amelleri güzel, olgun, takva sahibi insanlardır. Mahza kendilerine mahsus olarak Rasul-i Ekrem'den cennetle müjdelendikleri halde, sırf Peygamberimizin şefaatine bel bağlamamışlar. Bunun içindir ki, korku ve haşyeti bir an olsun kalplerinden çıkarmamışlardır. Sohbet ve öncülükte onlar gibi olmayan, onların seviyesine hiçbir zaman ulaşamayanlar, nasıl şefaate güvenebilirler?(El-Gazalî, İhyâu Ulûmi'd-dîn, III/ 332)


[color=red]Peygamber efendimizin şefaati[/color]
[b]Sual:[/b] Peygamber efendimizin şefaati nasıl olacak?
[b]CEVAP[/b]

[i]Kabirden önce Resulullah efendimiz, üzerinde Cennet elbisesi ile kalkacak. Burak üzerinde, elinde liva-ül-hamd isimli bayrakla mahşer yerine gidecek, peygamberler ve bütün insanlar bu bayrağın altında duracak, hepsi, beklemekten çok sıkılacak, önce peygamberlerden Hazret-i Âdem, sonra Hazret-i Nuh, sonra Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’ya gidip, hesaba başlanması için şefaat etmelerini dileyeceklerdir. Her biri, birer özür bildirerek, Allahü teâlâdan utandıklarını söyleyecekler, şefaat edemeyecekler, sonra Resulullah efendimize gelip yalvaracaklardır.

Önce, Onun ümmeti, Sırattan geçip Cennete girecektir. Sonra bütün peygamberler şefaat edecektir.[/i] (Buhari)

Peygamber efendimizin şefaati şöyle olacak:
[b]1-[/b] Makam-ı Mahmud şefaati ile, mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır.
[b]2- [/b]Çok kimseyi, sorgusuz, sualsiz Cennete sokacaktır.
[b]3-[/b] Azap çekmesi gereken müminleri azaptan kurtaracaktır.
[b]4- [/b]Günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.
[b]5- [/b]Sevapla günahı eşit olup, Araf’ta bekleyen kimselerin Cennete gitmelerine şefaat edecektir.
[b]6-[/b] Cennete girmiş olanların derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir.

Şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin şefaatleri ile de, yetmişer bin kişi sorgusuz, sualsiz Cennete girecektir.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
(Peygamberlerin sonuncusu gibi bir şefaatçi olmasaydı, bu ümmetin günahları kendilerini helak ederdi. Bu ümmetin günahları çok ise de, Allahü teâlânın af ve mağfireti de sonsuzdur. Allahü teâlâ, bu ümmete af ve mağfiretini o kadar saçacak ki, geçmiş ümmetlere böyle merhamet ettiği bilinmiyor. Doksandokuz rahmetini, sanki bu günahkâr ümmet için ayırmıştır.

Allahü teâlâ, af ve mağfiret etmeyi sever. Günahı çok olan bu ümmet kadar af ve mağfirete uğrayacak hiçbir şey yoktur. Bunun için, bu ümmet, ümmetlerin en hayırlısı oldu. Bunların şefaatçileri olan Peygamberleri, peygamberlerin en üstünü oldu.

İmanlı ölen herkese şefaat
İmanını muhafaza ederek ölen herkes şefaate kavuşacaktır. Duha suresinin ([b]Elbette Rabbin sana [şefaat hakkı ve pek çok nimet] verecek, sen de razı olacaksın[/b]) mealindeki beşinci âyet-i kerimenin tefsirinde Resulullah efendimiz ([i]Ümmetimden bir kişi Cehennemde kalsa razı olmam[/i]) buyurdu. Şefaate kavuşabilmek için de imanlı ölmek şarttır. İmanlı ölenler de ebedi kurtuluşa kavuşmuş demektir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
([i]Kıyamette şefaat edeceğim. Ya Rabbi, kalbinde hardal zerresi kadar iman olanları Cennete koy diyeceğim. Bunlar Cennete girecekler. Sonra, kalbinde az bir şey olanlara, Cennete girin diyeceğim.) [/i][Buhari]

