Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Kur’anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Reformcular ve yenilikçiler Kur’an-ı Kerimi yorumlama, ondan dinî hüküm çıkartma konusunda da Müslümanların kafalarını karıştırmış, dinî kesimde anarşiye yol açmışlardır. Yanlış fikir ve metodlarının özü şudur: “Her Müslüman kutsal kitaptan kendi kafasına ve anlayışına göre hüküm çıkartabilir, onu yorumlayabilir.” Ne kadar hatâlı ve sakıncalı bir zihniyet ve metod! Evet Kur’an-ı Azimüşşan elbette bütün Müslümanların kitabıdır, hidayet kaynağıdır. Ancak, ondan hüküm çıkartmak, onu tefsir etmek her müslümanın yapabileceği bir şey değildir. Tefsir ve hüküm çıkartma işi ve vazifesi ehliyetli, liyakatli, icazetli müctehidlerin , müfessirlerin işidir.
“Men fessere’l-Kur’ane bi re’yihi fekad kefer” buyurulmuş
tur, yâni Kur’anı kendi kafasına göre yorumlayan kâfir olur denmektedir. Birtakım ilahiyatçılar hazırladıkları Kur’an tefsirlerinde Ehl-i Sünnet sınırlarını aşmışlar ve son derece yanlış ve sakıncalı yorumlar yapmışlardır. Bir örnek verelim: Cennet’in kapılarını açmışlar ve Hz. Muhammed’in risaletini, Kur’an-ı, İslam’ı inkâr edenleri de oraya sokuyorlar. Kur’an, Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu ilân edenleri kesin şekilde reddediyor, bizim reformcu ilahiyatçı ise İsa aleyhisselama “ibnullah” diyenleri Cennet’e dolduruyor. Allah akıl fikir versin… Bazı reformcular o kadar ileri gidiyorlar ki, “Ebû Hanife de bizim gibi bir insandı, o ictihad yapabiliyor da biz niçin yapamayacakmışız ?…” gibi gülünç muhakemeler yürütüyorlar. Din çok hassas bir konudur. Kaynaklardan din hükmü çıkartmak, Kur’anı yorumlamak büyük ihtisas ister. Doktor, mühendis, tâcir, bakkal, çiftçi, terzi, ev kadını, üniversite öğrencisi, işçi kutsal kitabımızdan kendi kafalarına, irfanlarına, heva ve re’ylerine göre hüküm çıkartmaya kalkarsa İslam toplumunda anarşi baş gösterir, her kafadan bir ses çıkar, dört hak mezhep yerine binlerce bâtıl mezhep meydana gelir ve Ümmet-i Muhammed çöker. Müslümanlar elbette Kur’an-ı Azimü’ş-şanı okuyacaklar; tefsir, tercüme ve meallerini inceleyecekler, bu kıraatten yararlanacaklardır. Kur’andaki kıssalardan, öğütlerden, uyarılardan ders, ibret, hisse alacaklardır. Ancak kesinlikle kendi heva ve re’yleriyle kutsal kitaptan hüküm çıkartmaya yeltenmeyeceklerdir. Şu husus da bir an bile hatırdan çıkartılmamalıdır: Zamanımızda bir takım ehliyetsiz, liyakatsiz kişiler para kazanmak için Kur’an meâlleri, tercümeleri, tefsirleri hazırlayıp yayınlamışlardır. Ehl-i Sünnet Müslümanlarının bunları kesinlikle satın almaması, okumaması gerekir. Yarım doktor insanı candan, yarım din âlimi dinden imandan edermiş. Usûl-i tefsir kitaplarında kimlerin tefsir yapabileceği yazılıdır. Müfessir (Tefsir âlimi) olabilmek için on dört Arabi ve dini ilmi iyi bilmek gerekir. Bunları öğrenen ve ilmiyle âmil olan kullarına Allahü Teala hazretleri onbeşinci bir ilmi nasip eder ki, o ilim kesbî (okuyup öğrenerek elde edilen) biri ilim değildir, vehbî’dir, yâni Allah vergisidir. Bu onbeş ilmin yanında müfessirin, yaşadığı çağdaki dünyevî kültüre de sahip olması gerekir. Felsefe, sosyoloji, antropoloji ve saire…

Mehmet Şevket EYGİ'nin ''Dinde reformcular, yenilikçiler,Fazlurrahmancılar ve diyalogcular'' adlı yazısından bir kısımdır.

18 yorum

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Ben Kuran, Hadis, İcma ve İslam Dünyasının çoğunluğunu temsil eden Ehli Sünne alimlerinin kıyas ve ictihadlarını burada tekrar ettim ve belki bir kaç cümle de ne yapıp yapmamamız konusunda eklemeler yaptım. Eklemelerim, ehli sünnete uyalım, Kadiriliğe kimse bir şey dememiştir, gibi şeyler.
Sizin anlaşamadığınız ben değil yüzlerce yıldır İslam Dünyasının çoğunluğunun üzerinde birleştiği şeylerdir.
Allah hepimizi hidayet üzerinde sabit kılsın sayın Hocam.
Ben de burada bitiriyorum.

19.07.2008 - freef

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Bu konuyu burda kapatıyorum .Siz elinizden geldiği kadar bir şeyler anlatmaya çalıştınız bende öyle,ama pek anlaşamadığımız ortada.Açıklamalarınızdan dolayı bana hakkınız geçti helal edin lütfen.Allah yolunuzu açık etsin,Allaha emanet olun.Selamlar sevgiler

19.07.2008 - rey2466

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Hocam o bahsettiğiniz Profosör ve onun gibi bir kaç kişi bidatçidir. Eğer gerçekten niyetiniz iyi ise onun gibi kendi aklına göre gidip ve o akla göre gitmeyi size tavsiye edenlerden uzak durun, derim.

İslam dininde tek başına gitmek yoktur. Ehli Sünnet ve’l cemaat, hem sünnete bağlılığı hem de cemaate intisap etmeyi yol olarak benimsemiştir. Burada ise ölçü yine Peygamber Efendimiz_Aleyhiselam_dır.

Yüce Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de; Cemaatla ilgili bazı Ayet-i Celile'lerinde şöyle buyurmuştur:

1-"Hep birlikte Allah'ın ipine (Yani Kur'an'a, Şeriat'a, Cemaata) sımsıkı yapışın, dağılıp parçalanmayın." (62)

2- "Ey iman edenler! Allah'a ve Rasulü'ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz." (63)

3- "Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten men eden bir topluluk (CEMAAT) bulunsun. İşte onlar felaha erenlerdir." (64)

4-"(Rasulüm) Sana BEY'AT edenler hiç şüphesiz Allah'a Bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir." (65)

5-"Andolsun ki, sana o ağacın altında BEY'AT ederlerken Allah mü'minlerden razı oldu." (66)

6-"Ey Peygamber! Mü'min kadınlar seninle BEY'AT etmeye geldikleri zaman, BEY'AT'larını kabul et." (67)

7- "Saflar bağlayıp duranlara yemin ederim." (68) (Elmalılı merhum :"Safsaf duranlar" cemaat olanlardır, diyor.)


CEMAATLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER

Resulullah (s.a.) bir hadis-i şeriflerinde :

1- "Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş, bana isyan eden Allah'a isyan etmiş olur. Kim emirine itaat ederse bana itaat etmiş, kim emirine isyan ederse bana isyan etmiş olur." (69)

Cemaat nedir? Önce bu kelime üzerinde duralım. CEMAAT. Cemaat derken Tabi ki akla İslam Cemaati gelmelidir. İslam Cemaati ise şöyle oluşmalıdır. Şer'i Şerife uygun bir şekilde şartlarını taşıyan bir mü'mine bey'at edilir. Beyat sonucu ortaya çıkan kişi mü'minlerin emiri olmuş olur. Diğer mü'minler de o emir etrafında toplanırlar ve bir CEMAAT oluşturmuş olurlar.

Şimdi BEY'AT kavramını izaha çalışalım: "Arapça bir kelime olan BEY'AT : "Kabul etmek, bir akidden (anlaşmadan) razı olmak ve tasdik etmek" gibi manalara gelir."... İslami ıstılahta : " Bir mükellefin; ehil bir CEMAAT ( ehl-i hal ve'l akd ) tarafından tesbit edilen halifeye ( İmam'a, ulu'lemr'e) itaat edeceğine ve sadık kalacağına dair, söz vermesine BEY'AT denilir."

Bey'at'ta asıl olan; Bey'at edecek mü'min kendi elini, emirinin eli üzerine koymasıdır. Bu bir anlamda mükellefin; "Meşru (şer'i) olan her emirde (hoşuna gitse de, gitmese de) itaat edeceğine dair sadakat yeminidir. Zira Resül-i Ekrem (SAV)'in : "Müslümanlar gerek hoşlarına giden, gerek hoşlarına gitmeyen her hususta kendilerinden olan emir sahiplerine itaat ederler. Bununla yükümlüdürler. Ancak günah işlemeleri emredilirse, itaat etmezler." buyurduğu bilinmektedir.

Bey'at; Kitap, Sünnet ve Sahabe-i Kiram'ın icmaı ile sabit olan, salih bir ameldir. İslam uleması "Bey'at Farzdır" hükmünde ittifak etmiştir. Bazı çevreler ; "Bey'atın farz olabilmesi için, İslami bir yönetim (devlet) şarttır" iddiasını ileri sürmektedirler. Resulullah (SAV) ile mü'minlerin yaptıkları ilk Bey'at; "AKABE'de" gerçekleşmiştir. Bu tevatür derecesindeki haber; bütün kaynaklarda yer almıştır. Bu Bey'atın; Mekke tebliğ döneminin sonlarına rasladığı da bilinmektedir. Mekke dönemiyle ilgili olarak İmam-ı Serahsi : "--O dönemde Mekke; İslam ahkamının tatbik olmadığı bir darü'ş-şirk idi" hükmünü zikretmektedir ...Dolayısıyle; ilk Bey'atın gerçekleştiği dönemde, İslami bir devlet mevcut değildi......

Bilindiği gibi mü'minlerin kendi içlerinden seçtikleri bir Ulu'lemre itaat etmeleri, kat'i nassla FARZ kılınmıştır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de : " Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin... " (70)
Müslümanların bir kısmının milyonlar vererek ceplerinde bir gurur vesilesi yaparak taşıdıkları "Tesbih" i düşünelim. İslam cemaatini en güzel bir şekilde canlandırarak sembolize eden tesbihi. En başta bir "İmame", sonra bir iplikle birbirine bağlanmış tesbih taneleri. Baştaki imame zaten ismiyle anılan "İmam"ı ifade ediyor. Yani Mü'minlerin bey'at ederek bağlanacakları, itaat edecekleri imamı. Taneler ise mü'minleri, yani İslam cemaatinin fertlerini ifade etmektedir.

Taneleri bir birine bağlayan iplik ise Mü'minleri imama bağlayan manevi bağ olan "Beyât"ı ifade etmektedir. Bey'atı olmayanın imama bağı olmaz. Yani taneleri İmameye bağlayan iplik olmayınca taneler topluluktan-Cemaatten ayrılır, koparlar. Cemaatten ayrılanın ise küfre-şirke, batıl ideolojilere kurban olması an meselesidir. Onun için "Bey'at"sız, itaatsız yaşayan mü'minler şu mübarak Hadis-i Şerifle uyarılmışlardır : "....Her kim de bey'at sorumluluğu olmadan ölürse, Cahiliyye ölümüyle ölür." (71)

Bu tesbih misalinin İslam cemaatine teşbihini sakın unutmayalım! "La teşbih ve la temsil" Bu teşbih, anlatılmak istenenleri en güzel bir şekilde anlatmaktadır. Her türlü tehlikenin bulunduğu ıssız sahrada analarını kaybettikten sonra vahşi canavarlardan kurtulmak için sağa-sola koşuşan civcivlerin hazin hali; sayıları bir milyarı aşan başsız ümmetin halini andırmaktadır. Başı koparılmış bir canlının çırpınışı, nasıl beyhude bir çırpınış ise; başsız ümmetin vücut bulmak için çırpınışı da o kadar beyhude bir çırpınışdır!


"CEMAAT : Cemaat kelimesinin Şeriat ıstılahındaki anlamı; "Resulullah (a.s)'ın ve Ashabının üzerinde bulundukları çizgi ve İTİKAD ve bu itikad üzere olan kitle olarak ifade edilebilir. "Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat" tabiri de bu anlamı ifade etmektedir....Bu inançta insanlar bulunmadığında da kelimenin ıstılah anlamına göre hiçbir şekilde "CEMAAT" meydana gelmiş olamaz!!!

Bazen Cemaat kelimesi, doğru çizgide olan ve kendisi hakkında İMAMETLE ilgili hükümler uygulanmış bir imamın etrafında toplanmış, hak ve adalet ehli olan kitle anlamına da kullanılır. Kim böyle bir kitlenin içerisine girer, inancı da temiz (batıl ve sapık şeylerden arı) olursa o CEMAAT'tendir. Cemaat kelimesi, yerine göre müslüman toplum anlamına da kullanılır. Bu anlamda CEMAAT, taşrada yalnız kalmış kimselerin tersi anlamındadır. Çünkü kişi, ancak topluluk halinde yaşanılan merkezlerle irtibatlı olduğunda CUMA namazlarını kılabilir ve cemaatle namaza devam edebilir.

Cemaat kelimesi bazen de hakka yapışma anlamında kullanılır. Böyle bir durumda, kişi yalnız da kalsa bir CEMAATTIR.....Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur : " Şüphesiz İbrahim bir Ümmetti " (72) Nitekim sahih bir rivayetle nakledildiğine göre İbn-i Mes'ud'un da şöyle söylediği bildirilmiştir : "Cemaat, tek kalsa da kişinin hakka uygun olmasıdır."
Bu tariflerden de anlaşılacağı gibi, emiri olmayan yüzlerce veya binlerce insan bir araya gelmiş olsalar yine de cemaat oluşturmuş olmazlar.
2- Buhari ve Müslim, Busra bin Abdullah (r.a)'tan rivayet etmişlerdir : "Ebu İdris Havlani, Huzeyfe (r.a) 'nin şöyle söylediğini bildirdi : İnsanlar Resulullah (a.s)'a sürekli hayır hakkında soru sorarlardı. Bense bana dokunabileceği korkusu ile sürekli şer (fenalık) hakkında soru sorardım. Bir keresinde Resulullah (s.a)'a şöyle sordum :" Ey Allah'ın Resulü, biz daha önce cahiliyet ve şer ( fenalık) içinde idik. Daha sonra yüce Allah bize şu hayrı (İslam'ı) ulaştırdı. Bu hayırdan sonra yine şer gelecek midir?"

Resulullah (a.s) : "Evet" diye buyurdu. "Peki bu şerden sonra yine hayır gelecek midir?" dedim." "Evet, içerisinde de bir duman (karışıklık, bozukluk) olacaktır." diye cevap verdi. "Dumanı (karışıklığı) ne olacak" dedim." "Benim Sünnetim dışında bir yol tutan ve benim gösterdiğim hidayet çizgisi dışında bir çizgi benimseyen topluluk olacak. Onları tanıyacak ve reddeceksin" diye buyurdu. "Peki bu hayırdan sonra yine şer gelecek midir" diye sordum. Resulullah (a.s) : "Evet Cehennemin kapılarında duran davetçiler ortaya çıkacaktır, bunların çağrısına uyanları, Cehennemin içine atacaklar" diye buyurdu.

Ben: " Ey Allah'ın Resulü, sen bize onların özelliklerini bildir" dedim. Resulullah (a.s): "Evet onlar bizim gibi görünür ve bizim dilimizle konuşurlar" diye buyurdu. "Ey Allah'ın Rasulü, ben o insanların zamanına yetişirsem ne yapmamı uygun görürsün- bir rivayette de, ne yapmamı emredersin, şeklinde geçmiştir-?" dedim. "Müslümanların Cemaatları ve İmamları ile birlikte ol" diye buyurdu. "Eğer Müslümanların bir Cemaati ve İmamları olmazsa?" dedim. " O zaman da, ağaç kökünü yemek zorunda kalacak kadar zor duruma düşsen bile, bu hal üzere ölüm sana gelinceye kadar bütün bu (sapık) fırkalardan uzak dur" diye buyurdu."

