Peygamberimizin diliyle gençlik
Yüce Peygamberimiz (Aleyhissalatu Vesselam.), bir hadis-i şerifte, "Kadınlar şeytanın tuzağıdır. Gençler delilerden bir gruptur" (Keşfü-l Hafâ, 2:4) buyuruyor. Burada hem gençlerin önemli bir zaafı, hem de müthiş bir tuzağı ortaya konmaktadır.
Bilindiği gibi halk arasında gençlere "delikanlı" denir. Bu tâbir, gençlerin hâlet-i rûhiyesini çok güzel ifâde etmektedir.
Çünkü delilik, akılsızlık değil, aklın fonksiyonlarını yerine getirememesidir ki, gençler çoğu zaman akılla bağdaşmayan işleri yapabilmektedirler.
O kadar ki kendi yaptıklarına kendileri bile şaşırmaktadırlar. Birbirleri arasında sık sık, "Saçmalama, çıldırdın mı sen, çılgınlık bu" türünden ifâdeleri kullanırlar.
İşte gençliğin deliliğe yakın olan bu "aklını" zapt u rabt altına almak, hareketlerini dizginlemek, ona istikamet vermek gerekir. Bu da ancak, îman, İslâm ve ibâdetle olur. Dünyanın faniliğini bilen, ölümü düşünen genç, hisden ziyade aklını dinler. Allah'a ve âhirete inanan genç, duygularını kontrol altına alır. Hayatını meşrû dâirede geçirir.
İşte o zaman "delilerden bir grup" olan gençler, "meleklere benzerler." Abdullah ibni Ömer'den rivâyet edilen bir hadîs-i kudsîde Rabbimiz meâlen şöyle buyurur:
"Kaza ve hükmüme inanan, Kitâbın (Kur'an'ın) hüküm ve tavsiyelerine boyun eğen, verdiğim rızıkla kanaat eden, şehevânî arzularını Benim rızâm için terk eden genç bir mü'min, katımda bir kısım meleklerimin derecesindedir." (Deylemî)
Yine gençlere yönelik bir hadîsin anlamı şu şekildedir: "Gerçekten Allah, meleklerine karşı ibâdet eden bir gençle iftihar ederek buyuruyor: 'Ey şehvetini Benim için bırakan genç! Ey gençliğini Bana bağışlayan genç! Sen benim nezdimde meleklerimin bazısı gibisin.'" (İhyâ-i Ulûmi'd-Din, 2: 432)
Bu iki hadiste gençler için kâinattan daha değerli müjdeler vardır. Demek ki meleklerin bazısına benzemek için şu şartları taşımak gerekir:
"Allah'ın her hükmüne inanmak, Kur'an'ın hüküm ve tavsiyelerine boyun eğmek, verilen rızka kanaat etmek, şehevânî ve nefsânî arzuları Allah rızâsı için terk etmek, ibâdet etmek, gençliğini Allah'a bağışlamak."
Îman ve ibâdetle serpilip büyüyen, ömürlerini Allah'ın dinine hizmet yolunda geçiren gençler, tehlike çemberinde delilerden bir grup gibi iki dünyasını mahveden hatalara giriftar olmaktan kurtulup, insanlardan üstün olan melekler seviyesine yükselebiliyorlar.
Yine gençlere büyük ehemmiyet veren yüce Peygamberimiz (a.s.m.), "Allah, gençliğini Allah'a itaat yolunda zenginleştiren genci sever" (Deylemî) diyerek büyük bir müjde vermiştir.
Çünkü, zenginlik, bir varlığın artması demektir. Gençliğin artması ise, sonsuz bir gençliği kazanmaktır. İşte ebedî gençliğin yolu Allah'a itaattir.
Demek gençliğin Allah'a itaat yolunda zenginleşmesi hem ebedî gençliği kazandırıyor, hem de insanı makam-ı mahbubiyete çıkarıyor. Çünkü Allah'ın sevgisini kazanan, sevgililik makamına ulaşır, "Allah'ın sevgilisi" olur.
Allah, gençlerimizi, şehvetini Allah rızâsı için terk eden, gençliğini Allah'a bağışlayan, Onun yolunda zenginleştiren ve Onun sevgisini kazanan gençlerden eylesin.
