gavsı sani (ks)

Bilvanis, Siyanüs, Taruni, Havil, Dilibey, Nurşin, Kasrik ve Gadir köylerinden soluklayarak Menzil’i mekan edinen Gavs Hz.leri ve oğulları (Seyda Hz.leri ve Seyyid Abdülbaki Hz.leri) kıyamete dek sürecek irşad faaliyeti sergilemektedirler. Peygamber soyundan gelen bu aile, her türlü çileye rağmen, Şah-ı Nakşibendi (k.s.)’ın Kasr-ı Arifan’da başlattığı irşadın ikincisini devam ettirmektedirler. Bu yüzden Menzil’e hem Gavs-ı Bilvanisi hem de Seyda Hz.leri (k.s.) ikinci Buhara demiştir. Gerek Gavs Hz.leri, gerek Seyda Hz.leri ve gerekse Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin bu yerlerde Allah’ın rızasını kazanmaktan başka gayeleri olmamıştır. Rıza-ı Bari hayatlarının düsturu olmuş, öyle ki bu uğurda diyar diyar gezmişler ve bu uzun yürüyüşten sonra, Menzil en son durakları olmuş. Böylece göç ve hicret hayatını yaşayarak Resulüllah’a mutabaat yaptılar.
Bu yürüyüş önce Gavs Hz.leriyle köy köy gezerek başlamış, sonra Seyda Hz.leri döneminde kalabalıklara dönüşmüş ve en nihayet Seyyid Abdülbaki Hz.leri ilede ise zirveye ulaşmıştır. Bu irşad halkasının içinde Şeyh Abdurrahman-ı Tahi, Şeyh Fethullah, Şeyh Muhammed Diyauddin, Şeyh Ahmed-el Haznevi gibi sadatlar sıralanmış, mekan değiştirenlerin yerine Gavs Hz.leri, Seyda Hz.leri ve Gavs-ı Sani Hz.leri aynı heyecanla bu yolu bugüne ve daha da ötelere taşıyarak onların yollarını takib etmişlerdir.
Nöbeti devraldığı zat, hem kardeşi, hem yol arkadaşı, hem de mürşidi olan Seyda Hz.leridir. Hayattayken arkasında iki büklüm bir vaziyette büyük bir adabla peşisıra yürümesiyle dikkati çeken Gavs-ı Sani Hz.leri ilerisini haber verircesine nöbeti Seyda Hz.lerinden devralmıştır. Babaları Gavs Hz.leri olan bu ikili, ailenin gözbebekleridir adeta.
Gavs-ı Sani Hz.leri tâ çocukluk yaşlarda hastalığa yakalanmış, zayıf ve bitap düşmüştür. Malum bizim gibi zayıf insanlar için hastalık günahlara kefaret olan ilaçtır, ama büyük zatlar için makam almalarına veya bir basamak ilerisine sıçramak için verilen ilaç olsa gerektir.. Genç yaşta verem hastalığına yakalanmış, ama o hasta haliyle Siirt’te, oradan da Van’a okumaya gitmeyi ihmal etmedi, etmezde. Şöyle ki o zamanlar medrese talebeliğinin yanısıra , tevbe de veriyordu. Bir yandan hastalık, bir yandan talebelik ve bir yandan da Gavs Hz.lerinin emri doğrultusunda irşada yardımcı olmasıyla alametlerini tâ o günlerde belli etmesi ileride büyük bir zat olacağının işaretlerin veriyordu..
Gavs Hz.leri onu hizmet için Van’a gönderdi. Van’da ne oldu derseniz, kısa zamanda irşad halkası genişledi ve çoğalıverdi. Her geçen gün yöre halkı kötü hallerini bırakıp hatme halkasına dahil oluyordu. Tabii bu arada rahatsız olanlar muhalefet etmeye başlayanlar, hatta istemeyenler ve çekemeyenler oldu. Münkirler boş durmadılar, hemen şikayet ettiler. Şikayet üzerine iki-üç gün tevkif edildikten sonra Gavs-ı Sani Hz.lerini genç yaşta 30 gün süreyle tutukladılar. Tabii Molla Ahmed bu durumu Gavs Hz.lerine açıklamaya çekinir, rahatsızlık duyacağını hesap ederek önce tereddüt eder ve ennihayet dayısı Seyyid Sıtkı’ya söyler. Zaten Seyyid Gavs-ı Sani Hz.leri hastaydı. Bir de hapishane hayatı eklenince, ister istemez nasıl açıklayacağı noktasında tereddütler oluştu zihinlerde. Nihayet bütün bu olanları dayıları kanalıyla duyururlar.