Müslim'in buna benzer bir başka rivayeti daha vardır. O rivayette şöyle bir farklılık bulumaktadır : "(Ebu Huzeyfe (r.a) şöyle dedi) : " Dumanı (karışıklığı) nedir" diye sordum. Resulullah (a.s) : "Benim Sünnetimi benimsemeyen bir topluluk ortaya çıkar. Bunların içinde, bedenleri insan bedenleri gibi ama kalpleri Şeytan kalpleri olan bir takım adamlar bulunacaktır." diye buyurdu. Ben :"Ey Allah'ın Rasulü! Eğer onların zamanına ulaşırsam ne yapayım?" diye sordum. "Dinler ve itaat edersin. Sırtın dövülse ve malın alınsa bile dinle ve itaat et" diye buyurdu."
3- Buhari ve Müslim, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan rivayet etmişlerdir : "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu : "Kim emirinin herhangi bir şeyinden hoşlanmazsa sabretsin. Kim yöneticiden (Müslüman yöneticiden) bir karış uzakta ölürse, bir tür Cahiliye ölümü üzere ölür." Bir başka rivayette de şu ifadeye yer verilmiştir :"...bu hoşlanmadığı şeye sabretsin. Kim Cemaatten bir karış uzaklaşırsa, onun ölümü Cahiliye ölümü üzere olur."
4- Buhari ve Müslim, Muğire bin Şu'be (r.a)'den rivayet etmişlerdir : "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu: "Ümmetim içinde hak çizgi üzere yürüyen bir taife sürekli bulunur..." Bezzar, Fadale bin Ubeyd (r.a)'den rivayet etmiştir : "Resulullah şöyle buyurdu : " Üç kişi hakkında bir şey sorulmaz :

1-Cemaatten ayrılan kişi.

2-İmamına (müslüman olan yöneticisine) isyan edip de böyle isyan üzere ölen kişi.

3- Efendisinin yanından kaçıp da ölen köle ya da Cariye için."

İmam Nevevi, Rib'i bin Haris (r.a)'den şu şekilde rivayet etmiştir :Huzeyfe (r.a) şöyle söyledi :"Ben Resulullah (a.s)'ın şöyle buyurduğunu duydum : " Kim Cemaatten ayrılır ve yönetimi küçük düşürürse, Allah'ın kendisini hoş karşılamayacağı bir halde, Allah'ın huzuruna çıkar."

İmam Ahmed, Ebu Zer (r.a)'in merfu olarak şöyle söylediğini rivayet etmiştir : " Kim Cemaatten bir karış uzaklaşırsa, İslam halkasını boynundan çıkarmış olur."
Tirmizi, Abdullah bin Abbas (r.a)'tan rivayet etmiştir : "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu : " Allah'ın eli Cemaatle birliktedir." Taberani, İbni Ömer (r.a)'den rivayet etmiştir : "Resulullah (s.a) şöyle buyurdu : "Benim Ümmetim sapıklık üzere bir araya gelmeyecek. Sizin cemaatle birlikte olmanız gerekir. Allah'ın eli Cemaatle birliktedir."

İmam Ahmed, Abdullah bin Ömer (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir : " Dikkat edin bir adam bir kadınla yalnız yerde başbaşa kalmasın. Aksi halde üçüncüleri Şeytandır. Cemaate bağlı kalın. Dağılmaktan kaçının. Şeytan tek kişi ile beraberdir. İki kişiden ise daha uzaktır. Kim Cennetin ortasını arzuluyorsa, Cemaatle birlikte bulunmaya özen göstersin."

Hakim, İbni Abbas (r.a)'tan rivayet etmiştir : "Resulullah (a.s) şöyle buyurdu : "Allahu Teala benim Ümmetimi sapıklık üzere asla birleştirmez. Allahu Teala'nın eli de Cemaatle birliktedir." Taberani, Haris bin Kays (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir : "Bana Abdullah İbni Mes'ud (r.a) : "Ey Haris bin Kays, cennetin ortasına yerleşmek senin hoşuna gitmez mi?" diye sordu. Ben "Evet" dedim. Bunun üzerine ." Öyleyse İnsanların (Mü'minlerin) Cemaatlerine bağlı kal." dedi."

Hakim, Yesir bin Amr (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir : "Hz. Osman (r.a) öldürüldüğünde, Ebu Mes'ud (r.a) evinde uzlete çekildi. Bu sırada ben yanına giderek, insanların durumlarından sordum. Şöyle dedi: " Cemaate bağlı kal. Allahu Teala, Muhammed ümmetini sapıklık üzere bir araya getirmemiştir." Bir başka rivayette Yesir'in şöyle söylediği bildirilmiştir : "Hz.Ali (r.a) öldürüldükten sonra Ebu Mes'ud (r.a) ile karşılaştım. Peşinden gittim ve kendisine : "Allah adına söylemeni istiyorum. Sen Resulullah(a.s)'tan fitnelerle ilgili olarak ne duydun? " diye sordum. Şöyle söyledi : "Biz bir şeyi gizlemeyiz. Sen Allah'tan kork ve Cemaatle birlikte ol. Dağılmaktan ve ayrılıktan da sakın. Allahu Teala Muhammed (a.s)' ümmetini sapıklık üzere birleştirecek değildir." (73)

5-"Hz. Enes (r.a) anlatıyor: "Resulullah (a.s) buyurdular ki : " Dinleyin ve itaat edin! Hatta üstünüze, başı kuru üzüm tanesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa, aranızda Kitabullah'ı tatbik ettikçe... (itaattan ayrılmayın)." (74)

6-"Hz. Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor : "Resulullah (a.s) buyurdular ki : "Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmiş ise, mutlaka Allah'a isyan etmiştir. Kim emire itaat ederse mutlaka bana itaat etmiş olur. Kim de emire isyan ederse mutlaka bana isyan etmiş olur." (75)

7- Hz. İbni Ömer (r.a) anlatıyor : "Resulullah buyurdular ki: "Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, masiyet ( Allah'a isyan ) emredilmişse o hariç, eğer masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat de yok." " Kim emirinden hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşırsa sabretsin, zira kim Sultandan bir karış uzaklaşır ve ölürse Cahiliyye ölümü ile ölmüş olur. "... "Allah'a isyanda kula itaat yok." "Allah'a itaat etmeyene itaat yok." ... " Allah'a isyan edene itaat yoktur."..."Ulema, Küfre düşen imamın mün'azil olduğunda, bu durumda bütün müslümanlara, kıyam etmenin vacip olduğunda İCMA etmiştir."

8-Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor : "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kim itaatten dışarı çıkar ve Cemaatten ayrılır ve bu halde ölürse, Cahiliyye ölümü ile ölür." (76)

9-" Size Cemaati tavsiye ederim, ayrılıktan da sakının, zira şeytan iki kişiden uzak durur. Cennetin ortasını isteyen, Cemaatten ayrılmasın. " .. ."Allah ümmetimi dalalet üzere toplamaz. Allah'ın eli Cemaatledir. Cemaatten ayrılan ateşe gider." " Cemaat rahmet, ayrılık azabtır." ..."Kim Cemaatten bir karış ayrılır, sonra da ölürse, Cahiliyye ölümü ile ölmüş olur...boynundaki İslam bağını çıkarıp atmış olur." (77)


"Müslümanlar gerçek olarak İslam'a tabi' olup cemeatleşirlerse, Allahu Teala (cc)'nın kuvveti cemaatle olur. İsyan olan yerde itaat etmemeleri takdirinde kendilerine bir zarar gelmez. Nitekim Tirmizi'nin tahric ettiği İbni Abbas'tan gelen bir rivayette Rasulüllah sallallahu aleyhi ve sellem: H.34- "Allah'ın kudreti cemaatle beraberdir." buyurmuştur." Zemahşeri diyor ki: "Yani ehl-i İslam'ın cemaati Allahu Teala'nın hıfz ve himayesi altındadırlar." Ti'bi diyor ki: "Yani, adil imamla beraber olan cemaatten ayrılmayın. Çünkü Allah'ın hıfz-u himayesi adil imama tabi' olanla beraberdir."

İbn-i Hacer diyor ki: Her ne kadar Tirmizi'nin bu hadisi zayıf ise de başka yollarla takviye olunur. Her hal ve karda cemaat rahmettir, parçalanmak ve tefrika azabdır, denilmektedir ve bu gerçektir." (78)

10-"Müslim'in tahric ettiği, Ebu Hureyre radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : H.45- "Kim itaattan çıkar ve Cemaatten ayrılıp ölürse, Cahiliyye ölümüyle ölmüştür...." Şu kadar ki, Hadis-i şerif'teki tehdit "Kafir olurlar (olarak ölürler)" demek değildir, "çok asi olurlar" manasındadır." "İbn-i Adi ve Taberani'nin tahric ettiği, Ebi Musa ve Ebi Emame'den, radıyallahu anhuma, gelen bir rivayette şöyle buyrulur : H.51 "İki ve fazlası Cemaattir."... "Yine İmam Ahmed'in tahric ettiği, Ebi Zer radıyallahu anh'tan gelen bir rivayette: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : H.52- "İki kişi bir kişiden daha hayırlıdır; Üç kişi iki kişiden daha hayırlıdır. Dört kişi üç kişiden daha hayırlıdır. Binaenaleyh size CEMAATİ emrederim. Gerçekte Allahu Teala (c.c), elbette ümmetimi hakk olan yoldan başkasında bir araya getirip CEMAATLEŞTİRMEZ." (79)
"Mü'minlerin; "Kime,hangi şartlarda ve nasıl" itaat edecekleri , neyi kesinlikle reddedecekleri Nisa Suresinin 59.ve 60.ayet-i kerimelerinde açıkça izah olunmuştur. Resül-i Ekrem (SAV)'in : "Her kim Ulu'l-Emr'e itaatten bir el kadar ayrılırsa, kıyamet gününde Allah (cc)'a fiili ( ameli) hususunda lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda (Ulu'l-emr'e) Bey'at'ı olmayarak ölürse, cahiliye ölümü ile ölür." (80) buyurduğu sabittir.

İslami eserler'de: "Halife, Sultan, Ulu'l-emr, Veliyy-ül Emir, Emir'el- Mü'minin, Devlet Başkanı ve İmam" kavramları, hep aynı mahiyeti beyan için kullanılmışlardır. İbn-i Hümam "Kitabu'l- Müsayere" isimli eserinde : "--Mü'minlerin kendi içlerinden bir imam seçmelerinin sebebi, İslam'ın hükümlerini hakkı ile eda etmek içindir" diyerek önemli bir noktaya işaret etmektedir.

İmam Ebu Muin En Nesefi: " Üzerimizde İslam devlet başkanı olan imamı (Ulu'lemr'i) görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. İmam, devlet başkanı olan halifedir. İmametin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kafir olur. Çünkü dini hükümlerin bir kısmının farz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cuma Namazı, Bayram Namazı ve yetimleri evlendirmek gibi... İmamı inkar eden farzları inkar etmiş olur. Farzları inkar eden de kafir olur." hükmünü zikreder." (81)

Ayrıca Bazı alimler : " Zalim bir hükumdarın emrinde geçen altmış yıl, hükumdarsız geçen tek bir geceden daha hayırlıdır." demişlerdir... "...Siyasi vekalet; en küçük toplum birimine kadar, her yerde aynı öneme haizdir. Ebu Said El-Hudri (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resül-i Ekrem (s.a.v.) : "-Üç kişi sefere çıkarlarsa, mutlaka içlerinden birini emir (imam) Tayin etsinler." (Sünen-i Ebi Davud-İst.1401, K.Cihad:80) emrini vermiştir." (82)
Selim akıl sahibi her mü'min, Resül-i Ekrem (sav)'in : " Dünyanın ücra bir köşesinde de olsa, üç kişinin içlerinden birini kendilerine emir (İmam) tayin etmeden yaşamaları helal olmaz." mealindeki mübarek tesbitine uygun olarak amel etmek borcundadır." (83)
12- Buhari, Müslim ve İbn Mace'nin ittifakla Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri bir hadiste Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur : "İsrail oğulları zamanında onları peygamberler idare ederdi. Her ne zaman bir peygamber vefat ederse onun yerine başka bir peygamber gelirdi. Hiç şüphesiz benden sonra peygamber yoktur. Ancak HALİFELER olacaktır. (Ümmeti bu devlet reisi olan halifeler idare eder)". (84)

13-"İmam veya emire itaatin Peygambere itaat, Peygambere itaatin Allah'a itaat olduğu, İmama isyanın da aynı şekilde Peygambere ve Allah'a isyan olduğu açıklanmıştır. Ayrıca İmama itaat etmeyip CEMAATTEN ayrılmanın bir nevi cehalet ölümüyle ölmek olduğu BUHARİ ve MÜSLİM'de rivayet edilen hadislerde belirtilmiştir. Müslim'de bu manada zikredilen bir hadis şöyledir : "Kim bey'at'siz olarak ölürse cehalet ölümüyle ölür" (85)

14-"Kim zamanının imamını tanımadan ölürse bir nevi cehalet ölümüyle ölür." Fukahadan; Ayni, "cehalet ölümüyle ölür demekle kafir olur manasının kastedilmediğini" belirtmektedir. (86)
İslam; iki başlılığı Peygamberimizin (sav) şu hadis-i şerifiyle yasaklamıştır : "İki halifeye BİAT olunacak olursa sonrakini öldürün." (87)

15-"Abdullah b. Mes'ud (r.a.) demiştir ki : "Ey insanlar! Sizin taat ve CEMAATA sarılmanız gerekir. Çünkü onlar, Allah'ın kendisine sarılmanızı emrettiği ipidir. Hiç şüphesiz CEMAAT ve TAAT içinde hoşunuza gitmeyen şeyler, ayrılık halindeki güzel bulduğunuz şeylerden daha hayırlıdır." (88)

16-Rasulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki : "Sizin CEMAAT (halinde olmanız) gerekir. Şüphesiz şeytan, tek kalanla beraberdir; (onu kolayca etkileyip, kalbine vesvese verir). İki (hayır ehli) kişiden ise; çok uzakta durur. Kim iman selameti ile ölüp, cennette olmak istiyorsa; (takva üzere kurulan) CEMAATA yapışsın."...

17-"Şüphesiz Allahü Teala (c.c), Ümmetimi dalalet (sapık fikir ve fitne) üzerinde bir araya getirmez. Allah'ın eli (rahmet ve desteği) CEMAATLE birliktedir. Kim (hak üzere giden) CEMAATTEN ayrılırsa ateşe gider." (89)

18- Diğer bir hadis-i şerif'te, İslam Cemaatinden ayrılanın durumu şöyle anlatılmaktadır : " Kim (Kur'an ve Sünnet üzere giden) CEMAATTAN bir karış ayrılırsa; boynundan İslam bağını çıkarmış olur." (90)

19-Rasulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki : "Kurdun sürüden ayrılan koyunu kaptığı gibi, şeytan da (cemaattan ayrılan) insanı kapar. Bölünüp dağılmaktan (guruplara) ayrılmaktan sakınınız. Size (Allah için) CEMAATA sarılmanız ve (hak üzere giden ) çoğunluğa katılmanız gerekir." (91)

Meşhur Müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (rh.a.) "Allah'ın ipine toptan, sımsıkı sarılın" ayetini açıklarken, şu kıymetli açıklamalarda bulunmuştur : "...Ben kendi başıma, yalnızca dinimi, imanımı koruyabilirim" demek tehlikelidir. Kendi başına kalan fertlerin, iman ve İslam üzere, hüsn-i hatime ile ahirete gidebilmesi şüpheli olur. Ferd zorlama ve baskı altında her şeyini kaybedebilir. Çünkü (hadis-i şerif'te belirtildiği gibi) : "Allah'ın eli (rahmet ve desteği Hakk üzere giden) CEMAATLA birliktedir." Ve dinin dünyada en büyük feyzi de bu toplumun kuruluşundadır..." (92)

M. Hamdi Yazır (rh.a) hocaefendi, mevcut hastalığımızın teşhisi koymuş ve mührünü şu şekilde vurmuştur:

"Gel seninle konuşalım. Günahlarımızı bir gözden geçirelim. Felaketimizin başı olan günahı bulalım, ona göre tevbemize başlayalım, Hak'dan ecir isteyelim.