.
[b]
En Hayırlı Genç [/b]
Yüce Peygamberimiz (a.s.m.) gençlerle ilgili bir hadislerinde şöyle buyurur:
"Gençlerinizin en hayırlısı ihtiyarlarınıza benzeyendir. İhtiyarlarınızın en şerlisi, gençlerinize benzeyendir." (Feyzü'-l Kadîr, 15:776)
Gençlerin dünyanın fâniliğini kavrayıp, ebedî hayatları için çalışmalarında, ölümü düşünmelerinin büyük etkisi vardır. Bir gün mutlaka öleceğini düşünüp o şuur ile çalışmayan, kendisine âhireti kazanmak için verilen ömür sermayesini boş yere harcar. Gelip geçici lezzetlere dalar, dünyayı bir oyun ve eğlence alanı zanneder.
Peygamberimiz, "Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz" (Tirmizi, Zühd: 2), buyurarak, bizleri bu gafletten kurtarmak ister.
Nitekim Abdullah ibni Ömer'in (r.a.) anlattığı şu hâdise ne kadar ibretlidir:
Ensardan bir adam gelerek, Peygamberimize (a.s.m.) şöyle sordu:
"Yâ Resûlâllah, mü'minlerin hangisi daha akıllı, daha şuurludur?"
"Ölümü en çok hatırlayanı ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananı. İşte onlar en akıllı, en şuurlu olanlarıdırlar." (İbn-i Mâce, Zühd: 31)
Kabirden sonraki dehşetli zaman, kıyâmet günüdür. Bu hususta Efendimiz (a.s.m.) şunları söyler:
"Kıyâmet günü olunca güneş, kullara bir mil veya iki mil mesafede oluncaya kadar yaklaştırılacaktır. Güneş onları âdetâ eritecek ve amelleri miktarınca ter içinde kalacaklardır. Onlardan kimini topuğuna kadar alacak, kimini diz kapaklarına kadar alacak, kimini beline kadar alacak, kimine de basbayağı gem vuracaktır." (Bu sırada Resul-i Ekrem ağzını işaretliyordu.) (Tirmizi, Kıyame: 2)
İşte böyle dehşetli bir günde kurtuluşun yolu, dünyada iken Allah'ın emirlerine sarılmak, yasaklarından kaçınmaktır. Peygamberimizin sünnetini de rehber edinmektir.
Kişi, dünyada yaptığı her şeyden haşirde hesaba çekilecektir. O kadar ki, Zilzal Sûresinde, zerre kadar yaptığı bir iyiliği veya kötülüğü mutlaka göreceği belirtilir. Kişinin sevapları ve günahları tartılacak, iyilikleri fazlaysa Cennete, kötülükleri fazlaysa Cehenneme gidecektir.
Bu zorlu muhâsebeye uğramadan önce şu hadîsden ders almak gerekir:
Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
"Vallahi sizden hiç kimse yoktur ki, birinizin gördüğü dolunayla başbaşa kaldığı gibi Rabbiyle başbaşa kalmasın. Sonra Allah ona şöyle buyurur:
Ey Ademoğlu, benim hakkımda seni ne aldattı?
Ey Ademoğlu benim için ne amel işledin?
Ey Ademoğlu, Benden ne kadar hayâ ettin?
Ey Ademoğlu, peygamberlere ne cevap verdin?
Ey Âdemoğlu, sana helâl olmayana bakarken Ben gözlerinin üzerinde gözcü değil miydim?
Sana helâl olmayan şeyleri dinlerken Ben kulaklarının üzerinde kontrolcü değil miydim?
Ey Âdemoğlu, sana helâl olmayan şeyleri söylerken Ben dilinin üzerinde murakıp değil miydim?
Sen ellerinle helâl olmayan şeyleri tutarken, Ben onların üzerinde gözcü değil miydim?
Ayaklarınla sana helâl olmayan şeylere giderken Ben ayaklarının üzerinde gözetleyici değil miydim?
Sana helâl olmayan şeylerle kalben ilgilenip dururken Ben, kalbinin üzerinde murakıp değil miydim?