([i]Ahirette ilk şefaat eden ve şefaati kabul olan ben olacağım.) [/i][İbni Mace]

([i]Ümmetimden, şirk üzere ölmeyen herkese Allah’ın izni ile şefaat edeceğim[/i].) [Buhari, Müslim]

([i]Kıyamet günü en önce ben şefaat edeceğim.) [/i][Müslim]

([i]Her peygamberin, müstecab [kabul olan] bir duası vardır. Ben duamı, ümmetime şefaat etmek için ahirete sakladım.) [/i][Buhari]

[i](Benden önce hiçbir peygambere verilmeyen beş şeyden biri şefaattir. Şirk üzere ölmeyen [imanla ölen] herkese şefaat edeceğim.) [/i][Bezzar]

[i](Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [/i][İmam-ı Ahmed, Nesai]

[i]Peygamber efendimiz, günahkârlara şefaat edeceğini bildirince, Hazret-i Ebüdderda, (İmanı olan hırsız ve zâniler de şefaate kavuşacak mı) diye sual etti, (Evet, onlara da şefaat edeceğim)[/i] buyurdu. (Hatib)

[i](Günahı çok olanlara şefaat edeceğim[/i].) [Hatib]

[i](Nefslerine aldananlara şefaat edeceğim[/i].) [Deylemi]

[i](Kıyamette, kum sayısından daha çok kimseye şefaat ederim.) [/i][Taberani]

([i]Kıyamette “Ya Rabbi, zerre kadar imanı olanı Cennete koy!” diyeceğim. Hepsi şefaatimle Cennete girecek.) [/i][Buhari]

[i](Şefaatime inanmayan kimse, ona kavuşamaz.) [/i][Şir’a]

[i](Şefaatime en layık olan, bana en çok salevat okuyandır.) [/i][Tirmizi]

[i](Ümmetimden geri kalan olur korkusu ile Cennete girdiğim halde tahtıma oturmam. Allahü teâlâya, "Ya Rabbi ümmetim ümmetim" derim. Rabbim "Ümmetine ne yapmamı istiyorsun?" buyurur. Ben de "Ya Rabbi onların hesaplarını çabuk gör, sıkıntıdan kurtulsunlar" derim. Cehennemliklerin listesi bana verilir. Onlara şefaat ederim. Hatta Cehennem hazini Malik "Ümmetinden cezalanacak kimse bırakmadın" der[/i].) [Beyheki, Taberani]

([b]Rabbin sana [ahirette çeşitli nimetler, şefaat izni] verecek, sen de hoşnut, razı olacaksın[/b]) mealindeki Duha suresi beşinci âyet-i kerimesi inince, Resulullah efendimizin, ([i]Ümmetimden bir kişi Cehennemde kalsa razı oldum demem[/i]) diye söylediği tefsirlerde bildirilmiştir. (Tibyan)

Bütün Ehl-i sünnet âlimleri, ittifakla, hepsi şefaati kabul etmişlerdir. Sadece nakilden çok akla tâbi olan Mutezile denilen sapık bir fırka ve Vehhabiler şefaati inkâr etmiştir.

Yeni türedi bazı yazarlar da Peygamber efendimize düşmanlık ederek, “Kur'anı getirmekle onun vazifesi bitmiştir. Kimseye faydası olmaz, şefaat edemez” diyorlar. Onun, âlemlere rahmet olarak geldiğini kabul etmiyorlar, Mutezileye, Vehhabilere inanıyorlar da, şefaatin hak olduğunu bildiren âyet ve hadisleri inkâr ediyorlar.

Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
[b](Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [/b][Nisa 80]

[b](Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.)[/b] [Ahzab 71]

[b](Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!)[/b] [Haşr 7]

[b](De ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”)[/b] [Al-i İmran 31]

{Bu âyet-i kerime gelince, münafıklar, “Muhammed kendisine tapılmasını istiyor” dediler. [Şimdiki mezhepsizler de, “Peygamber, Allah’tan üstün tutuluyor” diyorlar.] Bunun üzerine aşağıdaki âyet-i kerime inmiştir. (Şifa-i şerif)}
[b](De ki; “Allah’a ve Peygambere itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çeviren [kâfir olur] Elbette Allahü teâlâ kâfirleri sevmez.)[/b] [Al-i İmran 32]

