Peygamberimizin diliyle gençlik

[b]Melek Gibi Gençler [/b]
Yüce Peygamberimiz (Aleyhissalatu Vesselam.), bir hadis-i şerifte, "Kadınlar şeytanın tuzağıdır. Gençler delilerden bir gruptur" (Keşfü-l Hafâ, 2:4) buyuruyor. Burada hem gençlerin önemli bir zaafı, hem de müthiş bir tuzağı ortaya konmaktadır.
Bilindiği gibi halk arasında gençlere "delikanlı" denir. Bu tâbir, gençlerin hâlet-i rûhiyesini çok güzel ifâde etmektedir.
Çünkü delilik, akılsızlık değil, aklın fonksiyonlarını yerine getirememesidir ki, gençler çoğu zaman akılla bağdaşmayan işleri yapabilmektedirler.
O kadar ki kendi yaptıklarına kendileri bile şaşırmaktadırlar. Birbirleri arasında sık sık, "Saçmalama, çıldırdın mı sen, çılgınlık bu" türünden ifâdeleri kullanırlar.
İşte gençliğin deliliğe yakın olan bu "aklını" zapt u rabt altına almak, hareketlerini dizginlemek, ona istikamet vermek gerekir. Bu da ancak, îman, İslâm ve ibâdetle olur. Dünyanın faniliğini bilen, ölümü düşünen genç, hisden ziyade aklını dinler. Allah'a ve âhirete inanan genç, duygularını kontrol altına alır. Hayatını meşrû dâirede geçirir.
İşte o zaman "delilerden bir grup" olan gençler, "meleklere benzerler." Abdullah ibni Ömer'den rivâyet edilen bir hadîs-i kudsîde Rabbimiz meâlen şöyle buyurur:

"Kaza ve hükmüme inanan, Kitâbın (Kur'an'ın) hüküm ve tavsiyelerine boyun eğen, verdiğim rızıkla kanaat eden, şehevânî arzularını Benim rızâm için terk eden genç bir mü'min, katımda bir kısım meleklerimin derecesindedir." (Deylemî)

Yine gençlere yönelik bir hadîsin anlamı şu şekildedir: "Gerçekten Allah, meleklerine karşı ibâdet eden bir gençle iftihar ederek buyuruyor: 'Ey şehvetini Benim için bırakan genç! Ey gençliğini Bana bağışlayan genç! Sen benim nezdimde meleklerimin bazısı gibisin.'" (İhyâ-i Ulûmi'd-Din, 2: 432)
Bu iki hadiste gençler için kâinattan daha değerli müjdeler vardır. Demek ki meleklerin bazısına benzemek için şu şartları taşımak gerekir:

"Allah'ın her hükmüne inanmak, Kur'an'ın hüküm ve tavsiyelerine boyun eğmek, verilen rızka kanaat etmek, şehevânî ve nefsânî arzuları Allah rızâsı için terk etmek, ibâdet etmek, gençliğini Allah'a bağışlamak."

Îman ve ibâdetle serpilip büyüyen, ömürlerini Allah'ın dinine hizmet yolunda geçiren gençler, tehlike çemberinde delilerden bir grup gibi iki dünyasını mahveden hatalara giriftar olmaktan kurtulup, insanlardan üstün olan melekler seviyesine yükselebiliyorlar.

Yine gençlere büyük ehemmiyet veren yüce Peygamberimiz (a.s.m.), "Allah, gençliğini Allah'a itaat yolunda zenginleştiren genci sever" (Deylemî) diyerek büyük bir müjde vermiştir.
Çünkü, zenginlik, bir varlığın artması demektir. Gençliğin artması ise, sonsuz bir gençliği kazanmaktır. İşte ebedî gençliğin yolu Allah'a itaattir.
Demek gençliğin Allah'a itaat yolunda zenginleşmesi hem ebedî gençliği kazandırıyor, hem de insanı makam-ı mahbubiyete çıkarıyor. Çünkü Allah'ın sevgisini kazanan, sevgililik makamına ulaşır, "Allah'ın sevgilisi" olur.
Allah, gençlerimizi, şehvetini Allah rızâsı için terk eden, gençliğini Allah'a bağışlayan, Onun yolunda zenginleştiren ve Onun sevgisini kazanan gençlerden eylesin.