Dayıları Seyyid Sıtkı diyor ki:
“Ben Gavs Hz.lerine durumu söyleyince, Gavs Hz.leri öyle oldu ki, öyle içi ferahladı ki, inanın yüzü çiçek gibi açıldı. Öyle tebessümle bana dedi ki:
-Ondan büyük nimet ne var? Allah’a şükredelim. İmam-ı Rabbani, Şah-ı Nakşibendi, Abdulkadir Geylani, Şah-ı Hazne hepsi içerde mapus kaldı. Onlara mutabaat oldu. Bazıları hata yapıyor, suç işliyor, tevkif ediliyor ve ceza altına giriyor. Bu Allah’ın yolunda tevkif edilmiş ve nezaret altına alınmış çok mu? Bu ne kadar büyük nimettir. Ne kadar şükretsek azdır.”
Hasılı özetle o yörenin insanları kötü işleri bırakıp, yola gelmesinden rahatsızlık duyanlar yaklaşık yirmibeş muhtardan imza toplayarak Yüzbaşı’ya şikayet ediyorlar, o da huduttaki yüzbaşıya bildiriyor, derken gözaltına alıyorlar. Fakat Gavs-ı Sanı Hz.lerini 30 gün sonra serbest bırakıyorlar. Gerçi şikayet edenlerin ekserisi sonradan hakikati görünce pişmanlık duymuşlar ve yola girmişler de.. Baktılar ki bu zat ne kadar çile çekiyorsa, o kadar Allah (c.c.) daha fazla veriyor. Bu durumu idrak edenler hemen diz çöküp hatme halkasına dahil oluyorlardı. Gavs-ı Sani Hz.leri genç yaşta 30 günlük çile hayatından sonra Menzil’e geliyorlar, hatta daha sonraları tekrar okumak için oralara yine gidip gelmeyi de ihmal etmemişlerdir. Allah’ın dostları hepsi çile çekmiş, demek ki; eziyet onlar için bir lezzet ve tadmış meğer.
Gavs-ı Sani Hz.lerinin terbiyesinde başta Gavs Hz.lerinin ve Molla Derviş gibi Hocaların katkısı çok büyüktür. Seyda Hz.leri nasıl ki Gavs Hz.lerinin emrinde hizmete koşturuyorduysa, Gavs-ı Sanı (k.s)’de belki iki-üç misli daha fazla Seyda (k.s.)’ın emrindeydi. Seyda Hz.leri ağabey-kardeş ilişkisinin ötesinde can yoldaş idiler. Seyyid Abdulbaki Hz.leri Gavs (k.s.)’ın döneminde bile Seyda Hz.lerinin karşısında sanki ölü ve cansız gibiydi, yani teslimiyeti çoktu. Zaten Gavs-ı Sani Hz.lerinin bu halleri , onun ileride Seyda Hz.lerinden sonra büyük bir zat olacağını haber veriyordu. Adabı ve halleri ile “Seyda Hz.lerine layık olmaya çalışacağım” mesajını çok daha önceden ortaya koyuyordu. Nitekim de Seyda Hz.leri bu dünyadan göç ettikten sonra irşad halkası kat kat daha da arttı.
Gavs-ı Sanı Hz.leri hastalık çektiği için genç yaşlarda çok zayıfmış, ince yapılıymış. Bu yüzden Gavs Hz.leri onu Ankara’ya yolladı, Allaha şükür o hastalık geçti, hatta dönüşte kilo almaya başladı bile. Böylece o zayıflık da üzerinden alınmış yerine heybet hali hakim olmuştu. Hem de öyle bir heybet ki, sima olarak artık babası Gavs Hz.lerine benziyordu. Seyda Hz.lerinin sofilerinden Gavs’ı tanımayanlara, Seyyid Abdulbaki’yi görmeniz kâfi deniliyordu bu yüzden. Gerçekten de, Gavs’ı görenler yüzcek benzediğini söylüyorlar. Hastalık, hapis, eziyetler derken sabır yürüyüşünü Seyda Hz.lerinin arkasında adabı usulüyle yapıyordu. Seyda Hz.lerinin halifelik öncesi ve sonrası emrinden çıkmayan birisi varsa o da Seyyid Abdulbaki Hz.leri idi. Hayatında iki şey mukaddes biliyordu: birisi Kur’an ve hadis, diğeri ise Gavs-ı Bilvanisi Hz.leri ve Seyda Hz.leri idi.