Ey müslüman! Lafım sana olmasaydı günahın başında imansızlığı sayardım. Lakin ben seninle konuşuyorum. Senin, benim günahımızdan bahsediyorum. Şimdi sana bütün imanla söylerim ki, günahımızın başı CEMAATSİZLİKTİR. Seni beni ahlaksız eden, yardımsız, kuvvetsiz bırakan, büyük büyük amellerden, emellerden alıkoyan, heva ve hevesine kaptırıp da sefahetlere, rezaletlere garkeden, Allahu Teala'yı unutturup, şuna buna boyun eğdiren CEMAATSİZLİKTİR." (93)
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz : "İbn-i Nüceym'in "El-Bahrü'r Raik", İbn-i Hümam'ın "Fethü'l-Kadir" ve İbn-i Abidin'in "Reddü'l-Muhtar" isimli kıymetli eserlerinde, gayr-i müslimlerin istilasına uğrayan ülke insanları için (İspanya örnek verilerek) şu tavsiyede bulunulmuştur : "--Orada müslümanlar mahkum durumda, gayr-i müslimler ise hakim durumdadırlar. Bu durumda ne yapılmalıdır?

(Cevap) Gerekli olan müslümanlara aralarından birine İmamet (Harp emiri) görevini vermeleridir. Hepsinin onda ittifak etmeleri VACİP'tir. Seçtikleri bu kimse, KADI tayin eder. Böylece kendi aralarında vuku bulan hadiselerin (ihtilafların) mahkemeye intikali sağlanır. Yine buralarda kendilerine Cum'a namazı kıldıracak bir imam nasbederler."

İbn Abidin : "İnsanın mutmain olduğu ve kabul edebileceği görüş de bu olsa gerektir. Bu görüş istikametinde amel edilmelidir." diyerek Ulemanın kavlini dile getirmiştir." (94)

Yazdıklarımızın hemen hemen hepsi; Başta Kur'an-ı Kerim, sonra Kainatın ve bizim Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in hadis-i şerifleri ve İslam Alimlerinin kaleme aldığı muteber fıkıh kitaplarından alınarak nakledilmeye çalışılmıştır. Bu gerçek ancak çok hüzünlü vede dramatik tablo karşısında mü'minlere düşen en güzel inanç ve amel "İşittik ve itaat ettik" demeleridir.

Yani, İslam'a teslim olmalarıdır. Allah (cc)'ın rızasını kazanmak isteyen müttaki mü'minlerin salih amel peşinde koşmaları şarttır. Salih amel sahih imana dayanır. Sahih imanı olmayan bir insanın hiçbir ameli makbul değildir. Dünyaya imtihan için geldiğimizi asla unutmamalıyız. Allah (cc) rızası için yapacağımız ibadetlerimizde nefsimize uyup, bahaneler aramayalım. İşte bu noktada Cahiliye ölümünü de dikkate alarak diyebiliriz ki; Müslümanların; "İslam Cemaati"ni oluşturmadan yaşamaları caiz değildir. Çünkü İslam dini CEMAAT dinidir, Cemaatla yaşanır.

Onun içindir ki; İslam'ın ikinci halifesi Hz. Ömer (r.a.)'ın şu mübarek tesbitini aktarmak istiyorum : "Muhakkak ki İslam İslam olamaz, CEMAAT olmadıkça. Cemaat cemaat olamaz, emir olmadıkça. Emir emir olamaz, ona itaat olmadıkça." (95)

Üstad Bediüzzaman Said-i Kürdi (Rh.a) hazretleri boşuna mı demişti : "Zaman, CEMAAT olma zamanıdır." Tabi bu gerçeği vurgularken diğer taraftan tarikat gerçeğini inkar ettiği anlamı çıkarılmamalıdır. Şu anda anın vacibi olarak elzem olanın cemaat olduğu vurgulanmıştır. Zaten cemaat olmadan tarikatın olması çok anlamsızdır. Öyleyse mü'minler; hem Cahiliye yaşantısından, hem de cahiliye ölümünden Allah (c.c.)'a sığınarak hiç vakit geçirmeden derhal "İslam Cemaatini" oluşturmalıdırlar... Bu da mümkün olamazsa bütün mesailerini; bu amelin gerçekleşebilmesi için harcayarak Cahiliyye ölümü üzere ölmekten kurtulmaya çalışmalıdırlar.

Heyhat!!! Gel görki; anın vacibi olarak ihya edilmesi gereken adı geçen bu farzın ihmalinde Ümmetin tümü mes'uliyet altında inim inim inlemektedir... Kendilerini Ümmetin uleması, fukahası, sülehası, üstadı, meşayihi, lideri, önderi, Mehdisi, Mesihi, halifesi makamında zanneden tüm seçkinler bu vebalin altında olduklarını bilmelidirler!!! Zira inancımıza göre İslam'ı en güzel bilen ve en güzel yaşayanlar onlardır... Zira, Allahü Teala (cc)'dan en çok korkanlar onlardır... Yahut öyle olmak mecburiyetindedirler... Bu vebal önce onları; daha sonra sıradan diğer insanları ilgilendirmektedir... Eğer bu amelin terkinden dolayı Cehenneme girme sözkonusu ise; önce yukarıda saydığımız bu seçkin zümrenin girmesi gerekecektir!!!

Sahih imana sahip olan her mükellef kendi liderini, önderini, emirini, imamını, üstadını, ağabeyini, şeyiğını, mehdisini, mesihini, parti başkanını, dernek başkanını, vakıf başkanını vb. herneyi varsa Allah (cc) rızası için usul-ü dairesinde uyarmalı, bu gidişin nereye olduğunu mutlaka ama mutlaka sormalı hesap vermeye davet etmelidir !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Yoksa bu karanlık gecenin nurlu sabahı unutulmalıdır............Allahü Teala (cc)'ya emanet olunuz... Abdullah AZİZ

KAYNAKLAR

62-Kur 'an-ı Kerim, Al-i İmran Suresi, ayet:103

63-Kur 'an-ı Kerim, en-Nisa, Ayet:59

64-Kur 'an-ı Kerim, Al-i İmran Suresi, Ayet:104

65-Kur 'an-ı Kerim, el-Fetih Suresi, Ayet:10

66-Kur 'an-ı Kerim, el-Fetih:18

67-Kur 'an-ı Kerim, el-Mümtehine:12

68-Kur 'an-ı Kerim, es-Saffat Suresi:1

69-Dr.Hasan GÜMÜŞOĞLU, İslam'da İmamet ve Hilafet , sh: 296. Kay. Yay. İst. 1999. Buhari, Ahkam, 4--Müslim, İmare,8.

70-Kur 'an- ı Kerim, En Nisa Suresi:59. Yusuf KERİMOĞLU, Fıkhi Meseleler, C/1, sh:166-167.Ölçü Yay.İst.

71-(Buhari, Ahkam 4. Müslim, el-İmare,581851)

72-Kur 'an- ı Kerim, Nahl Suresi:120

73-Said HAVVA, El-Esas Fi's-Sünne, İslam Akaidi, c/8, sh:93-114. Aksa Yayın Paz. 1992-İst.

74-Buhari, Ahkam 4,Ezan 54,56

75-Buhari, Ahkam 1,Cihad 109. Müslim, İmamet 33 . Nesai,Bey'at 27

76-Buhari, Ahkam 4. Müslim, İmaret 53. Nesai,Tahrim 28. İbnu Mace, Fiten 7.

77-İbrahim CANAN, K.Sitte,C/6. sh:435-440. Akçağ Paz.1995. Ankara.

78-İsmail ÇETİN. Cemaat, sh:31. Dilara Yay. 1990.Isparta.

79-İsmail ÇETİN, Cemaat, sh:40.Dilara Yay. 1990.Isparta.

80-Sahih-i Müslim, C/21478.Had.No:1851. Ayrıca Sahih-i Buhari, K. Ahkam, C/8,sh: 105.

81-Yusuf KERİMOĞLU, Fıkhi Meseleler, C/1,sh:299.

82-Yusuf KERİMOĞLU, İslami Har. Mahiyeti, sh:95.

83-Yusuf KERİMOĞLU, Devlet ve Siyaset, sh:290. Misak Yay.Ankara,1995.

84-Dr.Hasan GÜMÜŞOĞLU, İslam'da İmamet ve Hilafet, sh:29-30. Kayıhan Yay. İst.1999. Buhari, "Enbiya", 50. Müslim, "İmare", 44. İbn Mace, "Cihad", 42.

85-Dr.Hasan Gümüşoğlu,a .g.e,sh:32, Müslim, "İmare",58.

86-Dr.Hasan Gümüşoğlu, a.g.e, sh:33, er- Razi, el-Mesailü'l-Hamsin fi usuli'd-din, sh:71, Nesefi, Ebü'l-Muin,

Tebsiratü'l-edille,11,824.

87-Dr.Hasan Gümüşoğlu, a.g.e. sh:291, Müslim, "İmare",10.

88-İmam Taberi, Camiu'l-Beyan, 1V,32.

89-Tirmizi, Fiten, Tabarani, el-Mu'cemu'l-Kebir, xv,239.

90-İmam Ahmed, Müsned,V,180; Ebu Davut, Sünnet,27,(No:3758).

91-İmam Ahmed, Müsned,V,243; Tebrizi, Mişkatu'l-Mesabih, el-İ'tisam bi'l-Kitab,45 (No:184) ( Dilaver Selvi,

İntisab ve Cemaat, sh:131-134. Umran Yay.İst.1995.

92-E.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 2/405- 406.

93-M. ÇELİK, Müslümanın Din Disiplini/ Amentü Hukuku, sh:52. Misak Yay.2002-Ankara. M. Hamdi

Yazır, Ceride-i İlmiyye, Sayı:41, sh:1208, İst/1337.

94-Yusuf KERİMOĞLU, Emanet ve Ehliyet (İslam İlmihali), C/2, sh:376. Misak Yay.İst-1985.

95-Yusuf KERİMOĞLU, İslami Har. Mahiyeti. sh:85.Misak Yay.Ank.1996. Sünen-i Darimi, İst. 1401 Çağrı Yay. Sh:79. Mukaddeme 26.

Âlimlere uyunuz. Çünkü onlar dünyanın kandilleri, âhiretin de lambalarıdır.
Câmiü's Sağîr, c: 1, no: 53

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Benim ve Raşit halifelerimin sünnetine tabi olunuz." Buyurmuşlardır.


Asıl teslim olunan Yüce Allah’tır

Aslında, Yüce Yaratıcı’dan başka hiç kimsenin insanları kendisine itaat etmeye davet yetkisi ve görevi yoktur. Her emrine uyulacak, her hükmünde teslim olunacak tek varlık, alemlerin sahibi Yüce Allah’tır. Hiç bir peygamber de kendi şahsından kaynaklanan bir sebep ve yetkiyle insanlara bir şeyi emretme veya yasaklama yetkisine sahip değildir. Fakat peygamberi Yüce Allah davetle görevlendirip halkın arasına gönderdiği zaman, konumu, yetkisi ve insanlar üzerindeki etkisi değişir.

Kur’an’da belirtildiği gibi, Allah’ın gönderdiği peygambere itaat eden kimse, bizzat Allah’a itaat etmiş olur. Ona isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur (Nisa/80). Hz. Peygamber A.S.’a uymadan hiç kimse Allah’ın rızasına ulaşamaz. Onu anne-babası dahil bütün insanlardan daha fazla sevmeyen kimse tam mümin de olamaz (Buharî, Müslim). Onun öğrettiği dine sadece kalbiyle değil, bütün his ve hevesiyle, içi ve dışıyla uymayan kimse gerçek mümin sıfatını alamaz (Begavî, İbnu Asım, İbnu Recep). Çünkü Hz. Peygamber A.S. Allah’a giden yolun kılavuzu, bu yolda insanların terbiyecisi ve sahibidir. Her hükmü Cenab-ı Hakk’ın hükmü yerindedir. Onu insanlığın önüne koyan Yüce Allah’tır. “Bu peygamberime uyun ki, benim muhabbetime, rızama ve cennetime ulaşın!” diyen de bizzat Yüce Allah’tır.

Bunun için, insan Yüce Allah’a muhabbet ve teslimiyetini ancak O’nun peygamberine gösterdiği muhabbet ve teslimiyet ile ortaya koyabilir. Bu açıdan bakıldığında, günümüzdeki bir insanın Allah yoluna davet eden bir mürşide göstereceği samimiyet ve teslimiyet de Allah sevgisinin ispatından başka bir şey değildir. Bu teslimiyet görünürde insana, hakikate ise Allah’a bağlanmaktır.

İçi ve dışıyla Hakk’a teslim olan kimse, Allahu Tealâ’dan başka her şeyin köleliğinden kurtulur, hür olur, kalbi Allah ile huzur, ilâhi aşk ile hayat bulur. Hakk’a itiraz eden kimse ise, iradesini nefsinin eline vermiş olur. Bundan sonra o kimse kendisini hür irade ve hürriyet sahibi görse de, aslında bütün yaptıkları bir çeşit köleliktir. Çünkü bu kimse, devamlı nefsine köle, şehvetine esir, midesine hizmetçi, maddeye bekçi, insanların aferin ve alkışına bağımlı bir halde hayat sürmektedir. Böyle bir hayat şeref ve hürriyet değil, tam manası ile zillet ve köleliktir. Asıl hürriyet, Yüce Allah’tan başka hiç bir varlığa kulluk yapmamaktır.

Mürşidin yetkisi ve konumu

Kâmil mürşidin vazifesi, güzel ahlâkı temsil ve tatbiktir. Onun tek hedefi ilâhi hükümleri en güzel şekilde uygulamak, korumak ve yaşatmaktır. Buna dini ihya etmek denir.

Mürşid, Yüce Allah’ın dostudur. Bu sıfatıyla vazifesi, isteyenlere Allah’ın dostluğunu öğretmektir. O aynı zamanda ümmeti terbiye işinde Hz. Peygamber A.S.’ın vekili ve vârisidir. Bu sıfatıyla vazifesi kalpleri Allah’a bağlamak, gönülleri kötü ahlâktan arındırmak, insanı Allah’ın edebiyle edeplendirmek, nefsin, şeytanın, eşyanın ve dünyanın esaretinden kurtarıp gerçek hürriyete kavuşturmaktır.

Kâmil mürşid, bu sıfat ve vazifeleriyle dünyada en önemli işi yürütmektedir. Hangi iş insanın Yaratıcı’sına yönelmesinden daha önemli olabilir? İşte bu büyük işi yürüten insana karşı vazifemizi şu ayet belirlemektedir:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve içinizden (Allah’ın yapmanızı istediği) işlerinizi yürüten önder ve idarecilerinize de itaat edin.” (Nisa/59)

Ayrıca, Hz. Peygamber A.S.’ın şu uyarıları da bizim için bağlayıcıdır:

“Başınızdaki kimse gözü kör, ayağı topal, rengi siyah bir köle de olsa, sizi Allah’ın Kitabı’na göre sevk ve idare ettiği sürece onun sözünü dinleyip emirlerine itaat edin.” (Buharî, Müslim, Nesaî)

“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur. Benim emirime (dini işlerinizi yürüten imamınıza) itaat eden bana itaat etmiş olur. Ona isyan eden de bana isyan etmiş olur.” (Buharî, Nesaî)

Şu halde, gerçekten peygamber vârisi, alim, arif, kâmil bir mürşide tabi olmak, aslında Allah ve Rasulü’ne tabi olmaktır.

Allah dostları, “biz peygamber gibi masumuz, hiçbir kusur ve noksanımız yoktur, her sözümüz ayet ve hadis gibidir” demezler. Onlar, açık ve mertçe Hz. Ebu Bekir R.A. Efendimiz’in halife seçildiği gün, Ashab-ı Kiram’a söylediği şu sözü söylerler:

“Ben Allah ve Rasulü’ne itaat ettiğim ve size hakkı emrettiğim sürece bana itaat ediniz. Çünkü bu durumda bana itaati sizden Allahu Tealâ istiyor. Ben hak çizgiden ayrılırsam, artık kimsenin bana itaat etmesi gerekmez.” (İbnu Kesir)
Dilaver Selvi
Allah'ın Habibi (A.S.) şu müjdeyi veriyor:

"Allahu Tealâ bir kulu sevdiği zaman Cibril'i çağırır ve ‘ben falanca kulumu seviyorum, onu sen de sev’ buyurur. Cibril de o kulu sever. Sonra gök ehline seslenerek; ‘Haberiniz olsun, Allah falanca kulu seviyor, onu siz de sevin!’ der. Onu gök ehli de sever. Sonra o kul için yeryüzünde kabul ve kullar arasında ona karşı sevgi konur.”

"Şüphesiz Allah, melekleri, bütün gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca, denizdeki balık, insanlara hayır öğreten alim ve salih kimseye salât, dua ve istiğfar ederler."