.
[b]
En Hayırlı Genç [/b]
Yüce Peygamberimiz (a.s.m.) gençlerle ilgili bir hadislerinde şöyle buyurur:
"Gençlerinizin en hayırlısı ihtiyarlarınıza benzeyendir. İhtiyarlarınızın en şerlisi, gençlerinize benzeyendir." (Feyzü'-l Kadîr, 15:776)
Gençlerin dünyanın fâniliğini kavrayıp, ebedî hayatları için çalışmalarında, ölümü düşünmelerinin büyük etkisi vardır. Bir gün mutlaka öleceğini düşünüp o şuur ile çalışmayan, kendisine âhireti kazanmak için verilen ömür sermayesini boş yere harcar. Gelip geçici lezzetlere dalar, dünyayı bir oyun ve eğlence alanı zanneder.
Peygamberimiz, "Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz" (Tirmizi, Zühd: 2), buyurarak, bizleri bu gafletten kurtarmak ister.
Nitekim Abdullah ibni Ömer'in (r.a.) anlattığı şu hâdise ne kadar ibretlidir:
Ensardan bir adam gelerek, Peygamberimize (a.s.m.) şöyle sordu:
"Yâ Resûlâllah, mü'minlerin hangisi daha akıllı, daha şuurludur?"
"Ölümü en çok hatırlayanı ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananı. İşte onlar en akıllı, en şuurlu olanlarıdırlar." (İbn-i Mâce, Zühd: 31)
Kabirden sonraki dehşetli zaman, kıyâmet günüdür. Bu hususta Efendimiz (a.s.m.) şunları söyler:
"Kıyâmet günü olunca güneş, kullara bir mil veya iki mil mesafede oluncaya kadar yaklaştırılacaktır. Güneş onları âdetâ eritecek ve amelleri miktarınca ter içinde kalacaklardır. Onlardan kimini topuğuna kadar alacak, kimini diz kapaklarına kadar alacak, kimini beline kadar alacak, kimine de basbayağı gem vuracaktır." (Bu sırada Resul-i Ekrem ağzını işaretliyordu.) (Tirmizi, Kıyame: 2)
İşte böyle dehşetli bir günde kurtuluşun yolu, dünyada iken Allah'ın emirlerine sarılmak, yasaklarından kaçınmaktır. Peygamberimizin sünnetini de rehber edinmektir.
Kişi, dünyada yaptığı her şeyden haşirde hesaba çekilecektir. O kadar ki, Zilzal Sûresinde, zerre kadar yaptığı bir iyiliği veya kötülüğü mutlaka göreceği belirtilir. Kişinin sevapları ve günahları tartılacak, iyilikleri fazlaysa Cennete, kötülükleri fazlaysa Cehenneme gidecektir.
Bu zorlu muhâsebeye uğramadan önce şu hadîsden ders almak gerekir:
Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
"Vallahi sizden hiç kimse yoktur ki, birinizin gördüğü dolunayla başbaşa kaldığı gibi Rabbiyle başbaşa kalmasın. Sonra Allah ona şöyle buyurur:
Ey Ademoğlu, benim hakkımda seni ne aldattı?
Ey Ademoğlu benim için ne amel işledin?
Ey Ademoğlu, Benden ne kadar hayâ ettin?
Ey Ademoğlu, peygamberlere ne cevap verdin?
Ey Âdemoğlu, sana helâl olmayana bakarken Ben gözlerinin üzerinde gözcü değil miydim?
Sana helâl olmayan şeyleri dinlerken Ben kulaklarının üzerinde kontrolcü değil miydim?
Ey Âdemoğlu, sana helâl olmayan şeyleri söylerken Ben dilinin üzerinde murakıp değil miydim?
Sen ellerinle helâl olmayan şeyleri tutarken, Ben onların üzerinde gözcü değil miydim?
Ayaklarınla sana helâl olmayan şeylere giderken Ben ayaklarının üzerinde gözetleyici değil miydim?
Sana helâl olmayan şeylerle kalben ilgilenip dururken Ben, kalbinin üzerinde murakıp değil miydim?
Yoksa sana olan yakınlığımı ve sana gücümün yettiğini inkâr mı ettin?"
Rabbimizin bu hitapları, şu anda bile bizleri ürpertmekte, tüylerimizi diken diken etmektedir. Bir de aynı hitabın, bütün haşmet ve dehşetiyle âhirette yapılacağını düşünelim. Bu hitap, Allah'ın emirlerine uymayanlar için ne kadar utandırıcı, acıklı ve hüzün vericidir.
Bu bakımdan fırsat elde iken âhirete ciddi çalışmak gerekir.
Cehennem azabını da düşünmeli ve ondan kurtulmak için duâ etmeliyiz.
Cehennem azabının dehşetini anlamak için Numan bin Beşir'den (r.a.) rivâyet edilen şu hadîs, yeterlidir:
"Azap bakımından Cehennem ehlinin en hafif olanı, iki ayağının oyuğunda iki ateş bulunan ve bundan dolayı beyni kaynayan kişidir." (Tirmizi, Cehennem: 12)
Cehennem azabının en hafifi buysa, en dehşetlisinin ne olacağını düşünmek zor değildir.
Allah bizleri ölümü düşünüp fâni dünyanın zevklerine dalmayan, kabir ve Cehennem azâbından kurtulan kullarından eylesin
.

[b]Allah Hangi Gençleri Beğenir? [/b]
Hayatıyla bize en büyük bir rehber, en büyük bir nümune olan Yüce Peygamberimiz (a.s.m.), "Allah, gayr-i meşrû şehvet peşinde olmayan genci pek beğenir" (Müsned, 4:151) buyurmaktadır.
Bu hadiste, hayatının en fırtınalı ve en tehlikeli dönemlerini yaşayan gençler için çok büyük bir müjde vardır: Allah'ın beğenmesi.
Bu öyle bir müjdedir ki, insanın tüm sevdiklerinden, beğenisini kazanmak istediği bütün şahıslardan daha değerli, daha yücedir.
.
..
[b]
Harama Nazar Etmemek[/b]
Şehveti gayri meşrû yerlerde kullanmanın nasıl anlaşıldığını hadisler ışığında inceleyelim.
Gençliğin ve bekârlığın mühim bir tehlikesi Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivâyet edilen şu hadiste çok veciz bir şekilde anlatılmaktadır:
"Âdemoğluna zinâdan nasibi yazılmıştır. Buna mutlaka erişecektir. Gözlerin zinâsı bakmaktır, kulakların zinâsı dinlemek, dilin zinâsı konuşmak, elin zinâsı tutmak, ayağın zinâsı da yürümektir. Kalp ise heves eder, diler. Ferc (cinsel organ) ise bunu ya uygular veya reddeder." (Müslim, Kader: 21)
İbn-i Büreyde'den (r.a.) rivâyet edilen şu hadis de konumuzla ilgilidir:
"Resûlüllah (a.s.m.) Hz. Ali'ye (r.a.), 'Ya Ali bakışı bakışa tâbi kılma, kasıtlı olmadığı için birinci bakış sana câizdir, (fakat) diğer bakışlar sana câiz değildir' demiştir." (Ebû Dâvud, Nikah: 43)
Ama şimdi "Nasıl olsa ilk bakış câizdir" deyip sağı solu teftiş eder gibi bakarak gitmek doğru değildir. Çünkü zamanımızda âniden ve farkında olmadan rastlama gibi bir olay yoktur; her tarafta her an namahreme, açık saçık insanlara ve harama rastlanmaktadır. Bunun için tüm bakışları kontrol altında tutmak gerekir.
Nâmahreme bakmak, şeytanın oklarından bir oktur ki, her kim Benden korkarak onu bırakırsa, zevkine bedel ona öyle bir îman veririm ki, onun lezzetini ve tatlılığını kalbinde duyar." (Taberânî ve Hâkim)


[b]Cemil Tokpınar/ Peygamberimizin diliyle gençlik[/b]

9 yorum

Ynt: Peygamberimizin diliyle gençlik

İnş ona yakışır gençler olacağız en azından olmaya çalışıyoruz :(

emeklerinize sağlık çok güzel günümüzdeki gençlerin okuması ve anlaması çok çok önemli olan konulardan...

19.04.2009 - zeynep-eses

Ynt: Peygamberimizin diliyle gençlik

[b]Allah'tan Korkan Gençler[/b]

Yüce Peygamberimiz (a.s.m.) bir hadîs-i şeriflerinde, "Şayet Allah'tan korkan gençleriniz, ciğeri yaş hayvanlarınız, beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı belâlar üzerinize sel gibi yağacaktı" (Keşfü'l-Hafâ, 2: 163) buyuruyor.

