Letaif Nedir, Letaiflerin Anlamları, İşlevleri, Görevleri Nelerdir? (2)

Letaif Nedir, Letaiflerin Anlamları, İşlevleri, Görevleri Nelerdir? (2)
-Çakralar ile letaifleri karşılaştırdığımızda en büyük farklılık nerelerde görülüyor?
Çakralarda iki letaif noktası eksiktir. Bunlar sır ve hafidir. Tabii bu durum dikkat çekicidir. Nedeni ise çok düşündürücüdür: İleri derecede zikir çekenler, letaif noktalarındaki nurları müşahede edenler bir müddet sonra tıpkı güneş gibi bir nur halesi (tecelli-i nur) ile çevrildiklerini görürler. Şayet bu nur halesi olamasa idi, şeytanların musallatlarından kurtulamazlardı. Yani bu nur halesine ulaşmak hayat memat meselesidir.

Tüm letaif noktaları bu nura ulaşmada tıpkı bir çark gibidir. Sistemde rol sahibidirler. Ben kendi tecrübelerimle şunu kavradım ki, sır ve hafi letaifleri şeytanlara karşı büyük mücadele vermektedirler. Bunlar çakralardan sanki usta bir hırsız eli ile çıkarılmış ve sistem dışına konmuş gibidirler. Tabii bu durumdan en çok fayda temin edenler, cinni şeytanlar olmaktadır. Dolayısıyla bu işte onların uzun ellerininin payı olduğunu düşünmekteyim.

Meditasyon o hale getirilmiş ki, artık faydadan çok zarar getirecek bir hüviyete sokulmuştur. Elbette kişi başlangıçta bunları hissedecek halde değildir. O önceleri vücudunda bazı noktalarda hissettiği hoş hallerle avunur. Sonra ileriki zamanlarda, özellikle yaşlandığında öyle hallere düşer ki, bundan kurtulması mümkün değildir. Şeytan musallatları çok korkunç sıkıntılar verir. Tabii modern tıpta bunları tedavi eden bir merci de yoktur. Asıl işin vahim noktası böyle bir arayışa girince zaten ortaya çıkmaktadır.

-Şeytanlar sofilere musallat olmaz mı?
Elbette letaif noktalarını zikirle açan bir sofi de şeytan musallatlarına maruz kalabilir. Bu sık karşılaşılan bir durum olmasa da ara sıra vakidir. Ama böyle şeytan musallatına maruz kalmış bir sofi, her türlü güçlü ve etkili silahla mücehhez bir askere benzer. Şeytanlar ise onun karşısında çok zayıftırlar. Güya sofiye yaptıkları eziyetler, cinni şeytanların zikir, rabıta ve murakabe neticesinde meydana gelen nur ve feyz karşısında yaşadıkları eziyetin yanında binde birdir.

Şeytan musallatlarının pek çok değişik biçimi vardır. Maalesef böyle bir sıkıntıya düçar olanlar, baştan olguyu bir türlü kavramak istemiyorlar. Böyle bir musallattan sihirli bir sözle, duayla, ayetle, sure ile; iyi bir hocaya verecekleri para ile kurtulmak istiyorlar.

Halbuki bu yollarla elde edecekleri şifa geçicidir. Asıl kesin kurtuluş yolu, kendini güçlü kılmaktır. Bir mürşid-i kamile bağlanarak kalbini ve letaiflerini nurla ve feyzle beslemektir.

Sultani zikirle insan vücudunu bu cinni şeytanlara karşı bir kale durumuna getirebilir. Sultani zikir, bütün vucudun titreşimdeki cep telefonu gibi Allah’ı zikretmesidir. Hücrelerinde bu zikri algılayan sofi dilini damağına yapıştırıp onlarla beraber gizli zikre devam ederse sultani zikir yavaş yavaş tüm vücuda hakim olur. Artar, gelişir. Cinni şeytanların duman biçiminde vücudu ve letaifleri sarmasını engelleyebilir, onlardan kendisini kuratarabilir. Bu sırada nefes tutmanın, bu gizli zikri nefes tutarak yapmanın faydası ise çok büyüktür. Cinni şeytanların dumanlarını, yani kendilerini dağıtır.

Sofiler böyle bir musallat anında rabıtalarını, zikirlerini, murakabelerini artırma yolu ile bir rahatlığa ererler. Bunun dışında şeytanlarla mücadeledeki her yol batıldır. Çıkmaz bir sokaktır. Esassızdır.

Şunu da özellikle belirteyim ki, tembel bir sofi (zikrini, rabıtasını, murakabesini biraz ihmal eden) bile şeytan musallatları nedeni ile büyük sıkıntılara öyle pek düşmez, yani halk tabiri ile öyle kafayı yemez. Böyleleri genellikle cinni şeytanların dişilerine karşı uçkurlarını tutamadığı için manevi olarak pek ilerleyemezler. Yerlerinde sayıp dururlar veya yavaş yavaş geriye giderler. Bazı sıkıntıları da çekebilirler. Yani cinni şeytanlar tembel sofiyi zinayla etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Bir de ibadetler sırasında üzerine biraz ağırlık verirler. Bunu yaparken de sofinin üstündeki nurdan ve feyizden dolayı cinni şeytanlar büyük acılar çekerler. Fakat bu tembel sofiler, ruhsal sağlıklarını yitirip de öyle akıl hastanesine falan düşmezler hiçbir zaman Allah’ın izniyle. Ben bu yaşıma kadar da böyle bir hadise duymadım. Tembel sofiler ara sıra zikre, rabıta ve murakabeye sarılarak biraz kendilerine gelirler, şeytanların olumsuz durumlarından kurtulurlar, ama nefisleri tam olarak ıslah olmadığı ve onlarla zinaya karşı büyük bir zaaf içinde bulundukları için bir kısır döngünün içerisine de girebilirler.