Öyle ki , Seyda Hz.leri şu işi yap, derhal hemen o işi yapıyordu. Ağabey-kardeş ilişkisi teslimiyet çerçevesinde geçti yıllar boyunca.. Zaten Mürşid-i Kâmil’in alameti âdâb değil midir? Gavs Hz.leri vefat edince bütün işleri Seyda Hz.leri yapıyordu. O yıllar en büyük yardımcısı Seyyid Abdulbaki (k.s.) idi. O hayatını âdâb ve teslimiyet üzerine tanzim etmişti. Gavs Hz.lerine de öyle candan ve aşktan bağlıydı ki, onun dar-ı bekâya irtihali Seyyid Abdulbaki (k.s.)’ın iç dünyasında fırtına estirmiş, adeta şok hali yaşamasına sebep olmuştu. Öyle bir şok ki beraber yaşadıkları Seyda Hz.lerini bile bir an unuturcasına, 21 gün biat etmemiş. O şok haliyle Gavs Hz.lerinin merkadına günlerce yüz sürmüş ve onu kaybetmenin hüznünü tüm benliğinde yaşıyordu. Tabii bu şoktan çıkamama hali Seyda Hz.lerine beyatını geciktirmesine sebep olmuştu. Seyyid Abdulbaki Hz.lerinin bu haline itiraz edenler olmuş ama , o bütün bunlara aldırış etmeden Gavs (k.s.)’ın merkadına kapanmıştı. Yine birgün bu uzlet anında Seyyid Abdulbaki(k.s), Gavs’ın merkadında murakabe halinde, tam o sırada Seyda Hz.leri de merkadda Kur’an okuyordu. İşte o sıra ne oluyorsa orada oluyor, Seyda Hz.leri:
“Abdulbaki otur...” diyor ve beyatı o anda gerçekleşiyor. Hatta, maneviyatta Gavs’ın (k.s.) Seyda Hz.lerine üç sefer:
“- Muhammed Raşid, S. Abdulbaki’ye dikkat et. Onu sana teslim ettim” dediği rivayet ediliyor. Böylece, Seyda Hz.leri bu ikaz karşısında kardeşi Seyyid Abdulbaki’ ye “otur” diyerek oracıkta emaneti veriyor. Kelimenin tam anlamıyla bu emanet Seyyid Abdulbaki’ye (k.s.) verilen en büyük hediyeydi. Öyle ki artık o şok hali üzerinden kalkıyor, yeni bir hayata başlamanın sevinci üzerini kaplıyordu. Gavs (k.s.) zamanındaki beraberlik eskisinden daha da çok koyulaşarak Mürşid-Halife ilişkisine dönüşüyor. Bundanda öte Seyda Hz.leri onun halifeliğini Molla Abdulbaki ile beraber, yani ikisinin icazetini bir perşembe akşamı vererek gerçek konumunu belirliyor.. Seyda Hz.lerinin sofileri Menzil’e ziyarete gittiğinde hep onu Seyda Hz.lerinin arkasında iki büklüm gördü ve bugünlere kadar hep o hali hafızalarımızda taze anı olarak kaldı.
Bir ara Gavs-ı Sani Hz.leri dergah hizmetlerinden bir an geri dururum düşüncesiyle nükseden sırt ağrılarını gizlese de gözlerden kaçmıyordu. Nitekim Seyda Hz.lerinin emriyle Ankara’ da ameliyat da olurlar.
Seyda Hz.leri de dar-ı bekâya irtihal edince bütün yük Gavs-ı Sani Hz.lerinin omuzlarına binmiştir. Nasıl ki, Gavs zamanında en büyük destekçi Seyda Hz.leri idi, Seydamızın döneminde de en büyük yardımcı Seyyid Abdulbaki Hz.leri idi. Şimdi Menzil’in işleri daha da yoğunlaşmıştır. Bir yandan camii inşaatı, diğer yandan merkad inşaatı ve diğer yandan vakıf faaliyetleri bunun en büyük göstergesidir. Menzil artık gelen misafirleri maddeten kaldıramadığı için, Gavs-ı Sani Hz.leri büyük çapta inşaat ve imar faaliyetlerini başlatarak, Gavs (k.s.) ve Seyda (k.s.)’ın bıraktığı temelleri daha da genişletmişlerdir.