Bu hadiste hem şiddetli bir îkaz, hem de sevindirici bir müjde vardır. Buna göre, hadiste anılan üç şey, belâların def'ine sebeptir. Allah'tan korkup günah işlemekten kaçınan gençler, her halleriyle Allah'ın irâdesine boyun eğmiş masum ve mütevekkil hayvanlar ve âdetâ bir çocuk gibi âcizleşmiş beli bükük ihtiyarlar, Allah'ın şefkat ve merhametini celbetmektedirler. Böylece, başka insanların küfür ve isyanlarından, hatâ ve günahlarından dolayı sel gibi belâ ve musibet gelecekken, rahmet ve inâyet tecelli etmektedir.

Başka rivâyetlerden anladığımıza göre, sadaka vermek ve İslâma hizmet etmek de belâ ve musibetlerin gelmesini engellemektedir. İşte gençlerin Allah'tan korkup günahlardan çekinmesi, sevaplara yönelmesi, nefis ve duygularını gemleyip ibâdet etmesi, sadaka vermek gibi güzel ve etkili bir davranıştır.

Burada denilebilir ki: Zaten bir gencin günahtan kaçınması ve ibâdetlere yönelmesi gerekir. Bunların sadaka gibi etkili olmasının hikmeti nedir?

Bir kimsenin haramlardan kaçıp farzlara yönelmesi, belirli bir sevap kazandırır. Ama aynı fiilleri genç yaparsa, hem haramdan kaçıp farzları işleme sevabı kazanır, hem de sanki nafile bir iş yapmış gibi fazladan bir hayır elde eder. Daha doğrusu, gençlerin yaptıkları hayırlara kat kat sevap verilir. Çünkü onlar, nefis ve duygularının, hevâ ve heveslerinin kötülüğe teşvik etmesine rağmen Allah korkusundan dolayı günahtan kaçınmakta ve ibâdete yönelmektedir.

Bir gencin kötülükten kaçınmasının başka güzel neticeleri de vardır. Nitekim Yüce Peygamberimiz (a.s.m.), "Allah kötülüğe iltifat etmeyen genci, emsallerine üstün tutar" (Feyzu-l Kadir, c.2, s. 263, no: 1799) buyurarak, gençlerimize mühim bir müjde vermiştir.

Bugün gençlerimiz, emsalleriyle yarış hâlindedirler. Kolejlerden tutun üniversite imtihanlarına kadar, hattâ aynı sınıfta veya okulda öğrenim gören arkadaşları arasında bile sürekli bir yarış hâlindedirler. Hayatın her safhasında bir okula veya işe girmek için imtihan olunmakta, tüm gençler başarılı olmak, emsallerini geçmek için çırpınmaktadır. Genç bir öğrenci okul birincisi olmak istemekte, genç bir iş adamı daha fazla kazanmayı arzulamakta, genç bir sporcu müsabakaya katılanları geride bırakmaya çalışmaktadır.

İşte hayatta karşılaştığımız tüm yarışlarda, emsallerimizden üstün olmayı istediğimiz her yerde, bizim imdâdımıza yetişecek olan Allah'ın inâyetidir. O inâyetin üzerimizde gerçekleşmesi ise, "kötülüğe iltifat etmemeye" bağlıdır. Hangi genç kötülüğe bulaşmıyor, günahlardan kaçıyor, ibâdetlerine sarılıyorsa, o genç emsallerini geride bırakır.

Yoksa Müslüman bir genç, sadece "Bende îman kuvveti var" demekle başarılı olamaz. Elbette sözde değil, özde ve güçlü bir îman, başarının ilk ve önemli bir şartıdır. Ancak bununla birlikte kötülükten kaçınmak, iyi işleri yapmak ve yarıştığımız alanda çok çalışmak gerekmektedir ki, başarılı olunsun.


Cemil Tokpınar

30.10.2008 - hadra

Ynt: Peygamberimizin diliyle gençlik

[b]Korku ve Ümit Arasındaki Genç[/b]

Peygamber Efendimiz (a.s.m.), ölüm döşeğinde olan bir gencin yanına girdi ve ona, "Sen kendini nasıl buluyorsun?" diye sordu. Genç, "Ben Allah' (ın affın)ı umarımYâ Resûlâllah! Ve günahlarımdan da korkarım" dedi. Bunun üzerine Resûlâllah (a.s.m.) buyurdu ki, "Bu vakitte herhangi bir kulun kalbinde bağışlanma umudu ve günah korkusu birleşince mutlaka Allah o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğu azabından emin kılar." (Neseî, Zühd: 31)

Bu hadise her ne kadar bir gencin başından geçmişse de, aynı durum her insan için geçerlidir. Fakat bu hadiseye bir gencin konu olması şu açıdan önemlidir: Gerçekten gençlik dönemi, korku ve ümitin sık sık dengesini kaybettiği bir safhadır. Genç insan, bazen öylesine ümitli olur ki, doğrudan Cennete gideceğini düşünür. Zaman olur öyle ümitsizliğe düşer ki, günahları çok fazla olduğu için affedilmeyeceğini sanır.

İşte bu hadîs, dünyası çok çabuk değişebilen gençlerimize güzel bir müjde ve uyarıdır.

Dinimiz bizleri korku ve ümit arasında olmaya teşvik eder. Yüce Rabbimiz meâlen şöyle buyurur: "De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. Öyleyse azap gelmeden önce Rabbinize dönün ve Ona teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz." (Zümer: 53-54)

Rabbimiz, Kendisine ortak koşulmasından başka tüm günahları affedebileceğini belirtmiştir. Bunun için kesinlikle ümitsiz olmamak gerekir. Çünkü Allah'ın rahmetinden ümidini kesen ancak şeytandır. Fakat ümitli olmak demek, günah işlemeye devam etmek ve nasıl olsa affedileceğinden emin olup, Allah'ın azabından korkmamak değildir.

Nitekim bu hususta Hz. Ömer (r.a.) tüm gençlerimize örnek olacak şu ölçüyü dile getirmiştir: "Eğer 'Tüm insanlar Cehenneme gidecek, sadece bir kişi Cennetlik olacak' dense, 'Acaba ben miyim' diye ümitlenirim. Şayet 'Bütün insanlar Cennete gidecek, sadece bir kişi Cehennemlik olacak' deseler, 'Acaba ben miyim' diye korkarım."