Şimdi şu soruyu sormak gerekir: İmanı, edebi, irşadı ve hizmeti ile Allah'ın dostu olduğu gün gibi açık olan bir kâmil mürşide cümle alem hayran ve hürmet içinde iken, biz hangi mantıkla ilgisiz kalacağız, onu hafife alacağız, ondaki ilahi nur ve sevgiden mahrum olacağız? Hele de bu kıymetli şahsiyetlere dil uzatmak, onları alaya almak, karalamak, düşmanlık yapmak vahim bir talihsizliktir.

Herkes, kalbindeki iman ve takva kadar Allah'ın sevdiklerini sever, O'nun dinine hizmet eder, ilahi emanetleri korur. Yüce Rabbimiz ölçüyü şöyle ortaya koyuyor: "Kim Allah'ın şeâirini (varlığının delillerini ve dininin alâmetlerini) yüceltirse, bu kalbinin takvasındandır." (Hac, 32)

Büyük müfessir Taberî (Rh.A.), ayetin şu manaya geldiğini belirtiyor: Mü'min kullarıma, bana ait olan her şeye hürmet, saygı ve usulünce muamele etmek haktır, borçtur." (Taberî, Camiu'l-Beyan)

Rasulullah (A.S.) Efendimiz uyarıyor: “Allah adamlarını hafife alanın kendisi alçalır.” (Tirmizî, Ahmed) "Büyüğümüzü (hürmet ve edeble) yüceltmeyen, küçüğümüze merhamet göstermeyen, alimimizin (kıymet ve edebini) bilmeyen bizden değildir." (Ahmed, Hakim, Tirmizî)

Bazıları, tevhidi koruma niyetiyle takvasıyla meşhur velilere, özellikle de kâmil mürşidlere hürmet, tazim ve edepten kaçmakta ve aynı zamanda halkı da bundan sakındırmaktadırlar. Bu kimseler, bilerek veya bilmeyerek imanî bir tehlike içine ve ilâhî tehdit altına girmektedirler.

Oysa tereddüde ne gerek var? Bu ümmetin salihleri ve irşadla meşgul kâmilleri, hiçbir zaman yahudi ve hıristiyanların alimleri gibi ilâhî sınırları ve edebi çiğnemediler ki tehlike arzetsinler. Kâmil velilere Allah için hürmet gösteren sadık talipler de onları kulluk vasfından ve mükellefiyet bağından çıkarmadılar ki şirke ve zarara girsinler. Herkes herşeyini Kur'an ve Sünnet edebine göre yaptıktan sonra sonuç rahmet ve cennettir. Bu hürmeti putlara yapılan tazime, zalimlerin önünde baş eğmeye veya mevki sahiplerine yağ çekmeye benzetenler, belli ki ilâhî edeb ve hürmeti bilmiyor; hak ile batılı, nur ile ateşi birbirine karıştırıyorlar.

Bilinmelidir ki, kâmil mürşidin müridinden, üstadın talebesinden, imamın cemaatinden istediği edeb, kendi adına ve nefsi hesabına değildir. Kâmil mürşid ve rabbanî alimler, talebelerini ilâhî edeble edeblendirmek ve onları Cenab-ı Hakk'ın huzurunda kabul görecek şerefli bir kul haline getirmek için uğraşırlar.

İmam Şa'rani (K.S.) der ki: "Mürid, mürşidi tarafına ayağını uzatmama edebine bile dikkat etmeli, en küçük adapsızlığı basit görmemeli, huzurunda ve gıyabında edebe dikkat etmelidir. Bu edebi elde eden mürid, nihayet Allahu Teâlâ'ya karşı edebli olma haline yükselir. Çünkü mürşid mürid için manen yükselme sebebi, marifet ve edeb mektebidir." (el-Envaru'l-Kudsiyye)

Kâmil mürşid, alim, arif ve salihtir. Allah’ın dostu, Peygamberimiz’in vârisidir. Terbiyemizle uğraşan manevi bir babadır. O bütün vasıflarıyla hürmet ve saygıya layıktır. İçeri girince ayağa kalkmak, ziyaret ederken elini öpmek, huzurda edeb için boyun büküp sessizce oturmak, devamlı yüzüne bakmaktan sakınmak hürmetin zahirî şeklidir.
Bu meselenin iç yüzünü incelemek için şüphesiz en doğru yol, konuyu yanılmaz iki şahidin, yani Kur’an ve Sünnet’in ölçülerine göre ele almak...

Önce şunu belirtelim ki tasavvuf ehli, mürşid deyince gerçekten kendisine uyulmaya layık bir Allah dostunu kasdederler.

Gerçek mürşid alimdir, ariftir, takva ve edebte zirvedir, nur ve feyiz sahibidir. Ayrıca insan terbiyesinde ehliyetli ve irşad işinde izinlidir. Hz. Peygamber (A.S.)’in vârisidir. Çünkü kendisi terbiye olmamış bir kimsenin başkasını terbiye edemeyeceği açıktır.

İkinci olarak, mürşid deyince tek bir insan değil, o insanının etrafında toplanmış, gönlünü ve yönünü Allah’a çevirmiş bir cemaat akla gelmelidir.

Çünkü gerçek mürşid, takva yolunda bir imamdır ve kendisine uyanlar için emin bir rehberdir. Böyle bir mürşidin elinden tutan kimse, aynı zamanda birçok mümin kardeşiyle Allah yolunda el
ele tutmuş demektir. Şeytana karşı bu ne büyük bir kuvvet ve ne sağlam bir siperdir!

Kâmil mürşidden kaçmak, böyle bir cematten uzaklaşmak ve dini yalnız başına yaşamaya çalışmak demektir. Bu ise ne kadar zevksiz bir iş ve desteksiz bir gidiştir! Tasavvuf, topluca tevbe etmek,
birlikte zikretmek, şeytanlara karşı birleşmek, hak için birbirini desteklemek ve cemaat halinde Allah yolunda yürümektir.

Kur’an’ın ve Rasulullah’ın uyarıları

“Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” sözü, Hz. Kur’an’a aykırı değildir; aksine birçok ayet tarafından desteklenmektedir. Çünkü, tek başına kalan bir kimesenin insan ve cin şeytanlarına yem olacağına Kur’an’daki pek çok ayet işaret etmektedir.

Allahu Tealâ, kendi yolunda topluca hareket etmemizi emrediyor. Parçalanmayı, dağılmayı, tek başına kalmayı yasaklıyor (Al-i İmran/102-103).

Bunun, düşmanlar karşısında zayıflık ve mağlubiyet sebebi olacağını belirtiyor (Enfal/46).

Cenab-ı Hak hepimizi gerçek takvaya çağırıyor ve bunun için sadık kullarla beraber olmamızı istiyor (Tevbe/119).

Allah’ın zikrinden kaçanların şeytanın kucağına düştüğünü de Kur’an-ı Kerim şöyle ifade ediyor:

“Her kim Rahman olan Allah’ın zikrinden gafil kalırsa, biz ona bir şeytan musallat ederiz; o şeytan ondan hiç ayrılmaz. Bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar, onlar ise kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf/36-37)

“Rehberi olmayanın, tek başına kalanın rehberi şeytandır” sözü, bir çok hadis-i şerifin ortak manasını da ifade etmektedir. Şöyle ki, Rasulullah (A.S.) Efendimiz, şeytanın insan kurdu olduğunu, herkese pusu kurduğunu ve cemaattan ayrılan, tek başına kalan kimseyi kolayca yuttuğunu haber veriyor. İşte Rahmet Peygamberi’nin uyarıları:

“Şeytan insan kurdudur; sürüden ayrılan, tek başına kalan koyunu dağdaki kurt nasıl kaparsa, cemaatten ayrılan kimseyi de şeytan öylece kapar.” (Ahmed, Tabaranî)

“Sizin cemaat halinde bulunmanız gerekir. Ayrılıktan, tek başına kalmaktan sakının. Şüphesiz şeytan tek başına kalanla beraberdir. O, (Allah için beraber olan) iki kişiden uzak durur.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim)

“Şüphesiz Allahu Tealâ, ümmetimi sapık fikir ve fitne üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli (rahmet ve desteği) cemaatin üzerindedir. Kim cemaattan ayrılırsa ateşe düşer.” (Tirmizî, Tabaranî)

Bu mealdeki hadislerin ortak manası ve uyarısı şudur: Dini tek başına yaşamaya kalkmayın. Allah yolunda birlik olun, alimlere uyun, takva üzere giden cemaata sımsıkı yapışın. Tek başına kalanın kalbini şeytan sarar, yolundan alıkoyar ve kolayca zarara sokar. Bu düşmana karşı birlik kalesine girin, Allah sevgisini siper edinin ve ölene kadar böyle gidin. Emniyetiniz budur. Şu halde “başında bir rehberi olmayanın rehberi şeytandır” sözü Kur’an ve Sünnet’e aykırı değildir.
Tecrübeler de onu desteklemektedir. Bir üstada gitmeden, alim bir rehberi bulunmadan, peygamberlerden başka kâmil olan kimse yoktur. Maddi sanat ve fenlerde de durum aynıdır. Başında bir usta olmadan hiçbir çırak, kolay kolay usta olamaz. Arifler demişlerdir ki: “Kendi başına büyüyen ağaç yaprak açar, fakat meyve vermez. Verse de meyvesi yenmez. Bir edeb ehlini görmeyen gerçek edeb nedir bilmez. Bildikleri de kendisine yetmez.”

Kur’an ve Sünnet’i rehberle yaşamak

Bazıları, “Biz Kur’an ve sünnete uyduktan sonra niye sapıtalım ki? Bizim emniyetimiz mürşide değil, Kur’an ve Sünnet’e uymaktır. Mürşide ve müridlerine lazım olan da bu değil mi?” diye soruyorlar.

Evet, hepimiz içimiz ve dışımızla ilahi hükümlere uymakla mükellefiz. Kâmil mürşidlerin bundan başka bir hedefi yoktur. Bütün mesele, her durumda Kur’an ve Sünnet çizgisinde giden Allah adamı olabilmektir. Buna ihsan makamında kulluk denir. Acaba bunun en güzel yolu nedir? Sadece okumak mı, yoksa yolu bilene uymak mı? Mesafesi uzun, engelleri çok, tehlikeleri fazla, her yanı gizli düşmanlarla çevrili bir yolu, sadece tarifle mi gitmek emniyetlidir, yoksa yolu bilen bir rehberle mi?

Bu yol, insanın benliğini aşıp hakikatına ulaşma yoludur. Bu yoldaki en büyük engel insanın nefsidir. Bu yol, Alemlerin Rabbi’ne gerçekten kul olma yoludur. Onun etrafı düşmanlarla
doludur. Yalnız gidilmez, yol çok uzundur.

Şeytandan yakayı sıyırmak mümkün mü?

Kur’an-ı Hakim bildiriyor ki, şeytan, ölene kadar hiç kimseden elini çekmez, ümidini kesmez, Bunun için yemini vardır (Sa’d/80-83).

O peygamberlere bile hile yapmak ister, ancak Allah’ın nuru onu engeller (Hac/52).

Kâmil mürşidler şeytanın baş düşmanıdır; onlara yanaşmak ister, karşısında yine ilahi nuru bulur; siner, kaçar. Çünkü, onlar Alemlerin Rabbi’ne teslim olmuşlardır. O da onları özel himayesine almıştır (Nahl/99, İsra/65).

Şeytanın şerrinden peygamberler ve veliler ancak Allah’ın yardımıyla emin oldular. Yolu bir kere Mekke’ye, beş defa tekkeye uğrayan bir müslüman ondan kurtulduğunu nasıl düşünebilir?

Mürid, Allah’a yönelen kimse demektir. Şeytan en fazla bu kimselerle uğraşır. Bunun için her yolu dener. En iyi yaptığı iş vesvese vermektir. Açıkça günaha sokamadığı müridi, yaptığı hayırlı amelleri ile azdırmaya çalışır. Ancak, mürşidine ve cemaatine bağlı sadık bir müridin bir tane şeytanı varsa, binlerce dostu ve yardımcısı mevcuttur. Onların bereketiyle hastalığını anlar, ilacına koşar. Ancak, kalbini değil cebini düşünen, din değil dünya derdine düşen, niyeti sakat olduğu halde sadık görünen kimseler, şeytanın maskarası, müslümanların yüzkarasıdır. Bunlar mürşid değil şeytandır, mürid değil, münafıktır. Ve onlar bizim konumuz dışındadır. Tek başına hakikatı arayan kimse yorulur, çoğu zaman şeytanın oyuncağı olur. Şeytan bu insana açıktan günah işletemez ise, yaptığı hayırlara yönelir. Bu yolla mümini zarara sokmaya çalışır, bunu da genelde başarır. Şeytan ilim sahiplerine daha çok gizli günahları işletir. Onu gösteriş, kin, kibir, hased, gaflet, eşyaya aşırı muhabbet, makam hırsı, kendini beğenme, ameli ile övünme, insanları küçük görme gibi tesbiti güç, tedavisi zor günahlara daldırır. Başında bir mürşidi, çevresinde kendisini uyaracak kardeşleri olmayan kimse, asıl halini anlamadan ve bir çaresine bakamadan ölür gider. Sonuçta insan ağlar, şeytan güler.


Dr. Dilaver Selvi [url]www.menzil.net[/url]


Kur'ân’da Câmi ve Cemaatin Önemi

İslâm'da ferdî mes'ûliyet esas olmakla beraber, cemaat teşkil etmek de pek mühim bir vecibedir. Bundan ötürü cemaatin olgunlaşma yeri olan cami (mescid), birinci dereceden ehemmiyeti haizdir. Cemaat, İslâm şeairinden olması itibariyle, bazen şahsî farzlardan da önemli bir sıra işgal eder.

Tam sûre halinde indirilen ilk sûre olup her müminin günde en az yirmi defa okumakla mükellef tutulduğu Fatiha, Müslümanların cemaat teşkil etmelerinin lüzumuna işaret eder. Cenâb-ı Allah, müminlerden: "Ya Rabbî, yalnız Sana kulluk eder (na'büdü), yalnız Senden medet umarız" (Fatiha, 5) demelerini istemekle, cemaat halinde ibadet beklediğini belirtmiş olmaktadır. Cemaatle ibadet etmek için cemaatin teşekkül etmesi gerekir. Halbuki cemaat, kuru bir kalabalık demek olmayıp, aynı ruhla hareket edebilen muntazam bir birlik demektir. Binaenaleyh cemaatin teşekkülü, içtimaî bir ruhun ve içtimaî bir ahdin bulunmasına bağlıdır. İslâm cemaatinin meydana gelmesi Fatiha sûresinin nazil olmasından sonra gerçekleşmiştir. Bu noktada, "fert mi cemaati, yoksa cemaat mi ferdi meydana getirir?" diye bir sual akla gelebilir. Aslında böyle bir fasit daire (kısır döngü) söz konusu değildir. Zira içtimaî ruh evvela fertte inşa edilir. Fert vicdanına ne vakit kardeşlik duygusu girer ve onu kibirden, darlıktan, bencillikten çıkararak genişletirse, o vicdan kazandığı genişlik nispetinde bir cemaata namzet olur. Bu saha, bir aileden tutunuz tâ cihangir bir devlete kadar gidebilir.

Bu cemaat ruhu mescidde oluşur; oradaki toplu ibadet, eğitim, öğretim ve irşad ile olgunlaşır. Bu sebeptendir ki Peygamber Efendimizin Medine'ye hicreti müteakip yaptığı ilk iş mescid bina etmek olmuştu. Kur'ân-ı Kerîm şu mealdeki âyet-i kerimede, mescid imar etmenin ancak îmanla ve ondan kaynaklanan tevhid, Allah'ı tenzih, kulluğu O'na tahsis, yalnız O'na tevekkül, ahirete îman, namazı dosdoğru kılma ve yalnız Allah'dan korkma gibi güzel vasıflarla mümkün olduğunu belirtir: "Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe îman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır" (Tevbe, 18).

Cemaat üzerinde, özellikle cemaat namazı üzerinde ısrarla duran hadis-i şeriflerin çokluğu, ilk nazarda bazılarınca mübalağa zannedilebilir. Halbuki sadece şu hikmetleri hatırlamakla işin ehemmiyeti kolayca anlaşılır:

Cemaat, mü'minleri mescidde birleştirip ayrılmamalarını sağlar, tefrika ve ayrılığı giderir.