Önce Türk Cumhuriyet’lerine yönelik bir seyahatı başlatırlar. Daha sonra bu yolculuktan sonra umre hazırlığına koyulurlar. Türk-i Cumhuriyetler ve Umre yolculuğu derken, Menzil’e döner dönmez merkad ve camii inşaatını gerçekleştirirler. Sene içinde de Afyon’u ve Pursaklar’ı ziyaret ederek hem irşad hem de mutabaat yapmışlardır.. İlerki yıllarda zaman zaman yine umre ziyaretleri ve Hacca gitmeyi de ihmal etmediler. Seyda Hz.lerinden devraldığı yük, beş-on misli daha da artar. Şöyle ki bu dönemde şeritle tevbe verme metodunun görülmesi bu dönemin en belirgin özelliğini ortaya koyması bakımından mühim bir hadisedir.. O kadar Menzil’in yükü artmıştı ki, Allah’ın rahmeti ve kudreti olmasa hiç bir insanın bu yükü taşıması mümkün değildir. Bütün bu eziyetleri ne içindi, elbetteki Allah için çekiyorlardı. Her türlü insanın nefes kokusuna normal bir insan, değil bir gün, bir saat bile dayanamaz. Öyle oluyor ki, camii tıklım tıklım, üstüste secde ediliyor, nefessizlikten dayanılmaz hale geliyor. Böyle olduğu halde, hem camii inşaatı, hem Menzil’in işleri, hem sırt ağrıları, hem de irşad faaliyetlerini bıkmadan usanmadan, aralıksız bir şekilde yürütmekten geri durmadı.. Fakat, Allah-ü Teala ona göre kuvvet vermiş. Allah’ın muhabbeti olmazsa ve sadatların muhabbeti olmazsa bütün bu işlerin yapılması imkânsızdır elbette..
Bel ağrılarına rağmen yine de irşaddan geri kalmıyorlardı, devamlı sofilerin hizmetinde koşturuyordu.. Rahatsızlığını bile hiçbir zaman dile vurmaktan haya edinen bir mizacı vardır.. Hastalığını soranlara, sıkılgan bir vaziyette anlatmaktan imtina ediyor, ancak ve ancak sırtını çeviremediğini görerek anlaşılıyordu bu hali. Dikkatle bakıldığında kendini ve sırtını çeviremediği gözlerden kaçmıyordu. Bunlara rağmen irşad faaliyetlerine yılmadan usanmadan ve sorumluluk duygusuyla devam etmişlerdir, ediyorda.. Bu vazifeyi madem yapacaksan, tam yapacaksın şuuruyla hareket ediyor. Dolayısıyla Allah (c.c.) da buna göre ecirlerini artırıyor, irşad halkası dahada büyüyordu.
Gavs-ı Sani Hz.leri denilince ilk evvela âdâb akla geliyor. Gavs (k.s.)’ın Şah-ı Hazne’ye bağlılığı ve Seyda Hz.lerinin Gavs’a teslimiyeti, Seyyid Abdulbaki (k.s.)’ında zirveye çıkarak âdâba dönüşmüştür. Diğer halifelerde de adap var ama, Gavs-ı Sani Hz.lerinde tarif edilemez nitelikte, kendisine özgü bambaşka idi. Seyda Hz.lerinin ahireti irtihalinin ardından merkadı ve camiiyi yapması, evlere ve çeşmelere el atması gibi faaliyetlerine hiç kimse akıl sır erdiremiyordu. Durmak yok yola devam dercesine biryandan dergi faaliyetleri, biryandanda vakıf faaliyetlerini başlatması onun en belirgin özelliği idi. Yani tasarrufatına akıl sır ermiyor ve üstelik çok hızlı başlamıştı irşada. Tabii bu enerji kaynağı Allah’tan ve saadatların himmet ve bereketlerinin yansımasından ileri geliyordu.. Bu dönemde çorba daha da fazla kaynıyor, ekmek daha da çok çıkıyor, tabiri caizse her faaliyet on misli artıyordu.. İşte bu yoğun faaliyetinden dolayı Gavs-ı Sani Hz.lerinin dilinden sohbet bile işitemez olduk. Zaten zaman ayıracak fırsatı da yoktu.. Sohbet ederse, tevbe veremezsin ve irşadın aksamasına yol açardı. O bakımdan hiç boşdurmuyor, o yüzden sohbete sıra gelemiyordu. Seyda Hz.leri de öyleydi, O da Gavs’tan sonra yaklaşık iki sene çok sohbet etti, sonradan birdenbire bırakıvermişti. Sadece vefatına yakın veda niteliğinde sohbetleri oldu o kadar. Fakat, Seyyid Abdulbaki Hz.leri irşadı devraldıktan sonra sohbet etmemesi, yukarıda işaret ettiğimiz hususlardan kaynaklanmaktadır. Bu dönemin en tipik özelliği amel, zikir ve akıl’ın ön planda olmasıdır.. Muhabbetten ziyade çalışmak, bu dönemin en belirgin vasfı.
İşin özü, fazla söze ne hacet, Seyyid Saki Hz.lerinin de buyurduğu gibi: “Artık emeklemeyi bitirdik, şimdi İslamiyeti yaşama zamanı...”

mübarek hala hayatta olup menzil köyünde irşada devam etmektedir..
kapısı herkese açıktır

ALLAH ondan razı olsun şefaatlerine nail eylesin inşallah

Konular