İşte böyle bir düşünce, korku ve ümit arasında olmanın zirvesidir. Yani kişi, hem Allah'ın azabından korkmalı, günahlarını düşünmeli; hem de Allah'ın rahmetinden ümitvar olmalıdır.

Dikkat edilirse böyle bir düşünce birbirinin zıddı değildir. Çünkü ele alınan korku ve ümittir. Bunların zıddı ise, "korkmamak" ve "ümitsizlik"tir. Bize tavsiye edilen, "hem korkmak hem korkmamak" veya aynı anda "ümitli ve ümitsiz olmak" dğildir. Bizden istenen, "Aşırı korkudan dolayı ümitsiz olmamak" ve "Aşırı ümitten dolayı korkusuz olmamak"tır.

Bunun için insan hem korkup hem ümitli olabilir.

Hadiste dikkat çekilen mühim bir husus da, "Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl tanırsa öyle muâmele ederim" hadîs-i kudsîsinde belirtilen gerçektir. Bu hadîs-i kudsîye göre, biz Rabbimizin rahmetini ümit edersek öyle muâmele görürüz. Ayrıca Rabbimize sû-i zan etmemeliyiz. Yani, "Ben çok günahkârım, bana mutlaka azap eder" demek, Allah'ın irâdesine karışmaktır. "Ben çok günahkârım, ama Rabbim af ve mağfiret sahibidir" diye düşünmek, günahlara tevbe edip, af dilemek gerekir.

Bir kimsenin, "Kesinlikle ben Cehennemliğim" demesi de, "Ben kesinlikle Cennetliğim" diye düşünmesi de yanlıştır, büyük günahtır. Doğrusu, şöyle düşünmektir:

"Ben çok günah işledim. Allah'ın azabından korkarım. Ama pişmanım, Rabbim affedebilir. Bu arada Allah beni bazı sevaplar işlemeye muvaffak etti. İyi amellerim de Onun ihsânıdır. Ümit ederim ki, bana lütufla muâmele eder."

"Hiç kimsenin ameli, kendisini Cennete götürmez. Beni de. Rabbimin rahmeti olmasa ben de Cennete giremem. " diyen Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam), eski asırlarda yüz kişi öldürdüğü halde samimî bir şekilde tevbe eden bir kişinin affedildiğini belirtir.

İşte korku ve ümit arasında bulunmak budur. Bir yanda Allah'ın en büyük Peygamberi, kendi ameliyle Cennete giremeyeceğini belirtiyor; diğer yanda yüz kişiyi öldüren kesin bir pişmanlıkla af dilediği için mağfiret ediliyor.

Kişinin ameline güvenmesi, "ucb" denilen mânevî bir hastalıktır ki, en az ümitsizlik kadar kötüdür.

Rabbimiz bizleri, hayatımızı hüsn-ü hâtimeyle bitirip imanla kabre girinceye kadar korku ve ümit arasında bulundursun.


Cemil Tokpınar

30.10.2008 - hadra

Ynt: Peygamberimizin diliyle gençlik

[b]Kıyâmet Günü Gölgelenecek Gençler[/b]

Yüce Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:

"Yedi kimseyi Allah-ü Teâlâ kendi gölgesinden başka gölgenin olmadığı (kıyâmet) gününde kendi gölgesinde gölgelendirecektir: Adâletli devlet reisi, Rabbine ibâdet yolunda serpilip büyüyen genç, gönlü mescidlere bağlı kimse, Allah yolunda birbirini sevip buluşan ve bu yolda ayrılan iki kimseden her biri, makam sahibi güzel bir kadın onu istediğinde, 'Ben Allah'tan korkarım' diyerek (o günahı işlemeyen adam), sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek kadar (gösterişsiz) gizli sadaka veren adam, tenhada Allah'ı zikredip de gözü dolup taşan kişidir." (Buhârî, Muhâbirîn: 4)

Bu hadiste her ne kadar bütün insanların alabileceği hisse ve dersler varsa da, özellikle gençleri ilgilendiren bölümlerin olduğu açıktır.

Öncelikle burada söz konusu edilen kıyâmet günü üzerinde kısaca durmak gerekir. Bu öyle bir gündür ki, o gün insanlar kendi nefislerinden başka kimseyi düşünemezler. O gün Peygamber Efendimiz (a.s.m.) dışında bütün insanlar, "Nefsim nefsim" diyecek, kişi belki yardım isterler diye annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacaktır. Güneşin bir mil aşağı ineceği o gün, en çok ihtiyaç duyulacak şey "gölge"dir. İşte hadiste, o dehşetli günde kimlerin gölgelendirileceği belirtilmektedir.

Gençler burada sayılan 7 sınıftan hepsine girebilirler. Gerçi "devlet başkanı" olmak herkesin elinde olmayan, ancak milyonlarca insandan birisine nasip olan fırsat ve sorumluluktur. Ancak "devlet başkanı" ifâdesinden, "yönetim, yetki ve sorumluluk" sahibi herkesi anlayabiliriz. Böyle olunca birinci gruba adâletli birçok genç girebilir.

İkinci grup, "Rabbine ibâdet yolunda büyüyüp serpilen gençtir" ki, bu gruba girmek her gencin elindedir. Nefsini günahlardan koruyan, bilhassa zamanın fitne ve fesâdından kaçınan, hevâ ve hevesine uymayıp, gençliğini Allah yolunda ve Ona ibâdette geçiren genç, bu büyük müjdeye nâil olacaktır.

Yine bir hadiste şöyle buyrulur: "Küçüklüğünden beri Allah'a çokca kulluk eden gencin, yaşı ilerledikten sonra çokca kulluk etmeye başlayan ihtiyara üstünlüğü, peygamberlerin diğer insanlara üstünlüğü gibidir." (Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs)

Burada kâinattan daha büyük bir müjde, bütün dünya zevklerine bedel bir mutluluk, her günümüz çileyle geçse yine değecek bir başarı vardır. Bu hadîs, "Allah'a ibâdet yolunda büyüyüp serpilmenin" ne paha biçilmez bir servet, ne imrenilecek bir makam olduğunu göstermektedir.

Üçüncü grup, "gönlü mescidlere bağlı kimse"dir. Eğer gençlerimiz, gerek kendilerinden gerekse dışarıdan kaynaklanan her engeli aşarak, namazlarını kılar, bilhassa cemaatle namaza devam ederlerse, bu güzel müjdeye ulaşmanın bahtiyarlığını şimdiden hissedebilirler. Gönlü mescidlere bağlı olan genç, hem huzurlu ibâdet eder, hem cemaat şuurunu, birlik ve bareberlik gerçeğini anlamış olur. Elbette buradaki mescidlerden kasıt birinci derecede câmilerdir. Ancak bulunduğu yer ve imkân nisbetinde, "Allah'a cemaatle ibâdet edilen her yer" bu kavram içine girebilir.