Müslümanların birbirine muhtaç olduğunu hatırlatır ve ihtiyaçlarını giderme imkânlarını verir.

Müslümanları başıbozuk kalabalık olmaktan kurtarıp aynı gayeye yönelmiş muntazam birlikler haline getirir; idareye ehil bir önderlik altında onları meşru itaata alıştırır.

Özellikle bütün müslümanları ilgilendiren İslâmî meselelerden haberdar olup onları çözümlemeyi kolaylaştırır.

Cemaat, istişare emrinin yerine getirilmesini kolaylaştırır.

Cemaate katılmak üzere işine ara vermek, mescide gitmek zahmetine katlanmak sırf Hak rızası için bir fedakârlık sayılır. Böylece küçük fedakârlıklara alışan mü'min, büyük fedakârlıklar gerektiğinde onlara hazırlanmış olur.

Namaz vakitlerinin her gün dakik bir şekilde değişmesi itibariyle, cemaate katılma, insana mükemmel bir zaman tanzimi disiplini kazandırır, onu vaktin kıymetini en iyi şekilde anlayan dakik bir insan haline getirir.

Cemaate muntazam olarak iştirak etmekle mü'minlerin nasıl sağlam bir içtimaî beden teşkil ettikleri müşahhas bir şekilde ortaya konmuş olur. Bu hal mü'minlerin kalplerine kuvvet verir, din düşmanlarını çekindirir, İslâm'a sataşmak hususundaki cüretlerini kırar. Bir hadis-i şerifte beyan buyurulduğu üzere sürüden ayrılan koyunu kurdun aşırması kolay olduğu gibi, cemaatten ayrılanı da şeytanların vesveseleriyle aldatmaları kolaylaşır. Cemaatta ise müslüman, kendisi ile aynı şekilde inanan binlerin içine girerek, yüzmilyonları tasavvur ederek cin ve ins şeytanlarının vesveselerini tuzla buz eder.

Cemaatte mü'minlerin ibadet neşvesi içindeki ruhları birbiri içinde in'ikâs ederek insibağ (bir diğerinin rengine boyanma) sırrı tecelli eder; birbirlerinden feyz alırlar, karşılıklı olarak dualarına mazhar olup sevap kazanırlar. Birbirlerinin güzel hallerinden istifade ederler. Karşılıklı bir etkileşimle, mevcut kuvvetleri kat kat artar. Tek başlarına yaptıkları ibadetlerdeki noksanlıklarını telafi ederler. İbadeti ve duası kabul edilenler arasında, günahkârlar da bağışlanır.

Ve nihayet cemaat, insanın yeryüzünde en mühim vazifesi olan ubudiyeti, küllî bir surette eda etmenin ifadesidir. Kâinatın her tarafında tecelli eden mutlak Rubûbiyyete karşı, onların elbette böyle bir mukabelede bulunmaları gerekir. Mü'min insanların her türlü meşgalelerini, duydukları bir çağrı üzerine, yani ezan-ı şerif sebebiyle bırakarak Yüce Yaradan'ın huzurunda ibadette toplanmaları ile O'nun mülkün tek sahibi olduğunu toplu şekilde ikrar ve ilan etmiş olurlar. Aynı takdis ve tenzih işini devamlı surette yapan bütün hilkatle, hususiyle melaike cemaati ile uyum içine girer, bütünleşirler. "Bu dünya O'nundur, hamd O'na mahsustur, hüküm O'nun hükmüdür, herkesin döneceği yer de O'nun huzurudur" hakikatini tekrar tekrar hatırlatmış olurlar.

Bedîüzzaman Said Nursî (rahmetullahi aleyh)'nin dediği gibi: "Vaktin evvelinde cemaatle namaz kılmak suretiyle insan, Beytullah'ın etrafında mü'minlerin teşkil ettiği nûranî halkalardan bîrine girmiş olur. Her şeyi kayd ve muhafaza eden Hafîz-i Mutlak'ın, bu mübarek manzarayı da kaydettirmeyi ihmal etmeyeceği düşünülmelidir. Ne mutlu Beytullah merkezinin çevresinde yönünü Kabe'ye, gönlünü Rabbine ve omuzunu mü'min kardeşine vermiş olarak halkalananlara!.

19.07.2008 - freef

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Soru) İslamî topluluklarda dikkati çeken en önemli olaylardan birisi, inhi­sarcılık ve grup taassubu... Topluluk ve cemaat mensupları kendi hareketlerine tabi olmayı adeta imanın esaslarından biriymiş gibi katı bir tutum içerisine giri­yorlar. İslam benim dediğim gibi ve benim cemaatimin öngördüğü gibidir! diyor­lar... İslam’ı ben bilirim ve ben yaşarım! Benim dışımdakiler mümin değildir! Benim şeyhime ve liderime tabi olmayanlar kurtulamazlar ve cenneti hak ede­mezler! şeklinde telakkilere düşüyorlar... Müslümanlar arasında gerginliklere ve sürtüşmelere yol açan bu tutum ve davranışları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap) Hepimiz ALLAH Teala’ya karşı sorumluyuz. Sorumluluğumuz Kur’an-ı Kerim’e göre olacaktır. ALLAHü Teala “Bu Kur’an en doğru yola iletir” (İsra 17/9) buyurmaktadır. Bu sebeple birbirimizi Kur’an-ı Kerim‘e göre denetlemeli ve O’na göre eleştirmeliyiz. Kur’an yerine kişileri, cemaatleri veya tarikatları esas alarak kendimize bir yol çizer, insanları ona göre eleştirirsek bu Kur’an’a aykırı olur. Çünkü Kur’an’da Hz. Peygamber dışında herhangi bir kişiye, cemaat veya tarikata tabi olma diye bir şey yoktur.

Müslümanların mensup olduğu hak mezhepler vardır. Bunlar Kur’an ve Sünneti, bulundukları şartlara, bilgi ve becerilerine göre yorumlamışlardır. Bunlardan biri diğerini tenkit ederken dayandığı delilleri ve karşı tarafın hatalarını ortaya koymuşlardır. Hatanın kendilerinde olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurdukları için de saldırgan olmamışlardır. Eğer eleştirdikleri konu bir ayet veya sahih hadisin açık hükmüne dayanmıyorsa karşı tarafın görüşünü benim­semediklerini gerekçeler göstererek ortaya koymuşlardır.

Öteden beri müslüman topluluğunda yer alan kimseler Kur’an-ı Kerim kar­şısında ikiye ayrılmıştır. Bunlardan birincisi kendini Kur’an’a uydurmak için gayret gösteren ve Kur’an’a aykırı olabilecek şeylerden vazgeçebilenlerdir. Bunlar hak yoldadır.

İkinci grup ise, Kur’an’ı kendine uydurmaya çalışır. Böyleleri Kur’an’a uymayan prensiplerini haklı göste­rebilmek için Kur’an-ı Kerim’in birçok anlama gelebilecek müteşabih ayetlerini kendi arzularına uygun olarak yorumlarlar. Sonuçta hak yolda olanlar da batıl yolda yürüyenler de kendilerini Kur’an’a göre haklı çıkarmaya çalışmışlardır.

Şartlanmamış bir zihinle eleştiri yapabilecek kişiler bir kısım yanlış yorumlarla insanların nasıl saptırıldığını tesbit edebilirler. Mesela bazı kimseler bir tarikat şeyhini, ALLAH ile kul arasında bir vasıta ve vesile olma makamına oturttuktan sonra Maide su­resinin 35. ayetinde geçen "O'na yaklaşmaya vesile arayın" ayetini, bunun delili olarak gösterirler. Halbuki kişiyi ALLAH'a yaklaştıran şeyin, imandan sonra salih amel olduğu Kur'an-ı Ke­rim'in tam 62 ayetinde yer almıştır.

"Bizim katımızda size yakınlık sağlayacak olan ne mallarınız, ne evladı­nızdır. Ama inanıp salih amel işleyenler böyle değildir. Onlar yaptıklarının kat kat karşılığını göreceklerdir. Onlar yüksek katlarda güven içinde olacaklardır." (Sebe 34/37)

Bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu bildiren Al­lah Teâlâ ile bizim aramıza kim girebilir. “Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını bili­riz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16)

Peygamberler ALLAH’tan aldıklarını insanlara açıklayan birer elçi olma dışında bir makam üstlenmemişlerdir. Onlar birer elçi, birer öğretmendir. Bunu aşarak bir insanın ALLAH ile kul arasında bir vesile ve vasıta olacağına inanmak insanı şirke sokar. Şirk zaten ALLAH ile kul arasına bir vasıta koy­manın ta kendisidir. Zümer suresinde buna dikkat çekilmektedir:

"İyi bil ki saf din ALLAH'ın dinidir. Onun berisinden bir takımlarını veli edi­nenler şöyle derler: «Biz onlara başka değil sadece bizi Alla­h'a tam yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.» İşte ALLAH, onların aralarında tartı­şıp durdukları şeyde hükmünü verecektir. ALLAH, yalancı ve gerçekleri örtüp du­ran kimseleri doğru yola sokmaz." (Zümer 39/3)

Yanlış yorumlarla kendi cemaatlerini veya tarikatlarını öne çıkarmış olan insanlar rahatlıkla “Benim şeyhime veya liderime tabi olmayanlar cenneti hak edemezler” şeklinde bir başka yanlışlığa da düşebilirler.


Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR Süleymaniye vakfının sitesinden alınmıştır

19.07.2008 - rey2466

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Allah'tan yardım isteriz ama ona yaklaşmak için vesile ararız. Yukarıda ayeti kerimeler ve hadis-i şerifler var sayın hocam. Tekar mı yazayım yani.
Allah'tan başka kimseden bir şey istememezlik olur mu? O zaman Peygamber'den niye şefaat istiyoruz. Devletten niye maaş alıyoruz. Ana babmızdan niye harçlık alıyoruz.
Allah her şeyi sebepler dairesinde bize sunmaktadır. Çalışmak bile fiili dua denilmiş. İşçinin patronundan para istemesi, talebenin hocadan ilim talep etmesi buna örnektir. Ama kişi bilmelidir ki veren O'dur, sadece kişiler vesile edilmiştir. 'Allah'ım bana 3 çocuk ver' diye dua ettiğinde gidip biriyle evlenmen için babasından bir kızı gider ; istersin ve 3 evladın olduğunda Allah'a şükredersin, sana o çocukları ne o kadın, ne de babası vermiştir. Ama kalkıp da diyemezsin ki 'Allah'tan isterim ben 3 çocuğu, ben kızı da isteyemem, babasının da ayağına varamam. Allah Fatiha suresinde yalnız senden isteriz, demiştir.'

Velhasıl Asıl niyet Allahu teala'yadır. Veren odur, ve O zat-ı zülcelal vermek için sebepler yaratmıştır. nasıl ki yemeden büyüyemezsen, nasıl ki aklından geçirmekle mal mülk çoluk çocuk sahibi olamazsın; işte dualar böyledir. Yalnız ondan isteriz ama isterken ona sevgili kulları vesile kılarız. Tıpkı bir sulatanın kapısına onun bildiği sevdiği bir kimsenin hatırı olmadan varılmaz. Öyle de Allah'tan isterken onun Peygamberlerini, meleklerini, evliyalarını bizim de sevdiğimizi söyleyerek; onların hatırı için isteriz. duayı isterken kendi ağzımızla da isteyebiliriz, ama ne kadar makbul ve günahsız olduğumuz konusunda emin miyiz, tartışılır. Peygamber Efendimiz bir sözlerinde müminlere dua hakkında önemli bir konuyu şöyle hatırlatmışlardır:

"İcabetten emin olarak Allah'a dua edin."27



Peygamber Efendimiz: “Günah işlemediğiniz dillerle dua ediniz!” buyurmuştur. Ashab; “Bize böyle diller lutfet ey Allah’ın Resûlü!” demişler.
Peygamberimiz de buyurmuş ki; “Bazınız bazınıza dua etsin. Çünkü sen, onun diliyle kötü söz söylemedin; o da senin dilinle günaha girmedi.” Buyurmuştur.
Kişinin yanında bulunmayan mü’min kardeşine dua etmesi, Allah’ın makbulu olur, başucunda bu işe memur edilmiş melek o kardeşine dua ettikçe; “Amin!” der. “Sana da dua ettiğin gibi olsun!” ve “Kardeşin kardeşe guyabında duası reddedilmez!” ve “İki dua vardır ki, reddedilmez; o dua edenlerle Allah arasında bir perde yoktur; Biri, zulüm gören kişinin duası, öbürü de mü’minin kardeşine gıyabında ettiği dua.”
Hadisleri yukarıdaki beyitin anlaşılmasına yardımcı olur. Yahut da kendi ağzını günahtan, kötü sözlerden arıt, temizle; Ruhunu günah yükünden kurtar, çevik hale getir.
İnsanlar sadece kendileri için mi dua ister.
Cevap hayır. Örneklerle anlatırsak;
1- Peygamberler kavimleri veya tüm insanlık için dua etmişlerdir:
Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra -yakınları dahi olsa- müşrikler için bağışlanma dilemeleri Peygambere ve iman edenlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah'a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu. (Tevbe Suresi, 113-114)

Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalblerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler. Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Hamd, Allah'a aittir ki, O, bana ihtiyarlığa rağmen İsmail'i ve İshak'ı armağan etti. Şüphesiz Rabbim, gerçekten duayı işitendir. Rabbim, beni namazı(nda) sürekli kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz, duamı kabul buyur. Rabbimiz, hesabın yapılacağı gün, beni, anne-babamı ve mü'minleri bağışla. (İbrahim Suresi, 37-41) /Son cümle her namazda okuduğumuz rabbenağfirli duasıdır.
hazreti Şuayp kavmi hakkında şöyle dua etmiştir:
Allah bizi ondan kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah'a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi dışında, ona geri dönmemiz bizim için olacak iş değildir. Rabbimiz, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a tevekkül ettik. 'Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında 'Sen hak ile hüküm ver,' Sen 'hüküm verenlerin' en hayırlısısın. (A'raf Suresi, 89)

Hz. Süleyman'ın duası ise şöyledir:
..."Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 19)

Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin" dedi. (Al-i İmran Suresi, 38) (Bakın soyu için dua ediyor, yani Peygamber daha gelmemiş soyu için dua ediyor.

Havariler: "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O da: "Eğer inanmışlarsanız Allah'tan korkup-sakının" demişti. (Bu sefer Havariler:) "Ondan yemek istiyoruz, kalplerimiz tatmin olsun, senin de gerçekten bize doğru söylediğini bilelim ve buna şahidlerden olalım" demişlerdi. (Maide Suresi, 112-113) /Bakın burada havariler, peygamberden kendileri adına Allah'a dua etmesini istiyorlar. Sofrayı kendileri niye istemediler, diyemeyiz. Allah'ın sevgili kulu, yüce bir Peygamberi kendilerine vesile kılıyorlar.

Ey Peygamber, mümin kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp-uydurmamak (gayri meşru olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak), ma'ruf (iyi, güzel ve yararlı bir iş) konusunda isyan etmemek üzere, sana biat etmek amacıyla geldikleri zaman, onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret iste. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Mümtehine Suresi, 12)

Bakın Peygamber Efendimiz_sallallahu aleyhi vesellem_ duadan da öte bağışlama diliyor, dilemek de değil dilemesi emrediliyor.
"… Böylelikle, senden kendi bazı işleri için izin istedikleri zaman, dilediklerine izin ver ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Nur Suresi, 62)

Allah Tevbe Suresi'nde ise, Peygamberimiz (sav)'e müminler için dua etmesini şöyle bildirmektedir:

… Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için 'bir sükûnet ve huzurdur.' Allah işitendir, bilendir. (Tevbe Suresi, 103)
Peygamberimiz (sav)'in, Müslümanların menfaati için aldığı sadakalar onların temizlenmesine vesile olmuştur

Allah, Tevbe Suresi'nin 103. ayetinin başında, "Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun…" şeklinde buyurmaktadır. Yani Allah çok sevgili kulu olan Peygamberimiz (sav)'in, Müslümanların menfaati için aldığı sadakaları vesile ederek, müminleri temizleyip arındıracağını bildirmektedir

Ayetler saymakla bitmez, hadisler de hakeza.

2- Müminler birbirleri için dua ederler.

İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Erkek ve kadın müminlere dua eden, bütün mümin sayısınca sevap alır.) [Taberani]

(Sizin amelleriniz ölü akrabanıza duyurulur. Durumunuz iyi ise sevinirler, günahkâr iseniz şöyle dua ederler: Ya Rabbi bize nasıl hidayet ettinse, onlara da hidayet etmeden canlarını alma.) [Hakim]

İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ya Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için istiyorum.) [İ.Mace]

(Çölde yalnız kalan kimse, bir şey kaybederse, “Ey Allah’ın kulları bana yardım edin!” desin; çünkü Allahü teâlânın, sizin göremediğiniz kulları vardır.) [Taberani]
Bir kimse, gıyabında birine dua ederse, melekler, aynı şekilde ona dua ederler.) [Müslim]

(En çabuk kabul olunan dua, kişinin din kardeşi gıyabında ettiği duadır.) [Buhari]

(Gizli [yani gıyabda] yapılan dua, âşikârenin yetmiş misline eşittir.) [Ebuşşeyh]

(Allah teâlâ ile arasında perde bulunmayan iki dua vardır. Biri mazlumun duası, diğeri de kişinin din kardeşinin gıyabında yaptığı duadır.) [Taberani]

(En makbul dua, gaibin gaibe yaptığı duadır.) [Tirmizi]

(Bir kimsenin, arkadaşının gıyabında yaptığı dua reddedilmez.) [Harâiti]

Hatta Hazreti peygamber'in umre izni verdiği Ömer_Radiyallahu anh'a: duanda bana da yer verir misin demiştir. Salih bir mümin Peygambere dahi dua etmelidir. Çünkü Kuran'da:
Allah (c.c), Ahzâb sûresinde; “Allah ve melekleri Peygamber’e salavât getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 33/56) buyurarak Rasûlullah Efendimiz’e çokça salât-ü selâm getirmemizi emretmektedir. Salavat, Peygamber için Allah'tan rahmet dilemektir. Peygamber Efendimiz'e Allah Allah'tan salli yani rahmet dilemektir. Allah'ın ona salavat getirmesi, alimler tarafından Allah'ın ona rahmet etmesi, Meleklerin salavat getirmesi, Meleklerin onu övmesi, müminler Rasulullah Efendimize salavat getirmesi ise ondan şefaat dilemek olarak açıklanmıştır. Yoksa Peygamberimiz zaten rahmete kavuşmuş, alemlerin efendisidir. Tıpkı bir Padişah'ı öven kişinin aslında kendisini ona sevdirmesi gibi.

3 Ölmüşlere dua edilmesi veya onlardan dua beklenilmesi:
Peygamberler, şehitler başta olmak üzere insanların ruhları ölmemektedir.
"Allah Yolunda Öldürülenlere "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz" (Bakara Suresi 154.ayet)
(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir, rızıklanır.) [Al-i İmran 169]

(Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, "Falan oğlu filan, sana selam söyledi" der.) [İbni Mace]

“Toprak, Peygamberlerin cesetlerini yemez” hadisi ile “ALLAH’ın (Celle celaluhu) peygamberi, diridir ve rızıklanır” (İbn Mâce, Cenâiz 65) hadisi, peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarına delildir. Ayrıca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem), mirac sırasında Mescid-i Aksa’da bütün peygamberlerin ruhlarıyla buluşması ve semada karşılaştığı her peygambere selam verdikçe, ALLAH’ın (Celle celaluhu), ona selamı alacak kadar ruhunu iade etmesini ve peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in selamını almasını da peygamberlerin diriliğine delildir.

Suyûtî (ö. 911/1505) “Mirkâtu’s-Suûd”da konu ile ilgili olarak şöyle der:

“Peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarını bildiren haberler, mütevatirdir.”

Bunu gibi müminler de kafirler de mezarlarında işitir.

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari]

(Ölüler yaptığınız iyi işlerinize sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İbni Ebiddünya]

Ölülere işittiremezsin âyeti şu mealdedir:
(Elbette sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp kaçan sağırlara da bu daveti işittiremezsin. Hem sen o körleri sapıklıklarını bıraktırıp, hidayet verici de değilsin. Sen ancak âyetlerimize iman edecek kimselerden başkasına işittiremezsin.) [Neml 27/80-81]

Buradaki sağırların da kulaklarının sağır olmadığı, körlerin de gözlerinin kör olmadığı, ölünün de gerçek ölü olmadığı açıktır. Bir de davet ve hidayet kelimeleri geçiyor. Demek ki maksat işittirmek veya göstermek değil, onları hidayete davet etmektir. Âyetin devamında, (Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Ötekilerin ise iman etmeyecek kâfirler olduğu da pek açıktır. Sen ölüleri imana kavuşturamazsın denmez ki. Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin deniyor ki, işittirmenin kabul ettirmek olduğu bütün tefsirlerde bildiriliyor. Bu âyetin tefsirlerdeki açıklaması şöyledir:
(Ey Resulüm, sen ölüden farksız olan kâfirleri hidayete erdiremezsin, hakkı işitmek istemeyen ve hakikati göremeyen kâfirleri de hidayete kavuşturamazsın. Sen ancak iman edeceklere Müslümanlığı kabul ettirebilirsin.) [Beydavi]
Onlardan daha iyi işitmezsiniz
Resulullah efendimiz, Bedir’de öldürülen kâfirlerin gömüldüğü çukurun başına gelip, ölülerin ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek, (Rabbinizin, size söz verdiğine kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin söz verdiği zafere kavuştum) buyurdu. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, cansız ölülere neden söylüyorsun?) dedi. Resulullah, (Rabbimin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz. Fakat cevap veremezler) buyurdu. (Buhari, Müslim) [Hazret-i Ömer’in ölünün işittiğini bildiği halde böyle sorması, dindeki bir hükmün vesika haline gelmesi içindir.]

Vehhabiler, ibni Teymiye’nin yolunda iseler de, bu konuda ona da uymuyorlar. Çünkü ibni Teymiye diyor ki: (Bedirde çukurdaki kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur, her yere yayılmıştır. Zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu.) [Dinde inanılması zaruri olan bir şeye inanmayan kâfir olur.] (Kitab-ül-intisar-fil-imam-ı Ahmed)

İbni Teymiye, adı geçen kitabında bütün ölülerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızıklandırıldıklarını bildiriyor. Ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? Tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zaman, bunun geldiğini anlarlar mı? Cevabında, (Evet bilirler ve anlarlar) diyor. Ölülerin buluştuklarını ve soruştuklarını ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, din kardeşinin kabrini ziyarete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selamına cevap verir.) [İbni Ebiddünya]

(Bir kimse tanıdığı kabir yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. Tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevap verir.) [Beyheki]
Ebu Nuaym, Amr bin Dinar’dan alarak bildiriyor ki, (Bir kimse ölünce, ruhunu bir melek tutar. Ruh, bedenin yıkanmasına, kefenlenmesine bakar. Kendisine, insanlar, seni nasıl övüyorlar işit, denir.) Abdullah ibni Ebiddünya’nın Amr bin Dinar’dan alarak bildirdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse, öldükten sonra çoluk çocuğunun başına gelenleri bilir. Kendisini yıkayanlara ve kefenleyenlere bakar) buyuruldu. Buhari’deki sahih hadiste, (Münker ve Nekir melekleri, sual ve cevaptan sonra meyyite, Cehennemdeki yerine bak! Allahü teâlâ, değiştirerek, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi derler. Bakar. İkisini birlikte görür) buyuruldu.

Ruhlar ölmez. Kabir hayatında ya nimete veya azaba düçar olurlar. Her hadis kitabında kabir hayatı ve azabı bildirilmektedir. Kabir hayatını ve azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını ve Resulullahı inkâr etmiş olur.

3. maddeye biraz uzattım ama sebebi var. Şehitler, Peygamberler ve tabiiki Allah'ın sevdiği kullar kabirlerinde işitince ne yaparlar. Kendilerini ziyaret eden, kendilerine hayır dua edenlere ne derler sanırsınız. O değerli insanlar bu kişilere tıpkı hayattaymış gibi benim için dua et, diyemez mi. Şehitler için 'Onlara ölü demeyiniz' emrini veren Allahu teala hazretleri onlardan dua ve hayır duayı almış mı sanıyorsun. Ya da Peygamberler ve benim varislerim dediği alimler için öldü mü her şey bitmiş midir. Hayattayken müminlerin selamını alan Abdulkadir geylani Hazretleri onlara dua ettiyse öldükten sonra bu selamı alıp onlara hayır dua edemez mi?
Bu, çok mu mantıksız ya da Kuran, Hadis ve icma-yı ümmete aykırı mı?

Yüce Allah, Kuran'da şöyle buyumaktadır:

"Elçilerimiz, ibrahim 'e, (oğlu olacağına dair) müjdeyi ge­tirdiklerinde: 'Biz (azgınlık ve iğrenç işler yapan) şu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı, zalim kimselerdir.' dediler. (İbrâhîm:) 'Ama orada Lût var!' dedi. (Onlar:) 'Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz.Onu ve ailesini elbette kurtaracağız, Yalnız kansı müstesna; O, geride (azabta) kalacaklar arasındadır.[11]

Bu örnekte ve bir çok ayette ve hadiste gördüğümüz gibi asıl yapan, helak eden, kurtaran Allah olmasına rağmen Allah vesileler yaratmıştır. Meleklerin helak etmesi ve bu yolla Lut Aleyhiselam'a yardım etmesi Allah'ın bir işi olduğu gibi, Allah'ın veli kullarının da yardımı yine Allah'ın bir işidir. Haşa onların yaratması değildir ve bunu bir kaç mezhepsiz dışında koca islam dünyası tarih boyunca böyle anlamamıştır.
Kişinin evliyalardan yardım istemesi, onu vesile kılmasıdır. Evladın babadan, talebenin hocadan, işçinin patrondan, parmakların koldan yardım istemesi gibi bir şeydir. Yaratan, veren, yapan Allah'tır. Biz sadece ondan isteriz. Ayette geçtiği gibi, ona ulaşmak için sevgili bir kulun hatırını da veile yaparız. Bunları yukarıda anlattık sanırım.

Hadis-i Şerif: (Ölünün mezârdaki hâli, imdâd diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, ölü de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duâyı gözler Kendisine bir duâ gelince, dünyanın hepsinin kendine verilmesinden daha çok sevinir Allahü teâlâ, yaşıyanların duâları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için duâ ve istigfâr etmektir) [Deylemî]
Hadisinde 'Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi,' cümlelerinde anlatıldığı gibi asıl kurtaran Allah olmasına rağmen, onu tutacak bir ele ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, bizim içindir. Allah böyle takdir etmiştir bu alemi.
Bana hidayet diliyorsunuz ama bakın ben de size hidayet diliyorum ve bu dilememi Kuran, Hadis ve İslam alimlerinin sözleriyle yapıyorum.
Çok aşırıya gitmemeniz sizin için hayırlıdır. Abdulkadir Geylani'nin adını duydu mu ya da bir kerametini duydu mu size mantıksız geldi gibi. ne yani onun bebekken emmemesinin neresi saçmalık.
a) Allah böyle bir şey yapamaz mı? Diyorsunuz:
Kur'ân-ı kerim'de Musa aleyhiselamın bebekliği anlatılıken şöyle denmektedri:
onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir. ''Mûsâ'nın annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ'yı) emzir, sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.'' (Kasas sûresi:7)
b) Yoksa Peygamberlerin mucizesi tamam da keramet Kuran'a aykırı mı? Diyorsunuz:
AUahü Teâlâ, okumuş olduğum âyet-i kerimede, şöyle buyurmak­tadır:

«Haberiniz olsun ki Allah'ın velî (kul) lan için hiçbir korku yok­tur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar İman edip takvaya erişmiş olanlardır. Dünya hayatında da âhiret (hayatında) da onlar için müjde (ler) vardır. Allah'ın sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur. Bu, en büyük saadetin ta k endi s idin) (1).

Hazret-i Süleyman, Beîkıs'm ve taraftalannın Müslüman olarak gelmelerinden önce Belkis'in tahtını kimin getirebileceğini huzurun-dakilerin ileri gelenlerine sormuştu. Cin taifesinden bir ifrit:

«Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Ben buna karşı her halde güvenilecek bir kuvvete mâlikim» dedi (Neml Suresi 39).

Hazret-i Süleyman'ın veziri Âsaf b. Berhiyâ; ism-i Âzam'ı bilmekte ve kitab-ı ilâhiyi okuyarak Hak Teâîâ'ya ibadetle keramete ermiş bulunmakta idi. Bu zât, «Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir. ' Neml 40

Hazret-i Meryem, Mihrab adı verilen kilitli bir odada, ibadetle meşgul bulunuyordu. Onun yanına ne zaman varsa yazın kış meyve­si; kış mevsiminde de yaz meyvesi gören Hz. Meryem'in kıssasında kuru hurma ağacının meyve vermesi ile ilgili âyet:

“...Hurma ağacını kendine doğru silk, üstüne derilmiş taze hurma dökülecektir.” (Meryem 25)
Hazret-i Zekeriyyâ:

«Meryem, bu sana nereden (geliyor?)» dedi. O da:
«Bu Allah tarafından. Şüphe yoktur ki Allah kimi dilerse ona sa­yısız rızlk verir» dedi (Ali imran 37).

Hazret-i Ömer, halife bulunduğu sırada Medine'de minberin üze­rinde hutbe irad ederken Nihavend'e gönderdiği ordunun kumandanı Sâriye (r.a.) e hitaben:
«Yâ Sâriye! (Düşman) dağda dağ (m ardın) da» diye bağırmıştı. Beşyüz fersah ötede bulunan ordunun tehlikeli durumunu görmesi ve sesini ordu kumandanına duyurması, Hazret-i Ömer'in kerametidir (6).

Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ömer'in kemâline ve kerametine bir hadîs-i serifleriyle şöyle işaret etmektedir:

«Sizden evvelki ümmetlerden kendisine ilham olunan insanlar vardı. Şayet ümmetim içinde (bunlar gibi) bir kimse varsa o, muhak­kak Ömer'dir» (7).

c) Yoksa Geylani Hazretleri bu kerametlere sahip olmayacak kadar sıradan mıydı? demek istiyorsunuz:
Bu demek isityorsanız vazgeçin. Çünkü onun zamanından bu yana bu ümmet onun değeri konusunda icma içindedir. Hatta öyle ki Ona Gavs'ül Azam denilmiştir. Onun fazileti tartışmaya bile açılmadığı gibi, tartışmak şöyle dursun, Ehli Sünnet; onun mu yoksa Dört imamın mı Peygamber Efendimiz ve Sahabeden sonra bize göre bu ümmet içinde en faziletlimiz olduğu konusunda çeşitli fikir belirtmişlerdir. Ben bir tek sizden duydum, gördüm, bir kerameti duyup da zıplayanları.
Ne yani Geylani Hazretlerini herkes tanıdı, onun faziletlerine inandı da bu yolda yoldan çıktı da bir tek siz mi kaldınız ayakta tek; hak yolun yolcusu olarak.

19.07.2008 - freef

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Allah günahkar kimsenin duasını kabul etmez ben günahsızım ,dolayısıyla Allah benim vesilemle onu kurtardı diyor.Burada kendisinin günahsız olduğunu ima ediyor.Böyle şey olabilir mi?İnsan hiç mi aklını kullanmaz.Günahsız ,hatasız kul olur mu?Peygamberimiz bile hata yaptığı zaman Allah onu uyarıyor,hatasını düzeltiyor.Bunu Allah kuranda bize niye anlatıyor?Günde 5 vakit namazda 40 kere fatiha okurken yalnız sana kulluk eder yalnız senden yardım dileriz demiyormuyuz.İnsan bu kadar mı kör olur.Allah mekkeli müşrikleri bize niye anlatıyor,bakın bunlar böyle yaptı siz böyle yapmayın diyor.Mekkeli müşrikler Allaha inanıyordu,onları müşrik yapan şey Allahla aralarına aracı koymalarıydı.Müşriklerle ilgili ayetleri tekrar tekrar okuyun lütfen.Yukarıdaki inanış resmen ŞİRKTİR.Yapmayın,aklınızı başınıza alın.Hiç bir peygamber Allahın varlığını ispat için gelmemiştir,Allahın birliğini ispat için gelmiştir.VE ONLAR AHİRETTE DİYECEKLER Kİ VALLAHİ BİZ ŞİRK İÇİNDE DEĞİLDİK.Lütfen Allahın ayetlerini 1kere 5 kere okuyun ve düşünün lütfen okuyun ve düşünün.Samimi olursanız Allah doğru yolu gösterecektir.Allaha emanet olun.Selamlar sevgiler

18.07.2008 - rey2466

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Sual: Maide suresinin, (Allah’a yaklaşmak için vesile arayın) mealindeki 35. âyet-i kerimesinde, Allahü teâlânın yaratması için, vesileye [sebeplere] yapışmak emredilmektedir. Sebeplere yapışmak nasıl olur?
Cevap: Etkisi kesin olan sebeplere yapışmak farzdır. Mesela, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için, dine uymak ve dua etmek emrolundu. Diğer sebepler ve tesirleri açıkça bildirilmediği için, bunlara uymak sünnet oldu.