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
[b](Allahü teâlâ, şefaat edene ve şefaat edilene izin vermedikçe, hiç kimse şefaat edemez. Kalblerindeki müthiş korku giderilince, [şefaat bekleyenler, şefaat edenlere] “Rabbiniz şefaat hakkında ne buyurdu?” diye soracaklar. Onlar [şefaat edenler] ise, “Hak olanı buyurdu [şefaate izin verdi]” diyecekler.)[/b] [Sebe 23]

[b](O gün, kimse şefaat edemez. Ancak Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimse şefaat eder.) [/b][Taha 109]

[b](Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası şefaat edemez.) [/b][Meryem 87]

[b](Allah’ı bırakıp da, taptığı putlar şefaat edemez. Ancak hak dine inanıp ona şahitlik eden kimseler şefaat eder.)[/b] [Zuhruf 86]

[b](Onlar, Onun [Allah’ın] rızasına kavuşmuş olandan başkasına şefaat etmezler.)[/b] [Enbiya 28]

[b](Sadece Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat etmesi için izin verilen, göklerde nice melekler vardır.)[/b] [Necm 26]

[b](Allah’ın izni olmadan kim şefaat edebilir?)[/b] [Bekara 255]

(Allah’ın izni olmadan hiç kimse şefaatçi olamaz.) [Yunus 3]

[b](Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.)[/b] [Zümer 44]

Bu âyet-i kerimelerde görüldüğü gibi, şefaat yetkisine sahip olanlar, (Peygamberler, âlimler, şehidler gibi) ancak Allahü teâlânın izni ile şefaat edeceklerdir.

[i](Kıyamette şefaat edecek olanların ilki, Peygamberler, sonra âlimler, sonra da şehitlerdir.)[/i] [Deylemi, Ebu-ş-şeyh, Hatib]

[i](Kıyamette âbide Cennete gir, âlime ise halka şefaat için bekle denir.)[/i] [İ. Maverdi]

[i](Kıyamette Peygamberler, âlimler ve şehidler şefaat eder.)[/i] [İ.Mace]




[color=blue]Yukarıdaki âyet-i kerimelerde, Allah’ın izni olmadan kimsenin şefaat edemiyeceği açıkça bildirilmektedir. Ancak Allah’ın izin verdiklerinin bundan müstesna oldukları, yani ancak Allah’ın izni ile şefaat edecekleri bildirilmiştir. [/color]

[color=red]Kimler şefaate kavuşur?[/color]
Kâfirlere şefaatçi olmadığını ve putların şefaat edemiyeceğini gösteren âyetleri vehhabiler müslümanlara yüklemeye çalışıyorlar, Peygamberler de şefaat edemez diyorlar. Şefaate sadece iman ehli kavuşacak, kâfirler şefaatten mahrum kalacaklardır.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
[b](Artık şefaat edicilerin [Peygamberlerin, meleklerin, salihlerin, şehidlerin] şefaati, onlara [kâfirlere] fayda vermez.)[/b] [Müddesir 48]

[b](O gün zalimler [kâfirler] için, müşfik bir dost, sözü dinlenecek şefaatçi de yoktur.)[/b] [Mümin 18]

([b]Kâfir için dost ve şefaatçi yok[/b]) demek, (Müminler için dost ve şefaatçi var) demektir. Mesela Mümin suresinin 7, 8 ve 9.âyet-i kerimelerinde, meleklerin müminler için dua ettiği bildirilmektedir. Meleklerin duası elbette kabul olur.