Dördüncü grup, "Allah yolunda birbirini sevip buluşan ve bu yolda ayrılan iki kimseden her biri"dir. Gençler bu gruba rahatlıkla dâhil olabilirler. Çünkü, gerçek arkadaşlık, diğergamlık, samimiyet, fedâkârlık, feragat özellikle gençlik döneminde zirveye ulaşır. İşte hangi genç, "Allah yolunda", yani İslâmın ilerlemesi ve Kur'an'ın hâkim olması için bir veya birkaç arkadaşıyla buluşur, çalışır, hizmet ederse, bu müjdenin mutluluğuna erer. Özellikle, îman ve Kur'an hizmeti yolunda her hafta, belki her gün biraraya gelen gençler, bu müjdeyi hak eden bahtiyarlardır.

Beşinci grup, "makam sahibi güzel bir kadın onu istediğinde, 'Ben Allah'tan korkarım' diyerek o günahı işlemeyen adam"dır ki, bu dehşetli imtihana en çok muhatap olan kesim gençlerdir. Özellikle bu asırda, bu tür imtihanla karşılaşmak her zaman mümkündür. Rabbim böyle bir imtihanla karşılaşan her genci korusun ve nefsini yenip başarılı olmasını nasip etsin.

Altıncı grup, "sağ elinin verdiği sadakayı sol eli bilmeyecek kadar gösterişsiz gizli sadaka veren adam"dır. Gençlerimizin bu gruba girmeleri de mümkün ve kolaydır. Sadaka, bir mü'mine herhangi bir şekilde faydalı olmak, yardım etmektir. Bu, mal ile olabileceği gibi, fiil ile, davranış ile, ilim ile de olabilir. Bir tebessüm etmek, hâl hatır sormak, derdini paylaşmak da bir sadakadır. En mükemmel sadaka ise, sahip olduğumuz îman ve İslâm bilgisini muhtaç bir kardeşimize aktarmaktır.

Yedinci grup, "tenhada Allah'ı zikredip de gözü dolup taşan kişi"dir. Gençlerimiz bu gruba girmek için günahlara tevbe ve istiğfar edip, Allah'a el açmalı, gözyaşı dökmelidir.

Böylece hadiste sayılan 7 grubun tüm özelliklerini gösterip, âdetâ Allah'ın gölgesinde gölgelenmeye 7 derece nâil olmak imkânı elimizde vardır.

İşte o zaman gençliğimizi Allah yolunda ebedîleştirip, Cennete girerek şu hadislerde belirtilen sırra erişiriz:

"Bir dellâl, 'Gerçekten sizin için sıhhat vardır, artık ebediyyen hasta olmayacaksınız, sizin için hayat vardır, ebediyyen ölmeyeceksiniz. Sizin için gençlik vardır, ihtiyarlamayacaksınız. Sizin için nimetlenmek vardır, fakirleşmeyeceksiniz, diye nidâ edecektir." (Müslim, Cennet: 22)

"Cennete giren nimet görür fakirlik görmez, elbisesi eskimez, gençliği de tükenmez." (Müslim, Cennet: 8


Cemil Tokpınar

30.10.2008 - hadra

Ynt: Peygamberimizin diliyle gençlik

[b]Uyarı ve Müjde[/b]

Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselam), "Bir genç yaşlı bir insana yaşlılığından dolayı ikramda bulunursa, yaşlandığı zaman kendisine ikramda bulunacak bir kimseyi Allah ona musahhar kılar" (Tirmizi, Birr: 75) buyurmaktadır.

Birçok hadîsinde, anne-babaya ve yakın akrabaya itaat ve ikramı emreden Peygamberimiz (a.s.m.), burada tüm yaşlılara ikramda bulunmayı emretmektedir. Bir gencin böyle bir ikramı, sadece âhirette mükâfatlandırılmakla kalmayacak, dünyada da faydasını gösterecektir. Gerçekten de, büyüklerine hürmet eden bir gencin yaşlandığında hürmet gördüğü, darb-ı mesel hâline gelmiştir.

"İkramda bulunmak" sadece maddî anlamda değildir. Yaşlıların işlerine yardımcı olmak, onlara tatlı dil güler yüz göstermek, otobüslerde yer vermek de bir nevi ikramdır. Asr-ı Saâdette yaşanan şu hâdise, bu hususa güzel bir nümunedir:

Resûlüllah (a.s.m.) ile görüşmek isteyen yaşlı bir adam geldi ve cemaat ona yer açmayı geciktirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz, "Küçüğümüze şefkat, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir" dedi. (Tirmizi, Birr: 15)

Görüldüğü gibi, yaşlılara yer vermek de, itaat ve ikramın bir çeşididir. Hadiste geçen, "Bizden değildir" ifâdesi, her genci titretecek bir uyarıdır. Bütün mü'minler, Peygamber Efendimize (a.s.m.) lâyık bir ümmet olabilmek için can atar, bu gaye için çırpınır. Yüce Efendimizin, "kendisinden saymadığı" gruba girmeyi hiçbir genç istemez. O halde büyüklere hürmet ve küçüklere şefkat ederek, onun "biz" dediği ümmete dâhil olmalıyız.

Yaşlıların duâsını almak, hem dünyada, hem âhirette faydalı olacak bir hazinedir. Her fırsatta onlara yardımcı olmak, gönüllerini almak gerekir. Çünkü, gençlikteki güç ve kudret, Allah tarafından verilmiş bir nimettir. Yaşlılar da bir zamanlar gençti. Gençler de bir gün gelecek yaşlanacak. Bir gencin içinde bulunduğu nimetten gaflete düşüp geleceğini düşünmeden yaşlılara hürmet etmemesi, hattâ onları üzmesi büyük bir hatâdır.

Amr bin Humk (r.a.) başından geçen şöyle bir hadise anlatıyor:

"Ben Resul-i Ekreme (a.s.m.) bir bardak süt ikram etmiştim. Onu içti, sonra da bana: 'Allah'ım! Bunun gençlik nimetini devamlı kıl' diye duâ buyurdu."