Peygamberlerin ve Evliyanın ruhlarından ve ilaçlardan şifa beklemek ve dertlerden, belalardan kurtulmak için bunları vesile yapmak sünnet oldu. Mezhepsizler, bu sünnete şirk, küfür diyerek, âyet-i kerimeye zıt konuşuyorlar. Evliya, enbiya yaratıcı değildir. Allahü teâlâ, istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir.

Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı halde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kılmıştır. Mesela Hz.Âdem’i ana-babasız yaratmış; fakat çamuru vesile kılmıştır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır. Fakat çocukların yaratılması için, ana-babayı vesile kılmıştır. Hz.Âdem’i yarattığı gibi, bütün insanları da ana-babasız yaratabilirdi. Fakat ana-babayı vesile kılmıştır. Onun âdeti böyledir.

Mevlana Abdülhakim-i Siyalkuti hazretleri buyuruyor ki:
(Dua eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duasının kabul olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmaktadır. (Ya Rabbi, bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti için bana da ver) demektedir. Yahut evliyadan bir zata, (Ey Allah’ın velisi, bana şefaat et, bana vasıta ol, benim için dua et) demektedir. Dilekleri yerine getiren, yalnız Allahü teâlâdır. Veli, yalnız vesiledir, sebeptir. O da fanidir, tasarrufu, gücü yoktur. Böyle inanmak, Allah’tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de dua istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden de dua istemek, bir şey istemek, yasak edilmedi. Bir cahil, dileğini Allah’ın kudretinden beklemeyip (Veli yaratır) der, bu düşünce ile ondan isterse, bu elbette yanlıştır. Bunu ileri sürerek, İslam âlimlerine dil uzatmak çok yanlıştır.) [Zâd-üllebib]

Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
(İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Kâmillerin, velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın, dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diriler vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır.) [Mişkat]

Sağ veya ölü bir velinin yardım etmesi Allah’ın izni ile olur. Şu meşhur menkıbeyi bilen çoktur.

Ebu Hasan-ı Harkani hazretleri, sefere çıkan talebelerine, "Sıkışınca benden yardım isteyin" buyurur. Yolda talebelerini, eşkıya yakalar. Onlar, kurtulmaları için Allahü teâlâya dua ederler; fakat kurtulamazlar. Bir talebe Ya Ebel Hasan, imdat! der. O talebeyi eşkıya göremez. Diğerlerinin nesi varsa alırlar. Seferden dönünce hocalarına, "Biz Allah’tan yardım istediğimiz halde soyulduk. Fakat şu arkadaşımız, sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?" derler. O da, "Allahü teâlâ günahkâr kimselerin duasını kabul etmez. Arkadaşınız, benden yardım isteyince, onun duasını Allahü teâlâ bana duyurdu. Ben de, (Ya Rabbi bu talebemi kurtar!) dedim. Allahü teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, dua ettim. Kurtaran Rabbimizdi" diye cevap verdi. (Tezkiret-ül-evliya)

Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki:
(Günah işlememiş bir dil ile dua ediniz ki, kabul olsun!) Yani, Huda dostlarının huzurunda tevazu eyleyiniz, yalvarınız da, sizin için dua etsinler. İstigase, yani bir Veliye tevessül de, bu demektir.
[İsa aleyhisselama gelip derler ki, dua ediyorsunuz, devasız hastalıklar iyi oluyor. Hangi duayı okuyorsunuz, bize de söyler misiniz? İsa aleyhisselam da onlara okuduğu duayı söyler. Adamlar bir süre sonra tekrar gelirler, efendim okuyoruz okuyoruz bir şey olmuyor, acaba bize yanlış dua mı öğrettiniz derler. İsa aleyhisselam, (Dua doğru ama ağız yanlış) buyurur, yani doğru dua öğrettim, dua aynı dua ama, ağız aynı ağız değil!]

İmam-ı Nesefi hazretleri buyuruyor ki:
(Her mümin uykuda da mümin olduğu gibi, öldükten sonra da mümindir. Bunun gibi Peygamberler, öldükten sonra da Peygamberdir. Çünkü, Peygamber olan ve iman sahibi olan ruhtur. İnsan ölünce, ruhunda bir değişiklik olmaz. (Umdet-ül-itikad)

İnsan ruh demektir. Beden, ruhun konak yeridir. Kıymetli olan, ev değil, evde oturanlardır. Cebrail aleyhisselam, Peygamber efendimize insan şeklinde görünürdü. Ekseriye, Dıhye ismindeki sahabi şeklinde görünürdü. Eshab-ı kiramdan bazıları da, Cebrail aleyhisselamı insan şeklinde gördüler. Cebrail aleyhisselam insan şeklinden çıkarak, kendi şekline girince, ruh gibi olunca, yok oluyor denilemez. Şekil değiştirdi denilir. İnsan ruhu da, bunun gibidir. İnsan ölünce, ruhu bir âlemden başka âleme geçmektedir. Ruhun böyle değişikliğe uğraması, kerametinin kalmayacağını göstermez.

Şafi’i âlimlerinden Celaleddin-i Süyuti hazretleri diyor ki:
Kerametin yirmiikincisi, Evliyanın çeşitli insanların şekillerinde görülmesidir. (Tabakat-ül-Kübra)
Ehl-i sünnet âlimleri, Meryem suresinin, ([Cebrail Meryem’e] insan şeklinde göründü) mealindeki16. âyetinden, Evliyanın ruhlarının çeşitli şekillerde görüleceğini anlamışlardır.

Ruhun ölmediğine inanmayan yoktur. Bunun için, onun duyduğuna, işittiğine, gördüğüne de inanmak gerekir. Böyle olunca, ruhtan şefaat dilemek, ondan yardım istemek gibi, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta olmasını beklemeye, itiraz edilmez. Bozulmuş dinler bile, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildiriyor. Diri insanlar, Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep oldukları gibi, diri ruhların da, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olacağı inkâr edilemez.


(Dinimizislam)

Daha fazla bilgi için:

[url]http://www.zehirliok.net/forum/viewtopic.php?t=2859[/url]

17.07.2008 - freef

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

[quote="rey2466"]Mezhepsizlerin o kadar çok saçmalıkları vardır ki saymakla bitmez>Yani Geylani hz gibi velilere Allah doğduktan itibaren oruç tutturmuş,anasını emzirmemişdemek ne demek ya.Geçmişte yaşayan din büyüklerini ululuyacağız derken ne kadar saçmaladığınızın farkında değilsiniz galiba ,yoksa böyle saçma şeyleri yazmazdınız.Dini sorumluluk ,iyi ile kötüyü ayırt edici bir yaşa geldiği zaman başlarGeylani daha bebek,bir şeyden haberi yok,Allah ona oruç tutturacak,hiç mi aklınızı kullanmıyorsunuz.Sahabeye,evliyaya,alime,cemaata kim ne diyor ne diyebilir.Şefaati yanlış anlıyorsunuz ,itiraz edenleri saçmalamakla suçluyorsunuz.Tevessül konusu daha bir alem.Araya aracı koyarak Allahtan bir şey istiyorsunuz.Niye direk Allahtan istemiyorsunuz da araya ARACILAR KOYUYORSUNUZ. Yaptığınızın ne kadar yanlış bir şey olduğunun farkında değilmisiniz.Biraz düşünün lütfen.Amacım sizleri tenkit etmek değil.Ama yanlış yoldasınız.Benim üzerime düşen iyiliği emredip kötülükten sakındırmak.Allah bana öbür tarafta niye anlatmadın demesin diye ben görevimi yapıyorumAllahın ayetleri üzerinde biraz düşünün lütfen.Allaha emanet olun.Selamlar sevgiler[/quote]SİSTEMİ VE DÜZENİ İDRAK EDİP ANLAYAMAYAN BEYİNLER YANLIŞ FİKİR KOZASI İÇİNDE HEBA OLUP GİDİYOR HAKLISINIZ.SİZE KATILIYORUM..SELAM

17.07.2008 - emmare

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Mezhepsizlerin o kadar çok saçmalıkları vardır ki saymakla bitmez>Yani Geylani hz gibi velilere Allah doğduktan itibaren oruç tutturmuş,anasını emzirmemişdemek ne demek ya.Geçmişte yaşayan din büyüklerini ululuyacağız derken ne kadar saçmaladığınızın farkında değilsiniz galiba ,yoksa böyle saçma şeyleri yazmazdınız.Dini sorumluluk ,iyi ile kötüyü ayırt edici bir yaşa geldiği zaman başlarGeylani daha bebek,bir şeyden haberi yok,Allah ona oruç tutturacak,hiç mi aklınızı kullanmıyorsunuz.Sahabeye,evliyaya,alime,cemaata kim ne diyor ne diyebilir.Şefaati yanlış anlıyorsunuz ,itiraz edenleri saçmalamakla suçluyorsunuz.Tevessül konusu daha bir alem.Araya aracı koyarak Allahtan bir şey istiyorsunuz.Niye direk Allahtan istemiyorsunuz da araya ARACILAR KOYUYORSUNUZ. Yaptığınızın ne kadar yanlış bir şey olduğunun farkında değilmisiniz.Biraz düşünün lütfen.Amacım sizleri tenkit etmek değil.Ama yanlış yoldasınız.Benim üzerime düşen iyiliği emredip kötülükten sakındırmak.Allah bana öbür tarafta niye anlatmadın demesin diye ben görevimi yapıyorumAllahın ayetleri üzerinde biraz düşünün lütfen.Allaha emanet olun.Selamlar sevgiler

17.07.2008 - rey2466

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

881 Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Ümmetimin tamamı affedilmiştir, ancak günahlarını ilan edenler müstesna!"
Ebû Hureyre radıyallahu anh Buhârî

882 Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Açıkça günah işleyen fâsıkın aleyhinde konuşmak gıybet sayılmaz Açıkça günah işleyen hâriç, ümmetimin her ferdi affedilecektir"
Ebû Hureyre radıyallahu anh Rezîn

888 Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Hayatında hiçbir iyilik yapmamış bir adam ailesine dedi ki:
"Ölürsem beni yakın, sonra yanık bedenimi öğütün, külümü rüzgâra saçın!"
Ölünce, çocukları onun vasiyetini yerine getirmişler
Bunun üzerine Allah, yere: "Haydi onun parçalarını biraraya getir!" emrini vermiş Yer de bu emri yerine getirmiş ve adam hemen dirilmiş
Allah buyurmuş:
"Niçin böyle yaptın?"
"Sen en iyi bilensin Rabbim! Ben bunu senden korktuğum için yaptım," deyince, Allah onu hemen bağışlamış"
Ebû Hureyre radıyallahu anh Buhârî

889 Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Eski zamanlarda birbirine zıt iki kişi vardı Biri günahkâr, diğeri son derece dindardı Dindar olan öbürüne:
"Yapma, günah işlemekten geri dur!" derdi
Bir gün yine onu günah işlerken görünce, şöyle dedi: "Vazgeç!"
Öteki: "Beni Rabbimle başbaşa bırak, aramıza girme! Başıma muhafız mı gönderildin!" diye çıkıştı
Dindar olan, "Vallahi, Allah seni asla bağışlamaz!" dedi
Derken, Allah onların ruhlarını aldı Alemlerin Rabbi huzurunda biraraya geldiler
Allah teâlâ, son derece dindar olana, "Benim elimde olanı önlemeye senin gücün yeter miydi!" dedi
Günahkâr olana ise:
"Haydi sen git, rahmetim sayesinde cennete gir!"
Öteki için de:
"Haydi bunu da ateşe götürün!" buyurdu"
Ebû Hureyre radıyallahu anh Ebû Dâvud

890 Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
"Sizden önce yaşayanlar arasında Kifl adında bir adam vardı Hiçbir günahı işlemekten çekinmezdi Muhtaç olduğunu bildiği bir kadına geldi ve ona çok para verdi Onunla yatmak istediğinde, kadın titremeye ve ağlamaya başladı
"Neden ağlıyorsun?" diye sordu
"Ben bu işi hayatımda hiç yapmadım ihtiyacım olduğu için bu duruma düştüm," deyince, adam kendini şöyle demekten alamadı:
"Sen Allah korkusuyla böyle davranıyorsun ha! Öyleyse ben neden Allahtan korkmayayım? Verdiklerim senin olsun, haydi git! Serbestsin Vallahi ben de bundan sonra Allaha asi gelmeyeceğim"
Adam o gece öldü Kapısına, "Allah, Kifli bağışlamıştır," diye yazıldı Halk, bunu görünce şaşıp kaldılar Bunun üzerine Allah, peygamberlerine vahyedip, onun durumunu bildirdi"
İbn Ömer radıyallahu anh Rezîn

Ölen kimse, ister yakınınız olsun, isterse yabancı olsun, onlar için Kur'ân-ı kerîm okuyarak, sadaka vererek ve duâ ederek yardımlarına koşmalıdır Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

(Ölünün mezârdaki hâli, imdâd diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, ölü de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duâyı gözler Kendisine bir duâ gelince, dünyanın hepsinin kendine verilmesinden daha çok sevinir Allahü teâlâ, yaşıyanların duâları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için duâ ve istigfâr etmektir) [Deylemî]
(Bu duayı eden Allah’ın sevdiği bir kul ise ve salavat da en büyük dua ise neden affolmasın, Bildiğiniz gibi, “salât”, tebrik, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlara gelmektedir. Salât kelimesinin çoğulu “salavât” gelir. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulur: “Allah ve O'nun melekleri Peygamber'e hep salât ederler. Ey mü'minler, siz de Ona salât (ve dua) edin ve samimiyetle selam verin." (Ahzab, 33/56) Bu âyeti kerimeyle, Peygamberimize salât ve selamlar getirerek hürmetlerini arz etmek her müslümanın yapması gerekli olan bir görevdir. Her müslüman en azından “Âllâhümme salli alâ Muhammed - Allâhım rahmet ve bereketin Efendimiz Hazreti Muhammed üzerine olsun" diyerek salât getirmek mecburiyetindedir.

Rasûlü Ekrem Efendimiz, "Yanında benim adım anılıp da bana salât getirmeyen kişinin burnu sürtülsün, hakarete uğrasın" buyurmuştur.
Ben bir evliya menkıbesinde okumuştum. Bir veli kul, bir kabre gelir ve orada tam bir huşu ile Efendimiz Aleyhisselama salavat getirir ve oradakilerin hepsi bu velinin bu selavatının hatırına affedilir. (Bu hadis de olabilir, bir alimin ya da ehli keşfin anlattığı bir menkıbe de olabilir, bu konuda kynak veremeyeceğim; ama yukarıda ve aşağıdaki bilgileri üst üste koyarsan, mantıksız olmadığını görürsün.
Allah, günahkarları müjdelemeyi, sıdkları korkutmayı istemektedir. Allah Kaderi takdir etmiştir ve bu Kaderde maksadını kullardan gizlemiştir. Hidayet konusu, af , dua ve tövbe, tevessül , şeffat konularıyla iç içedir. Yoksa tabii ki dünya bir imtihan yeridir, imtihan hep devam edecektir, ta ki küçük kıyametin kişiler için, büyük kıyametin kainat için kopmasına değin.
Bütün bu aflar, veli zatların ve Peygamber Efendimizin şefaatleri Allah’ı bilen içindir ve iman sahipleri içindir, küfür ehli kesinlikle affedilmeyecek ve şeffate uğramayacaklardır.