[b](Kitabın haber verdiği sonuçtan başka bir şey mi bekliyorlar? Haber verilenler ortaya çıktığı gün, önce onu unutmuş olanlar, “Rabbimizin Peygamberleri elbette bize gerçeği getirmişti, şimdi bize şefaat etsin, yahut geriye çevrilsek [dünyaya tekrar gitsek] de işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek” derler. Doğrusu kendilerini mahvetmişlerdir, uydurdukları şeyler [putlar] onları koyup kaçmışlardır.)[/b] [Araf 53]
[b]
(Orada putlarıyla çekişerek derler ki: “Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da, inananlardan olsak.)[/b] [Şuara 96-102]

[b](Allah'a koştukları) ortaklarından kendilerine hiçbir şefaatçi çıkmayacaktır. Zaten onlar, ortaklarını da inkâr edeceklerdir.)[/b] [Rum 13]

[b](Ondan başka ilahlar mı edineyim? O Rahman olan Allah, eğer bana bir zarar dilerse putların şefaati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramaz.) [/b][Yasin 23]

Yukarıdaki âyetler, kâfirlere putların şefaat edemiyeceğini göstermektedir. Bu âyetleri ileri sürerek, (Müslümanlara Peygamberler, melekler, âlimler, evliya, şehidler, Kur’an-ı kerim şefaat edemez) diyerek cahilce iftira ediyorlar.

Gelelim Kabirde, mizanda, sıratta İslam alimlerinin evliyaullah'ın yardımcı olmalarına.
Burada İslam alimleri İnsanların hesaba çekilirken veya Allah'ın huzuruna çıkarılırken dinde imamları ile birlikte olacaklarını söylemektedirler. Buna da delil olarak şunları göstermektedirler:

[b](Bana inabet edenin yoluna uy!)[/b] [Lokman suresi 15 ]
(O gün, her fırkayı imamları ile çağırırız!) [İsra 71]

İmamı Şarani Hazretleri bu ayeti, bildiklerini (Hadis, Kuran, tefsir alimlerinin kitapları vs.) de hesaba katarak açıklıyor. Bize yardımcı olmaları yani şefaatçi olmaları bir temennidir. Şefaat haktır ama biz kavuşabilecek miyiz, bu bizim için bir temennidir. İnşallah diyelim.

İstersen yukardaki yazıyı tekrar tekrar oku ve şimdi bir kez daha değerlendir.
Allah, seni de beni de müminleri yolundan ayırmasın.

16.08.2008 - freef

Dört Mezhepten Birine Uymamak Haramdır.