Gerçekten de, Hazret-i Amr, 80 seneye yakın yaşadı. Bu süre zarfında gençliğini korudu. Vücudunda tek bir beyaz kıl bile görülmedi. (Ebû Nuaym; İbn-i Asâkir)

"Şayet Allah'tan korkan gençleriniz, ciğeri yaş hayvanlarınız, beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı belâlar üzerinize sel gibi yağacaktı" (Kenzü'l-Ummal, 9:167; Keşfü'l-Hafa) hadîsinde zikredilen "belâları def eden" üç gruptan birisi de, "ihtiyarlar"dır. Bu bakımdan onlar, gençliklerinde yaptıklarıyla bizim velînimetlerimiz oldukları gibi, ihtiyarladıklarında da şefkat-i İlâhiyeyi celbederek, bize gelebilecek belâları engellemektedirler.

Hem dünyada, hem âhirette musibetlerin def edilmesine ve mutlu olmamıza vesile olan yaşlılara, hürmet ve ikramda kusur etmemek gerekir.


Cemil Tokpınar

30.10.2008 - hadra

Tevbe, Genç İken Yapılmalı

[color=red][b]Tevbe, Genç İken Yapılmalı [/b][/color]

[color=darkblue]Yüce Peygamberimiz (Aleyhissalatu Vesselam), bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:

"Adâlet güzeldir, fakat idârecilerde olursa daha güzeldir. Cömertlik güzeldir, fakat zenginlerde olursa daha güzeldir. Dinde titiz olmak güzeldir, fakat âlimlerde olursa daha güzeldir. Sabır güzeldir, fakat fakirlerde olursa daha güzeldir. Tevbe güzeldir, fakat gençlerde olursa daha güzeldir. Hayâ güzeldir, fakat kadınlarda olursa daha güzeldir." (Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs)

Görüldüğü gibi, burada sayılan güzel huylar en çok kim muhtaç ise onda daha güzel olacağı belirtilmiştir. İdâreci, başkaları hakkında çok hüküm verdiğinden, adâlete herkesten daha muhtaçtır. Cömertlik zenginlerde daha güzeldir, çünkü bu huyunun gereğini yapacak imkânı vardır. Herkes dinde titiz olmalıdır. Ancak âlimler, başkalarına yol gösterdikleri ve örnek oldukları için daha fazla hassas olmalıdır. Sabır herkes için lâzımdır. Fakat fakirlik çeken birisinin günaha girmemesi için daha sabırlı olması gerekir. Tevbe herkese lâzımdır, fakat günaha girmeye en eğilimli olan gençlerde daha güzeldir. Utanma duygusu güzeldir, ancak kadınlarda olursa, güzelliklerini başkalarına göstermezler ve günahtan çekinirler.

Burada, gençlerle ilgili tevbe konusuna biraz daha ağırlık verelim.

Her sözünde bir nur ve ümit bulunan Efendimizin (a.s.m.) bu hadîsinde de, gençler için mühim bir uyarı ve müjde vardır.

Tevbe, kişinin yaptığı günahtan dolayı pişman olmasıdır. Rabbimiz meâlen, "Ey îman edenler! Allah'a tam bir ihlâsla tevbe edin. Umulur ki Allah günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan Cennetlere koyar" (Tahrim: 8) buyurmuştur.

Tevbe, "pişmanlık" olduğu için bizzat günah işleyen kişi tarafından yapılmalıdır. Kişi, bir başkası için tevbe edemez. Ama, istiğfar edebilir. Çünkü, istiğfar Allah'tan bağışlanma istemektir ki, bir başkası için bunu isteyebiliriz.

Bağışlanma istemek için önce tevbe edilmelidir. Kişi işlediği günahtan pişman olmalıdır ki, onun bağışlanması için Allah'a yalvarabilsin.

Tevbe etmeyi teşvik eden pek çok hadis vardır. Nitekim, "Günahtan tevbe eden hiç günahı olmayan gibidir." (İbn-i Mâce, Zühd:30) meâlindeki hadîs, günahkârlar için önemli bir müjde verirken, şu hadîs meâli de, Rabbimizin tevbe eden kullarından memnun olduğunu belirtir: "Allah birinizin tevbe etmesine, o kimsenin kayıp hayvanını bulunca duyduğu sevinçten muhakkak daha çok sevinir." (İbn-i Mace, Zühd: 30)

Rabbimizin bir ismi de, "Tevvâb"dır. Yani O, tevbeleri çok kabul edendir. O kadar ki, Peygamberimiz, insanlar hiç günah işlemese dahi Rabbimizin yeni insanlar yaratıp, onlara günah işleteceğini ve tevbe ettirip bağışlayacağını söylemiştir. Çünkü, günahkârların ve tevbe edenlerin bulunması, Allah'ın Tevvâb isminin gereğidir. Kur'an'da, "Allah çok tevbe edenleri sever" meâlinde buyrulması da, tevbenin, Allah'ın sevgisine sebep olacağını ortaya koymaktadır.

Allah, "Rahmetim gazabımı geçmiştir" (Müslim, Tevbe: 4) buyurduğuna göre, Onun rahmetini celbetmek için bol bol tevbe etmemiz, af dilememiz gerekir. Peygamberimiz bile, günahsız olduğu halde, tevbe ve istiğfarın güzelliğinden dolayı, "Ben günde 70 kez tevbe ve istiğfar ederim" buyurmuştur.

Peygamberimiz (a.s.m.) Ebû Zerr'e (r.a.) şöyle buyurdu: Nerede olursan ol, Allah'tan kork ve kötülüğün peşinden hemen iyiliği yetiştir ki, onu silip yok etsin. Ayrıca insanlarla da güzel geçin." (Tirmizi, Birr: 55)

Demek ki, günahtan sonra tevbeyle birlikte hemen bir iyilik yapmak gerekir. Böylece o günah yok olur.

Bu kadar güzel olan tevbe, niçin gençlerde daha güzeldir?

Önce konuyu açıklayan iki âyet meâli verelim:

"Allah katında makbul olan tevbe, o kimsenin tevbesidir ki, onlar câhillik edip kötülük işlerler de, çok geçmeden pişman olup tevbe ederler. İşte onların tevbesini Allah kabul eder. Allah her şeyi hakkıyla bilir ve her işi hikmetle yapar. Yoksa Allah katında makbul olan tevbe, ömürleri boyunca günahları işleyip de, nihâyet her birine ölüm gelip çattığında 'Ben şimdi tevbe ettim' diyenlerin tevbesi değildir. Öyleleri için biz acı bir azap hazırladık." (Nisâ:17-18)

Görüldüğü gibi, asıl tevbe, günah denizine dalmadan, henüz ömrün baharında yapılan tevbedir. Çünkü, genç iken duygular, kabiliyetler daha temiz ve nezihtir. Genç iken tevbe eden, ömrünü güzel amellerle geçirir. Tabiî, her şeye rağmen kaç yaşında olursa olsun tevbe etmek, mutlaka güzeldir ve yapılmalıdır.