(Ana-babasının veya ikisinden birinin kabrini, her Cum'a günü ziyâret edenin günahları affolur Haklarını ödemiş olur) [Tirmizî]

Başka bir hadîs-i şerîfte ise, ziyâret esnasında Yâsin-i şerîf okuyanın günahlarının affolacağı bildirilmiştir (İbni Adiy)

Rivayete göre, Allah-u Zülcelal, Davud (A.S)' a: “Ey Davud! Günahkarlara müjde ver ve sıddıkları da korkut” diye vahyetmiştir. Hz. Davud (A.S): “Ya Rabbi! Günahkarları ne ile müjdeleyeyim ve sıddıkları da ne ile korkutayım?” diye sorunca, Allah-u Zülcelal şöyle buyurmuştur: “Günahkarlara müjde ver ki, ne kadar büyük olursa olsun hiçbir günah benim affediciliğim karşısında önemli değildir. Sıddıkları da korkut ki, amellerine güvenmesinler. Çünkü benim adalet ölçülerine göre hesaba çektiğim herkes kesinlikle mahvolur.”
Ebu Hureyre (R.A)’ den rivayetle Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Eğer mü’min, Allah katında azabın ne kadar ağır olduğunu bilse hiç kimse cenneti umamazdı. Buna karşılık eğer kafir Allah katındaki rahmetin ne kadar bol olduğunu bilse hiç kimse O’ nun rahmetinden ümit kesmezdi.” (Buhari, Müslim Tirmizi)

Yine İbn Mes’ud (R.A.)’ a göre, Nisa suresinde bulunan şu dört ayet Müslümanlar için tüm dünyadan daha hayırlıdır. Bu ayetlerin birincisi şudur: “Hiç şüphesiz Allah kendisine ortak koşanları affetmez. Fakat bunun dışında dilediği kimseleri affeder. Allah’ a ortak koşan kimse ağır bir iftira günahı yüklenmiş olur.” (Nisa; 48)
İkinci ayet şudur: “Eğer onlar günah işleyince sana gelerek Allah’ dan affedilmelerini dileselerdi ve peygamber de onlar adına af dileseydi, kesinlikle Allah’ ı tevbeleri kabul edici ve merhametli olarak bulacaklardı.” (Nisa; 64)
Üçüncü ayet şudur: “Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınacak olursanız, diğer günahlarınızı bağışlar ve sizi şerefli bir barınağa (cennete) yerleştiririz.” (Nisa; 31)
Dördüncü ayet şudur: “Kim kötülük işler veya kendine zulmeder de sonra Allah’dan af dilerse Allah’ ı tevbeleri kabul edici ve merhametli olarak bulur.” (Nisa; 110)
İbn Mes’ud (R.A.)’ un anlattığına göre, kıyamet günü Allah’ ın (C.C.) insanlara karşı rahmeti o kadar bol olacaktır ki, Allah (C.C.)’ ın rahmetinin ve şefaatçilerin şefaatının bolluğunu gören şeytan bile ümitlenip ortaya çıkacaktır.

934. Âişe radıyalallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Herhangi bir ölüye, sayıları yüzü bulan bir cemaat namaz kılar ve hepsi de ona şefaatçi olursa, onların bu duaları kabul olunur.”[1]
935. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim dedi:
“Bir müslüman ölür de cenaze namazını Allah’a şirk koşmamış kırk kişi kılarsa, Allah onların cenaze hakkındaki dualarını kabul eder.”[2]
936. Mersed İbni Abdullah el–Yezenî’den rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Mâlik İbni Hübeyre radıyallahu anh, cenaze namazı kılacağı zaman cemaatı az bulursa, onları üç saf hâlinde dizer sonra da şöyle derdi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Üç saf cemaatin cenaze namazını kıldığı kişi, cenneti hakeder” buyurdu.[3]
Alıntılar bu kadar hocam.

16.07.2008 - freef

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Benim demek istediğim de bu.Kişi doğru yola gitmek ister ,çaba gösterir,Allah ona o yolu açar,kişi yanlış yola gitmek ister Allah ona da o yolu açar.Yani tamamen insana bağlı.Allah dilediğini cennete,dilediğini de cehenneme sokacaksa imtihanın gayesi nerede.İnsanları yaratıp, onlara peygamber ve kitap gönderip,şunları yapın ,şunları yapmayın demesinin amacı nedir?madem dilediğini dilediği gibi cezalandıracakveya mükafatlandıracakbütün bunlara ne gerek var?Böyle saçma bir şey olurmu?Dünya imtihan dünyası,buradaki yaşantımızla ,yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla imtihan oluyoruz veHERKES YAPTIĞININ KARŞILIĞINI GÖRECEKTİR.Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz,deliliniz nedir.böyle saçma şey olurmu ,hiç mi aklınızı kullanmıyorsunuz?yazacak daha çok şey var ama sayfa bitti.selamlar sevgiler

16.07.2008 - rey2466

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Dilediğinin hocam.
Bizim Muhammed (S.A.V.) ümmetinden olmamızın, Türkiye gibi bir ülkede müslüman bir anne babadan gelmemiz Allah'ın bize verdiği hidayetidir.
Allah Vehhab'dır. Yani Vehhab ismi, Allah'ın karşılıksız veren anlamında bir ismidir.
Namazlarda duadan önce Subhane Rabbiyel Aliyyil A'lel Vehhab deriz.
Mesela bir Kadir Gecesi bin aydan yani 80 yıldan daha hayırlıdır. Eski ümmetlere 4'te bir zekat farz olunmuş iken; bu ümmete 40'ta birdir.
Bunun gibi Allah'ın biz Muhammed ümmetine verdiği ama hiç kimseye nasip etmediği sayısız ihsanları vardır. Allah'a hamdolsun.
Eğer bir kişi Allah'tan gerçekten doğru yola erişmeyi isterse, Allah ona doğru yolu gösterirmiş.
Bu güzel ülkede ehli sünnet inancı üzerinde bize yetişme imkanı veren Allah'ın hikmetinden sual olmaz. Allah bilir ya, Bazen kişinin bir iyiliği, belki onun Mehmed, Muhammed adı bile onu kurtarmaya yeter. Belki kişinin bir zalimliği veya kibri, onun hidayet yolundan çıkmasına sebep olur.
Allah zalimler, fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez... gibi ayetler de vardır Kuran'da.
Ebu Leheb ve Ebu cehil'e hidayeti nasip etmeyen Allah, Ebu Süfyan, Hind ve Vahşi'ye hidayet nasip etmiştir.
Bu hidayet konusu, bizim akıl ile anlayamayacağımız, Allah ilminde olan konulardır. Tarihte bu konuyu yanlış anlyan ve bu yolda sapıtan nice mezheplar vardır. Kimi, Cebriye denen her şeyi Allah tarafından yaptığımız ve hiç bir şeyden sorumlu olmayacağımızı iddia etmiş, kimi Mutezile denen fikirlere yönelmiş, her şeyi kuldan bilmiş. Kul, kendi isteğiyle hak eder veya hak etmez, gibi bir yoruma sapmış, işi amellere dökmüş, amel ile imanı bir saymıştır. Bu yolda akla güvendikleri için sapıtmışlardır. Sahabeler arasında ayrım yapmışlardır, şu günahı işleyen imansızdır, diye sahabe olma şerefine ermiş insanları silmişlerdir. Oysa onların Peygamberi bir defa görüp iman edip bir gün sonra şehit olmasıyla, Adem Aleyhiselam'dan Kıyamet'e kadar Peygamberler hariç hiç bir insanın, alimin, şehidin ulaşamayacağı derecelere ulaşmasını anlayamamışlardır.
Anlayamadılar ki bazen salih bir insanın bulunduğu şehirde yaşamak bile insanlara af getirmiş, bazen bir günahkar müslümanın mezarında bir velinin bir salavat getirmesi bile onlara af getirmektedir. Bazen Geylani Hazretleri gibi velilere Allah(C.C.) ta doğduktan itibaren oruç tutturmuş, anasını emdirmemiş, ona büyük meretebelere erişme hidayeti vermiştir. Bunu da anlayamamışlar, tevessülü, şefaati, sahabeyi, evliyayı, alimi, cemaati, tarikatı, tasavvufu.. derken inkar etmedik bir şey bırakmamışlardır.
Mezhepsizlerin o kadar çok saçmalıkları vardır ki saymakla bitmez.
Bana cevap yazan arkadaşı bu ithamlardan tenzih eder, Allahu teala hepimiz için O'na kavuşana kadar hidayet üzerinde bizi tutmasını niyaz ederim.

16.07.2008 - freef

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

Dilediğinin değil,dileyenin ,isteyenin.

14.07.2008 - rey2466

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

O zaman yazılarımızda Kuran'ı akla yorumlatma hastalığına düşen mevdudi, seyyid kutup ve bunların Türkiye versiyonlarına yer vermeyelim.
İslam nazariyesi, islami görüş, akıl dini gibi kavramları sürekli kullananlardan uzak duralım; tamam mı?

Unutmayın İslam Dini için akıl dini gibi kavramlar tuzak kavramlardır. Bu adamların o zaman akılsızlık dini midir, gibi sözler karşısında da affalamayalım. İslam, akla uygundur, iman dil ile tasdik, kalp ile ikrardır. Allahu teala 'Allah bilir, siz bilmezsiniz' demektedir. Biz O (C.C.)'nu da, sıfatlarını da, helal ve haramı da o, bize bildirdiği gibi anlar, bildirdiği şekilde buna uygun ameller yaparız, deriz.

Zaten bunlar aklımıza da uygundur, 'bunda alimler için ibret vardır.' gibi ayetler de anlatıldığı gibi her şeyi de anlayamayız, bir kısmımız bir kısmımızdan iyi anlar, tıpkı bu örnekte olduğu gibi akılla bulamayacağımız şeyleri bize öğretsin, müminler için cenneti müjdelesin ve onları uyarsın, inanmayanlar için azabul azim'i hatırlatsın diye Allah, kitaplar ve Peygamberler göndermiştir.
İşte burada insanlara düşen Rabimizden indirilenlere iman etmek ve salih amel işlemektirtir.

Bazı konular vardır ki 'Allah bilir, siz bilmezsiniz' hükmüne binaen bizim akıl dahi yürütmeyeceğimiz şeylerdir.
Bu gibi konularda Allah hüküm ve hikmet sahibidir, der, geçeriz.
Allahu teala, bize imanımızın ve amellerimizin tadını verir, zaten hidayet Allah'tandır. Dilediğinin kalbini İslam'a açar, ona öyle şeyler verir ki gözüyle görüyormuş gibi inanır.

Allah, insanları yaratılmışlara tapmaktan kurtarmıştır.
İnsanoğlu'nun bir kısmı tarih boyunca putlara, yıldızlara, güneşe, aya, dağa, taşa tapmış durmuştur, bir kısmı Allah'a inanıyorum diye ona şirk koşmuştur, bir kısmı teslise, bir kısmı sebeplere Tanrı diye tapmıştır.
Bir kısmı da son yüzyılın hastalıklarına uyarak, kendiliğinden oldu, tabiat yarattı, zaten bir noktaydı, evrimleşe evrimleşe buraya geldik, zaten kainat ezelidir, ben kendime bakarım gibi... türlü türlü şeyler uydurmuşlardır.
Sonuç insanın tabiata tapması, tanrı yoktur deyip nefsine veya sebepler tapması, satanizim gibi sebeplerle şeytana tapması gibi (Allah hepsinden muhafaza eylesin!) tapılacak bir şeyler bulmuştur. Kimi ideolojileri için kendini yakmış, kimi bir yalanın, kimi bir hayalin, kimi ırkının peşinden helak olup gitmiştir.

Allah ki, ezeli, ebedi, varlığı kendinden olan, doğmamış, doğurmamış, yaratıcı, öldürücü, tekrar diriltici, hesap sorucu, bir ve birliği kendinden olan, yarattığı her şeyden haberi olan, her şeyin sayısını bilen, her şeyi gören, duyan, bilen, her şeyi yoktan var eden, hayat sahibi ve dilediğine azap eden, dilediğini affeden, insanları uyarsın diye Peygamberler gönderen, surun, mizanın, sıratın, kıyamet gününün, cennet ve cehennemin sahibi, hiç bir şey kendisine denk olmayan, en güzel biçimde yaratan ve bunu ol emriyle yerine getiren, kudret sahibi, bizim anlayamayacağımız, idrak bile edemeyeceğimiz bir şekilde harfsiz, ses gibi yaratılmış şeylere ihtiyacı olmadan konuşan, her şeyi ayakta tutan, gökte ve yerdekilerin durmadan onu tespih ettiği, onu övdüğü, dualara cevap veren, yüceler yücesi, sultan olan, pek yüce pek büyük olan, hazinesi hiç tükenmeyen ve tükenmeyecek olan, zengin, her şeye gücü yeten, istediğini zorla yaptıracak kudrete sahip, dilediğini alçaltan dilediğini yükselten, dilediğine hidayet veren, hikmetinden yaptıklarından sual dahi sorulamayacak olan, azamet sahibi, karşılıksız veren, yalnız ona ibadet edilen, her şeyi cem eden ve her şeyin ister istemez kendisine döneceği, sözünden caymayan, ölmeyen diri olan, uyumayan kayyum olan, hiç bir şeye ihtiyacı olmayan rızk verici olan, ondan başka her şeyin yaratılmış ve kendisine muhtaç olduğu; ne eşi, ne benzeri, ne misli, ne de zıttı olan, yaratmadan önce de yaratıcı, daha yaratmadan şekil vermeden önce de şekil ve suret verici musavvir olan .... ilh Zat-ı zülcelal'dir.

İşte Allah'ı akıl ile değil, sıfatları, filleri ve isimleri anlamaya çalışmalıyız. Biz onu bize bildirdiği isim, sıfat ve filleri ile ancak onun bize bildirdiği kadar tanıyabiliriz. ve O Yaratıcı'yı bize soranlara bu kadar anlatırız. Onların kalbini Allah katında tek ve makbul din olan İslam'a açacak olan yine Rahman, rahim, ğafur, kerim olan Allahu teala'dır.
Anlayacak kapasitesi olan, Allah'ın kalbine ve boynuna damga ve mühür vurmadıkları kişiler er ya da geç anlar ve imana gelirler. Geldikleri yer ve konum için affedici olan Allah'a sığınırlar. Allah'ın hayrını dilemediği, zalim, hayırsız ve bencil kişiler cehennem odunu olmak için birbiriyle yarışıp dururlar.

14.07.2008 - freef

Kur'anı Akla Göre Yorumlama Hastalığı

''KUR'ANI AKLA YORUMLAMA HASTALIĞI''

Başlıklı yazıyı akıl dışı,iz'an dışı,din dışı ve AZİZ KUR'ANA aykırı buluyorum. Bu yazıda:

“Her Müslüman kutsal kitaptan kendi kafasına ve anlayışına göre hüküm çıkartabilir, onu yorumlayabilir.” Ne kadar hatâlı ve sakıncalı bir zihniyet ve metod!'' deniyor.

AZİZ KUR'AN insanların OKU ması ,anlaması (ANLAMAK YORUMLAMADAN
YAPILAMAZ.) gönderilmiştir. Yüce Allah Aziz Kur'anda:

2-el-BAKARA:

242. Allah size işte böylece âyetlerini açıklar ki düşünüp hakikati anlayasınız.

38-SÂD:

29. Sana bu mübarek Kitab'ı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.


7-el-A'RÂF:
3. Rabbinizden size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!

Aziz Kur'anda Tüce Allah Kur'anı okuyun,düşünün ,anlayın diye açık açık
ve net olarak ANLAYIN derken, Kur'anı kendi kafasına göre yorumlamak
hatalı ve sakıncalı demek abestir,yanlıştır,hatalıdır. Kur'ana aykırıdır.




“Ebû Hanife de bizim gibi bir insandı, o ictihad yapabiliyor da biz niçin yapamayacakmışız ?…” gibi gülünç muhakemeler yürütüyorlar. Din çok hassas bir konudur.'' demiş yazar;

Yani ebu hanife bizim gibi bir insan değil miydi?

Ebu hanifede ,peygamberimiz de bizim gibi insandı. Bzim gibi sorgulanacaklardır.

7-el-A'RÂF:

6. Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!

YUKARIDA BAZI SURELERDEN ALINTI YAPTIĞIM BİRER CÜMLELİK AYETLERİ ANLAYAMAYAN KİMSE OLDUĞUNU ZANNETMİYORUM.

Bu ayetleri ancak akıl hastası veya süper geri zekalılar anlayamazlar.

Kur'anı herkes anlayamaz sadece din uleması anlayabilir demek insanlara
yapılmış büyük bir kabahattir.

Geri zekalılar bu yazıyı tasvip edebilir ,ben reddederim.

SAYGILARIMLA

16.06.2008 - erdem222

Konular