Sevimli kardeş bir de şunlara oku istersen

24- ŞEFAAT*
Şefaat terimi, bazı müminleri bağışlaması için, ahi­rette Allah'tan istekte bulunma anlamına ge­lir.
MÜRİT - Biz burada Şeyh Efendi ile iyi ge­çini­yoruz ki, belki ahirette eteğinden tutarız, belki bize faydası dokunur.
BAYINDIR- Yani size şefaat edeceğini mi söy­lüyor­sunuz?
ŞEYH EFENDİ- Neden olmasın? Büyük Şeyh Mustafa İsmet Garibullah kuddise sirruhu hazret­leri Risale-i Kudsiyye'­sinde şöyle bu­yurdu: Hz. Ebu Bekir'e varıncaya ka­dar bütün silsilenden yardım iste­meyi adet et. Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme vararak ondan da yardım iste. Şeyhini şefaatçi, aracı kıl ki, seni sevinçle doldursun.
BAYINDIR- Şeyh şefaat yetki­sini kimden alı­yor? Allah hangi şeyhe böyle bir yetki ver­miştir?
Her namazın arkasın­dan okuduğu­muz Ayet’el-kürs­î’de ”Onun izni olmadan onun ka­tında şe­faat ede­cek olan da kim­miş?” buyrulmuyor mu?
Hz. Ebu Bekir'e varıncaya ka­dar bütün silsi­le­nizden yardım istemeyi adet edip kıyâmete kadar size cevap veremeyecek olan kişileri razı etmek için boşuna uğraşacağınıza Allah'ı razı et­meye çalışsanız daha iyi olmaz mı?
MÜRİT- Biz her şeyi Allah rızası için ya­parız. Çünkü “Allah’ın rı­zası her şey­den büyüktür.” (Tevbe 9/72)
BAYINDIR- Allah'ın reddettiği şeyleri ya­parak onun rızası kazanılır mı? Siz ne aklınızı kullanı­yorsunuz, ne de Allah'ın gön­derdiği Kur'an'a uy­gun davranı­yorsunuz. Halbuki, Allah"..pisliği aklını kullan­mayanların üs­tüne bırakır." (Yunus 10/100)
Şu âyetler sanki sizi an­latıyor:
“De ki, Allah’ın yakınında olduğunu bildik­lerinize yalva­rın ba­ka­lım. Onların göklerde de yerde de zerre ağırlığında bir şeye hükümleri geçmez. Onların bu iki şeyde bir or­taklıkları yok­tur. Allah’ın onlar ara­sından bir yardımcısı da bu­lunmaz. Allah’ın katında, kendisinin uy­gun gördü­ğünden başkası­nın şe­fa­ati yarar sağlamaz. Yürekle­rindeki korku giderilince “Rabbiniz ne bu­yurdu?” dediler. Hakkı buyurdu, diye cevap ver­di­ler. O yücedir, büyük­tür.” (Sebe’ 34/22,23)
“Rablerinin huzurunda toplanacak­ları gün­den korkanları Kur’an ile uyar; onların Alla­h’tan başka ne bir dostları ne de şefaatçileri vardır. Belki (bu sayede) kendilerini korurlar.” (En’am 6/51)
Allah kime şefaat yetkisi verirse yalnız on­lar, Allah’ın di­lediği kimse­lere şefaat edebilirler.
“Allah onların yaptık­larını da yapa­cak­larını da bilir. Şefaate yetkili kıldıkları, onun razı ol­duğu kişilerden başka­sına şefaat edemezler. Kendileri de onun korkusundan titrerler.” (Enbiya 21/28)
a-Şeyhin müridi savunması
MÜRİT - Bizim Şeyh Efendiye bakışımız, onun bize yardımcı olacağı yolunda­dır. Mesela bugün mahkemede avukat tutma zorunluluğu yoktur. Ama genellikle avukat tutanlar davayı ka­zanırlar. Şeyh Efendi de bizim avukatımız­dır.
BAYINDIR - Siz, gizli açık her şeyi bilen Allah'ı hakimle bir mi tutuyorsunuz?
“O gün kişi kardeşinden, ana­sından, ba­basın­dan, eşinden ve oğulla­rından kaçacaktır. O gün her­kesin işi başından aşa­caktır.” (Abese 80/34-37)
Durum böyle iken Şeyh Efendi nereden fır­sat bulacak da sizi sa­vu­nacaktır.
Ensar’dan Ümmü'l-alâ diyor ki, muhacirlere kur'a çekilince bize Osman b. Maz'ûn düştü. Onu evlerimize yerleştirdik. Sonra ölümüne sebep olan hastalığa tutuldu. Vefat edince yı­kandı ve kendi elbiseleri içine kefenlendi. Hz. Muhammed sallal­lahu aleyhi ve sellem içeri girdi. O sırada dedim ki, "Ebu's-Sâib! Allah sana rahmet eylesin. Allah'ın sana gerçekten ikramda bulunduğuna şahidim." Bunun üzerine Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: "Allah'ın ona ikram ettiğini ne biliyorsun?" Dedim ki, "Babam sana kur­ban ey Allah'ın Elçisi, Allah ya kime ikram eder?" Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bu­yurdu ki, "Evet ona kaçınılmaz gerçek geldi. Vallahi onun için hep hayırlar bekliyorum. Ama ben Allah'ın Elçisi olduğum halde nasıl karşıla­na­cağımı vallahi bilmiyorum."
Ümmü'l-alâ dedi ki, "Vallahi bundan sonra hiç kimseyi tezkiye etmem."
Ama siz şeyhinizin cennete gireceğinden emin olduğunuz gibi Allah'ın huzurunda sizi savu­nacağından da eminsiniz. Peygamberlerde bile olmayan bu güven size nereden geliyor?
Sonra bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah'ın gözünden kaçan bir şey mi var ki avu­kat­lığınızı yapacak olan şeyhiniz, hâşâ, Allah'ın huzu­runda onu hatırlatacak olsun? Ya da Allah, hâşâ, yargı­lamada hata mı yapacak ki, şeyhiniz ona engel olsun? Ne kadar yanlış bir yolda oldu­ğunuzu an­lıyorsunuz değil mi?
Şu ayetler üzerinde çok düşünmek gerekir:
“Onlar Allah’tan önce o şeytanları kendi­le­rine evliya edindi­ler. Zannediyorlar ki, doğru yol­dadırlar.” (Araf 7/30)
"Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelirse onun başına bir şeytan sararız. O onun arka­daşı olur.
Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yola girdiklerini hesap ederler." (Zuhruf 43/36 37)
Rahman'ın Zikr'i, Kur'an'dır. Siz, Kur'an'a zıt davranışlar içinde olduğunuz halde bunu görmezlikten geliyor ve adına evliya dediğiniz kişilerin arkasına takılıyorsunuz. Üstelik kendinizi hak yolun ortasında zannediyorsunuz.
b- Müridi Allah'a takdim
MÜRİT - Müftülükte bir müftü ile görüşmek ist­e­sen araya bir ka­pıcının girmesi, bir kişinin seni müf­tüye takdim etmesi gerekir. Araya kimse girmeden bir yet­kiliyle, bir bakanla pat diye görüşebilir mi­sin? İşte Şeyh Efendi de bi­zimle Allah arasında bir vesile, bir vasıta ol­maktadır.
BAYINDIR - Bize şah da­ma­rımızdan daha ya­kın olan Allah Teâlâ için bu söz nasıl söyle­nebilir.
Bu inanç insanı şirke sokar. Şirk zaten Allah ile kul ara­sına vasıta koymaktır. Zümer suresinde buna dikkat çekilmek­te­dir:
“İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir. Onun beri­sin­den veliler edinenler "Biz onlara başka değil sa­dece bizi Allah’a tam yaklaştırsınlar diye kulluk ederiz." derler. İşte Allah, onla­rın aralarında tar­tışıp dur­dukları şeyde hükmünü verecektir. Allah, yalancı ve gerçekleri örtüp du­ran kimseleri doğru yola sokmaz.” (Zümer 39/3)
Bu tür inanışlardan lütfen vaz­geçin. Çünkü şeytan insanı hep bu metotla saptırmaktadır.
Lütfen bana söyler misin, yaratan, besle­yen, bü­yü­ten ve sana senden yakın olan Allah mı seni daha iyi tanır, yoksa Şeyh Efendi mi?
MÜRİT- Tabii ki, Allah tanır.
BAYINDIR - Peki Şeyh Efendi senin ne­yini Allah’a tanıtacak? Selamlar sevgiler