Yukarıdaki âyet ve hadisler, "Henüz gençsin. Ye iç, gül eğlen, yaşamaya bak. Bırak namazı niyazı, ihtiyarlayınca kılarsın" gibi sözlerin ne kadar anlamsız ve ahmakça olduğunu açıklamaktadır.

"Allah tevbe eden genci sever" (Câmiüssağîr: 1866) hadîsi de bizi tevbe etmeye sevk etmelidir. Allah'ın bizi sevmesinden daha büyük bir nimet olamaz.

Buna rağmen, eğer çok fazla günah işlemişsek veya ancak yaşlanınca şuurlanmışsak, yine ümitsiz olmamalıyız. Rabbimizin rahmeti geniştir. Bol bol tevbe ve istiğfar etmeli, hayır hasenatta bulunmalıyız.

Allah, gençlerimizi, henüz genç iken tevbe eden kullarından eylesin.[/color]

29.07.2008 - hadra

Peygamberimizin diliyle gençlik

tesekkürler kardesim.

12.07.2008 - cevher

Kıyâmette Gençlik Nimeti Sorgulanacak

[b]Kıyâmette Gençlik Nimeti Sorgulanacak[/b]

Tüm insanlığı hayat veren sözleriyle uyaran Allah'ın Resulü (aleyhissalatu vesselam), "verilen nimetlerin hakkıyla değerlendirilmesi" konusunda çok durmuştur.

Nitekim konuyla ilgili bir hadislerinde şöyle buyurur:

"İnsanoğluna şu beş şeyden hesap sorulmadıkça onun ayakları Kıyâmet Gününde Rabbinin huzurundan ayrılmayacaktır: Ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nerede kazanıp nereye harcadığından ve öğrendiği ilimle nasıl amel ettiğinden." (Tirmizi, Sıfâtü-l Kıyâme: 1)

Görüldüğü gibi burada her yaş ve her baştaki insanı yakından ilgilendiren beş nimetin hesabının sorulacağı belirtilmektedir.

Ömrünü nerede tükettiğinin sorulması, bir bakıma "hayat nimeti"nin ve insana ihsan edilen "zaman"ın nerede harcandığıyla ilgilidir. İnsana, hayatı ve zamanı ihsan eden Allah olduğuna göre, bu nimet Onun rızası ve emirleri doğrultusunda kullanılmalıdır.

Yüce Peygamberimiz (a.s.m.), İbn-i Abbas'dan rivâyet edilen bir hadiste, "İki nimet vardır ki, insanların çoğu bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit" (Tirmizi, Zühd: 2405) buyurarak, mühim bir zaafımıza dikkat çekmiştir. Maalesef, birçoğumuz, özellikle sıhhat ve zaman bakımından bol imkânları bulunan gençler, bu hususta yanılmaktadırlar.

"Gençliği nerede yıprattığı"nın sorulması ise, doğrudan gençleri ilgilendirmektedir. Bu sorgulama, "gençliğin güzel yaşamak, hoşça vakit geçirmek, gülüp eğlenmek" için verilmediğini göstermektedir. Madem ki gençlik, Allah'ın nimetleri bakımından birçok artıları olan bir devredir; onun şükrü de, bu nimeti Allah'ın izni dairesinde kullanmaktır. Gençlere ihsan edilen "güç, kuvvet, sıhhat, âfiyet" gibi nimetler, daha fazla sevap kazanmanın birer vasıtası olmazlarsa, dünyada da, âhirette de başımıza belâ olabilirler.

"Malın nerede kazanılıp nerede harcandığının" sorulması da, tüm insanları uyaran bir alârm zili hükmündedir. Çünkü, bu cümleyle, herkesin helâl kazanıp helâl yollara harcaması istenmektedir. Parayı Allah'ın razı olduğu yollarla kazanmak ve Onun rızasına uygun yerlere sarf etmek, dünyevî harcamalarımızda israf etmemek gerekir.

"Öğrenilen ilimle nasıl amel ettiği"nin sorulması, aslolanın öğrenmek değil, onu hayata geçirmek olduğunu göstermektedir. Kur'an'da Rabbimiz öğrendiği ilmi uygulamayan insanları, "kitap taşıyan eşeklere" benzetmektedir. Çünkü, her ikisinin de taşıdığı ilimden bir kazancı yoktur. Yine Peygamberimizin (a.s.m.), "İnsanlar helâk oldular âlimler müstesna, âlimler de helâk oldular ilmiyle amel edenler müstesnâ, amel edenler de helâk oldular ihlâslı olanlar müstesnâ, ihlâslılar da büyük bir tehlikenin üzerindedirler" hadîsi, hepimizi titretmeli ve daha bir dikkatli olmaya sevk etmelidir.

Yukarıdaki izahlarla birlikte bu hadiste önemli bir soruya da cevap var.

Bu hadis, "Yaşlanınca ibâdet ederiz" diyen gençlerin büyük bir hata ettiğini gösteriyor. Böylece insanın sadece yaşlılık döneminden değil, gençliğinde yaptıklarından da sorumlu olduğu ihtar ediliyor.

Nitekim Kur'an'da Zilzal Sûresinde, "Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür, kim de zerre kadar kötülük yaparsa onu görür" buyrularak, insanın bütün ömründe yaptıklarından sorumlu olduğu ifâde edilmiştir.

Yukarıdaki hadîsimizi tamamlayan şu hadîsteki uyarılara da kulak vermek gerekir:

"Beş şey gelmeden evvel beş şeyi fırsat bil:
[color=red][b]
1. Ölüm gelmeden önce hayatının,

2. Hastalık gelmeden önce sağlığının,

3. Meşguliyet gelip çatmadan önce boş vaktinin,

4. İhtiyarlık gelmeden önce gençliğinin,

5. Fakirlik gelmeden önce zenginliğinin." (Hâkim: Müstedrek)[/b][/color]

Rabbim cümlemizi, "hayatını, sağlığını, vaktini, gençliğini ve zenginliğini" Allah'ın rızası yolunda sarf edenlerden eylesin.