Yoksa sana olan yakınlığımı ve sana gücümün yettiğini inkâr mı ettin?"
Rabbimizin bu hitapları, şu anda bile bizleri ürpertmekte, tüylerimizi diken diken etmektedir. Bir de aynı hitabın, bütün haşmet ve dehşetiyle âhirette yapılacağını düşünelim. Bu hitap, Allah'ın emirlerine uymayanlar için ne kadar utandırıcı, acıklı ve hüzün vericidir.
Bu bakımdan fırsat elde iken âhirete ciddi çalışmak gerekir.
Cehennem azabını da düşünmeli ve ondan kurtulmak için duâ etmeliyiz.
Cehennem azabının dehşetini anlamak için Numan bin Beşir'den (r.a.) rivâyet edilen şu hadîs, yeterlidir:
"Azap bakımından Cehennem ehlinin en hafif olanı, iki ayağının oyuğunda iki ateş bulunan ve bundan dolayı beyni kaynayan kişidir." (Tirmizi, Cehennem: 12)
Cehennem azabının en hafifi buysa, en dehşetlisinin ne olacağını düşünmek zor değildir.
Allah bizleri ölümü düşünüp fâni dünyanın zevklerine dalmayan, kabir ve Cehennem azâbından kurtulan kullarından eylesin
.
[b]Allah Hangi Gençleri Beğenir? [/b]
Hayatıyla bize en büyük bir rehber, en büyük bir nümune olan Yüce Peygamberimiz (a.s.m.), "Allah, gayr-i meşrû şehvet peşinde olmayan genci pek beğenir" (Müsned, 4:151) buyurmaktadır.
Bu hadiste, hayatının en fırtınalı ve en tehlikeli dönemlerini yaşayan gençler için çok büyük bir müjde vardır: Allah'ın beğenmesi.
Bu öyle bir müjdedir ki, insanın tüm sevdiklerinden, beğenisini kazanmak istediği bütün şahıslardan daha değerli, daha yücedir.
.
..
[b]
Harama Nazar Etmemek[/b]
Şehveti gayri meşrû yerlerde kullanmanın nasıl anlaşıldığını hadisler ışığında inceleyelim.
Gençliğin ve bekârlığın mühim bir tehlikesi Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivâyet edilen şu hadiste çok veciz bir şekilde anlatılmaktadır:
"Âdemoğluna zinâdan nasibi yazılmıştır. Buna mutlaka erişecektir. Gözlerin zinâsı bakmaktır, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayağın zinâsı da yürümektir. Kalp ise heves eder, diler. Ferc (cinsel organ) ise bunu ya uygular veya reddeder." (Müslim, Kader: 21)
İbn-i Büreyde'den (r.a.) rivâyet edilen şu hadis de konumuzla ilgilidir:
"Resûlüllah (a.s.m.) Hz. Ali'ye (r.a.), 'Ya Ali bakışı bakışa tâbi kılma, kasıtlı olmadığı için birinci bakış sana câizdir, (fakat) diğer bakışlar sana câiz değildir' demiştir." (Ebû Dâvud, Nikah: 43)
Ama şimdi "Nasıl olsa ilk bakış câizdir" deyip sağı solu teftiş eder gibi bakarak gitmek doğru değildir. Çünkü zamanımızda âniden ve farkında olmadan rastlama gibi bir olay yoktur; her tarafta her an namahreme, açık saçık insanlara ve harama rastlanmaktadır. Bunun için tüm bakışları kontrol altında tutmak gerekir.
Nâmahreme bakmak, şeytanın oklarından bir oktur ki, her kim Benden korkarak onu bırakırsa, zevkine bedel ona öyle bir îman veririm ki, onun lezzetini ve tatlılığını kalbinde duyar." (Taberânî ve Hâkim)
[b]Cemil Tokpınar/ Peygamberimizin diliyle gençlik[/b]
Ynt: Peygamberimizin diliyle gençlik
İnş ona yakışır gençler olacağız en azından olmaya çalışıyoruz :(
emeklerinize sağlık çok güzel günümüzdeki gençlerin okuması ve anlaması çok çok önemli olan konulardan...
19.04.2009 - zeynep-eses