15.08.2008 - rey2466

Dört Mezhepten Birine Uymamak Haramdır.

Ben bu siteye birkaç gün önce üye oldum. birkaç gündür siteyi
inceliyorum. ilk defa yazıyorum . Çok dikkatimi çekti de:
Şöyle yazılmış:

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(Tasavvuf büyükleri ve fıkıh âlimleri, kendilerine uyanlara şefaat ederler. Ruh teslim ederken, kabirde Münker ve Nekir sual ederken ve Haşrda, Neşirde, Hesapta, Sıratta yanında bulunurlar. Onu unutmazlar. Tasavvuf büyükleri, kendilerine uyanları, bütün korkulu yerlerde kolladıkları gibi, müctehid imamlar da korurlar. Bunlar, mezhep imamlarıdır. Bu ümmetin bekçileridir. Sevin ey kardeşim! Dört mezhep imamlarından dilediğini taklit et de saadete kavuş!) [Mizan-ül-kübra]

ve şöyle bir ayet var:

39-ez-ZÜMER : 44. De ki: Bütün şefâat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz

Burada bahsedilen imam mı doğru yoksa AYET Mİ ???

15.08.2008 - sevimli89

Dört mezhebe ne ihtiyaç vardır?

[i]"Hocam, Allah bir, kitap bir; fakat mezhep neden dörttür, diyenlere nasıl cevap verelim?"[/i]


Mezheplerin dört olması Allah'ın birliğine, kitabın tek oluşuna engel değildir. [b]Mezhep[/b], gidilen, izlenen ve takip edilen yol demektir. Bir camin dört kapısı varsa, herkes bir kapıdan camiye girer, aynı mekânda buluşurlar. Burada önemli olan camiye girmektir. Giriş kapılarının farklı olması sorgulanmaz. Çünkü girdiği kapı kimisinin evine ve dükkânına yakındır, kimisi de sürekli aynı kapıdan girdiği için öyle kolayına gelmiştir. Siz kalkıp, "[i]herkes tek kapıdan girecek[/i]?" diyebilir misiniz?