...

Cemil Tokpınar

12.07.2008 - hadra

"Gençliğin Tehlikelerinden Sakınınız"

[b]"Gençliğin Tehlikelerinden Sakınınız" [/b]

Gelişiyle insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaran Yüce Peygamberimiz (a.s.m.), bütün söz, fiil ve davranışlarıyla bizlere örnektir. Kur'an-ı Kerimde meâlen "Ant olsun ki, Allah'ın rahmetini ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için, Allah'ın resûlünde size güzel bir numûne vardır" (Ahzâb: 21) buyuran Rabbimiz, onun her yaş ve her kesimden insana rehber olduğunu belirtmiş oluyor.

Yüce Peygamberimiz (a.s.m.) bizim için en güzel "öğretici, uyarıcı ve müjdeleyici"dir.

Hayatlarının en fırtınalı ve en hareketli dönemini yaşayan gençler hakkında buyurduğu, "Gençliğin tehlikelerinden sakınınız." (Kenzü-l Ummâl, 2: 258) şeklindeki hadîs, o en büyük muallim ve terbiyecinin çok mühim bir uyarısıdır.

Hadiste birbiriyle çok yakından ilgili olan iki kavram var: Gençlik ve tehlike.

Gençlik, insan hayatının en duygusal dönemidir. İnsanın gerek maddî organlarının, gerekse mânevî duygularının çok canlı olduğu bu devrede, en kritik problemlerle karşılaşılır.

Çünkü gençlikte, insanın nefsi kötülüğü emrederken, sahip olduğu potansiyel de bu kötülüğü işlemeye imkân verir.

Söz gelişi, yasak eğlence, içki, kumar, zinâ, hırsızlık gibi kötülükler gençlikte daha kolay işlenebilir.

Gençler, ömürlerinin en güçlü, en dinamik ve en hareketli dönemini yaşadıkları için ölümü pek düşünmezler. Daha yolun başındadırlar ve yaşlanmaya uzun yıllar vardır. Namaz ve benzeri ibâdetler için, "Daha genciz, yaşlanınca kılarız" gibi bir gaflete düşerler.

Halbuki ölüm genç-ihtiyar ayırımı yapmamaktadır. Nice gençler hayatının baharında ölümle tanışmaktadırlar. Hiç kimse Azrail'le (a.s.) "ne kadar yaşayacağı hususunda" sözleşme yapmış değildir.

Kaldı ki, Allah ibâdetleri sadece ihtiyarlar için emretmemiştir. İslâm "ihtiyarlar" dini değil, her yaştaki insanın dinidir. Bu bakımdan yaşlanınca namaz kılmaya başlayan birisi, âhirette hesap verirken hemen kurtulacak değildir. Ona, "ergenlik çağından ihtiyarlık dönemine kadar niçin ibâdet etmediği" mutlaka sorulacak, eğer affedilmezse azabını çekecektir.

Allah, herkese sonsuz rızık vermekte, ihtiyaçlarını karşılamaktadır. İnsana verilen nimetlerin en çok olduğu devre ise, gençlik dönemidir. Bunun için Rabbimize en çok ibâdet etmemiz gereken dönem de "gençlik" çağıdır.

Gerçek bu iken tehlikelerle çepeçevre kuşatılan gençler, nefis ve şeytanın oyununa gelerek Allah'ın emir ve yasaklarına uymayabiliyorlar.

İşte Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) gençleri bu hadisle uyarıyor, gaflete dalmamalarını, insî ve cinnî şeytanlara aldanmamalarını öğütlüyor.

Bir gencin düşmanı sadece şeytanlar mıdır?

Hayır!

Hattâ şeytanlar en büyük düşman bile değillerdir.

Çünkü, Yüce Peygamberimiz (a.s.m.), bu konuda da bizi îkaz ederek, "Senin düşmanların (içinde) en şiddetli düşmanın iki tarafın arasındaki nefsindir" (Keşfü-l Hafâ, 1:412) buyuruyor.

Demek ki, insanın en başta gelen düşmanı bizzat kendi nefsidir. Yani insanı, günahlara, kötülüklere, heveslere sevk eden duygudur.

Nefsin en güçlü olduğu ve en fazla istekte bulunduğu dönem de, yine gençlik devresidir.

Şu halde gençler, nefsin kötü isteklerini yerine getirmemek için de dikkatli olmak zorundadırlar.

Belki bazı gençler, "Ben nefsime hâkim olabilirim. Zaten çok sâkin ve günahlardan uzak bir hayatım var" diye düşünebilir.

Oysa bu da nefsin bir oyunudur. Böyle düşünen kimse, nefisle yaptığı mücâdeleyi çok sıkı tutmaz, duyarlılığı kaybeder.

Çünkü, nefse güvenilmez. Hazret-i Yûsuf (a.s.) bir peygamber olduğu halde, "Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis, dâimâ kötülüğe sevk eder�ancak Rabbim rahmet ederse o başka" (Yûsuf:53) demiştir.

Tüm peygamberler gibi "günahsız" olan Hazret-i Yûsuf (a.s.) böyle derse, bizim nefsin oyunlarına karşı çok dikkatli olmamız gerekir.

Gençliğin tehlikelerini şöyle özetleyebiliriz:

[b]1- Tûl-u emel beslemek:[/b] Ölümü düşünmeden sanki sonsuza dek yaşayacak gibi uzun emeller taşımak. Bu durum, insanı fâni hayata daldırır, âhiretine çalıştırmaz.
[b]
2- Hissiyâta göre hareket etmek: [/b]Gençlik, insanın en sağlıklı, en güçlü ve en duygulu dönemi olduğu için akıldan ziyâde duygular ön plândadır. Gelip geçici zevkler, oyun ve eğlenceler çekici gelir. Eğlence yerlerinde çoğunlukla gençler bulunur. Orta yaşlılıkta ve ihtiyarlıkta ise, hem vücudun zayıflığı, hastalıkları, hem de hayatın sorumlulukları daha fazla olduğu için kişiler duygusal hareket edemezler.
[b]
3- Gençlik günahlara ve kötü alışkanlıklara daha açıktır:[/b] Gençlik devresi, içki, kumar, zina gibi günahlara daha çok düşüldüğü bir dönemdir.

Tüm bu tehlikelere karşı Yüce Peygamberimizin (a.s.m.) tavsiyelerine sımsıkı sarılmamız gerekir.

12.07.2008 - hadra

Konular