[b]Bir başka örnek[/b]: Bir bardak su, hastalığın şekline göre beş farklı hüküm alabilir. Meselâ, birisine hastalığının durumuna göre su ilaçtır; tıbbî olarak ona vaciptir. Diğer birisine hastalığı için zehir gibi zararlıdır; tıbbî olarak ona haramdır.

Diğer birisine az zarar verir; tıbbî açıdan ona mekruhtur. Diğer birisine zarar vermez, yararlı olur; tıbbî olarak ona sünnettir. Diğer birisine ne zarar verir, ne de yarar; afiyetle içsin, tıbbî olarak ona mubahtır. İşte hak burada çoğalır, beşi de hak olur. Sen diyebilir misin ki: "[i]Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir; başka hükmü yoktur[/i]." İşte bunun gibi, mezhepler de Müslümanların yaşadıkları bölgeye, örf ve âdetlerine göre değişiklik gösterir. Hak olarak değişir ve her birisi de hak olur, maslahat olur.1

[color=red]Mezheplerin kaynağı Kitap ve Sünnettir.[/color] Yani Kur'ân-ı Kerim ve Peygamberimizin hadisleridir. Mezhep imamları olan âlimler bu konularda ileri derecede uzman ve yeterli insanlardır. Müçtehid âlimler başta ibadetler olmak üzere, bireysel ve sosyal hayatta, ailevi ve hukuki meselelerde Kur'ân'a, hadislere, sahabilerin uygulamalarına ve diğer uygulamadaki kıyasları inceleyerek içtihatlarda bulunurlar. Müslümanların ihtiyacı olan meselelerde hükümler çıkarırlar ve bu hükümler uygulama alanı bulur.

Mezhep imamlarının dini kaynaklardan hüküm çıkarmaları biraz da ilaç yapımına ve kullanımına benzer. Hastalanıp ilaca ihtiyaç duyan kişiler kendileri gidip bitkisel ve hayvansal ürünlerden ilaç yapma yerine, eczaneden hazır ilaçları alır, kullanırlar.

Çünkü ilaç yapmak bir uzmanlık alanıdır ve bilimsel bir uğraşıdır.İlaç firmalarının ürettiği, piyasaya sürdüğü ilaçlara güvenirler, doktorların yazdığı reçete karşılığında ilaçlar alınır kullanılır. Burada hem bir kolaylık vardır hem pratikte bir itimat vardır. Mesela, baş ağrısı için on'larca ilaç vardır. Fakat doktor reçeteye hangisini yazarsa, onu kullanırız. Hepsi de baş ağrısını keser ancak bazılarının katkı maddeleri farklıdır, bazılarının da sadece firması ve adı değişiktir. Şimdi kalkıp, "[i]aspirin yeter, başka ağrı kesiciye gerek yoktur"[/i] diyebilir miyiz?

Bunun gibi din birdir, Kur'ân tektir, Peygamber bir tanedir; ama Müslümanlar değişik iklimlerde, bölgelerde yaşadıkları, farklı kültür ve geleneklere bağlı oldukları için, dinin bazı ayrıntı meselelerinde değişik uygulama alanlarını tercih ederler.

Namazı örnek olarak verecek olursak; bütün mezheplerde namazın kılınma şekli asıl itibariyle aynıdır, bir değişiklik yoktur. Sadece el bağlamada, oturuş şekillerinde bir iki değişiklik vardır. Mesela, Hanefiler, Şafiiler ve Hanbeliler ellerini bağlarken, Malikiler ellerini yanlarına salıverirler. Oturuşlarda da buna benzer küçük ayrıntılar vardır. Bu değişikliklerin de kaynağı Peygamberimizin değişik zamanlarda farklı uygulamada bulunmasıdır. Hepsi de doğrudur çünkü kaynak, dini getiren ve tebliğ eden Peygamberimizdir.

1.. Sözler ((27.. Söz)) ss.. 454--455..

[u]Mehmet Paksu Bugün Gazetesi Yazarı[/u]

27.07.2008 - freef

Konular