Asıl cinni şeytan musallatlarında büyük tehlike, böyle tasavvuf yolundan habersiz insanlarda olmaktadır. Onlar tıpkı bir askerin silahlarından mahrum olduğu zaman yaşadığı gibi, şeytanların karşısında büyük bir sıkıntı duymakta, adeta onların ellerinde oyuncak olmaktadırlar. Tabii cinni şeytanlar herkese musallat olmazlar. Genellikle bu dediğim kesim, hayatlarında büyük bir travma (ruhsal acı) yaşarlar: Boşanma, yakınların ölümü, dayak, iş ve büyük para kaybı gibi beklenmedik hadiseler… cinni şeytanları harekete geçirir, bu durumdaki bazı ruhsal açıdan zayıf kişilere musallat olabilirler. Onların bazı bozuk itikatlarını iyi bildikleri, özellikle tasavvuf yoluna giremeyeceklerini de anladıkları zaman insan soyuna karşı bütün kinlerini bu zavallılara kusarlar. Onları kelimenin tam anlamıyla deli divane yaparlar. Akrabaları, tanıdıkları yardım için onları o veya şu hocaya götürürler ama dökme su ile değirmen dönmez. Böyleleri nurdan, feyizden tamamen mahrum oldukları için pek şifaya da kavuşamazlar. Çoğu kendilerine deli denmemesi için zamanla sıkıntılarını saklama yoluna giderler. Bu yolu tutarlar. Kol kırılır yen içinde kalır, hesabı ile kendilerini kurtarmaya, akıl hastanesine düşmemeye çalışırlar.

Tasavvuf yolunun gayesi, nefsi ıslah etmektir. Her türlü kötülüğü, şerri barındıran nefsi en az Allah’tan razı olan bir makama yükseltmektir. Zikir, rabıta, murakabe her ne kadar letaifleri çalıştırıp besliyor, güçlendiriyorsa da bu gelişen ruh, dolayısıyla letaiflerin gayesi de nefsin derecesini yükseltmek, onda güzel ahlakı meydana getirmektir. Çünkü tasavvufta asıl olan şey, ruhu ve letaifleri tasfiye etmek değil nefsi tezkiye kılmaktır. İnsan bu dünyada nefsi ile imtihan edilmektedir. Ruh ve letaifler yüce makmalara ulaşabilir ama nefis günhaların, kötü ahlakların, dünyaya bağlılığın elinde esirse bu durum kişiye dini açıdan bir şey kazandırmış olmaz. Böyle bir kişinin tasavvuf yolunda elde ettiği şey de koca bir sıfırdır.

Nefis Allah’tan razı olduğunda Allah da o nefisten razı olmaktadır. Böyle yüce bir makama eren kişiye ise hiç bir olumsuz hadise tesir etmemektedir. Başa gelen her türlü bela ve musibet (boşanma, yakınların ölümü, dayak, iş ve büyük para kaybı gibi beklenmedik hadiseler…), günahlarının neticesi veya imtihan sırrı olarak yüce Allah’tan (c.c.) bilindiği zaman travmatik bir etki yapmamaktadırlar. Bilakis nefsi; ruhu, letaifleri güçlü kılmaktadır.

Sabır, en büyük şifa kaynağıdır. Hadisi-i şerife göre imanın da yarısını teşkil etmektedir. Olumsuz hadiseler karşısında sabreden ve bu hadisenin asıl yaratıcısı olarak Allah’ı gören bir mümin, cinni şeytanlara müdahale için hiçbir açık kapı bırakmamaktadır. Sabrın üstüne bir de Allah’tan razı olma durumuna ermişse, bu kutlu nefis artık büyük bir manevi güce erişmektedir. Şeytanlar böyle nefis sahiplerine zarar veremeyeceklerini anladıkları için onlardan genellikle kaçarlar. Onlarla pek uğraşmak istemezler. Çünkü onlar karşısında vesveseleri bile etkisiz kalmaktadır. Bu durum onları büyük bir çaresizliğe, yenilgi duygusuna sevk edip deli divane kılar. Cinni şeytanlar da genellikle kafayı bu sebepten yerler. Evliyalar bazı şeytanların böyle bir nefisten etkilenerek İslam yoluna girdiğini söylemişlerdir.

-Letaifler ile rabıtanın İlişkisi nasıldır?
Kişi rabıta kurduğu anda yani mürşidini düşündüğünde ruhani bir ilişkiye girmektedir. Aslında kimi düşünürseniz onunla ruhani bir temasta bulunuyorsunuz demektir. Rabıta sırasında ruhun manevi organları olan letaifler, harekete geçmekte, mürşidin letaifleri ile temas kurmaktadırlar. Tıpkı kabloların birbirine bağlanması gibi bir durum oluşmaktadır. Mürşidin olgunlaşmış letaiflerinden feyz ve nur, rabıta yapan sofiye intikal etmektedir. Birleşmiş kaplardaki suyun az veya boş bulunan kaplara dengeli dağılması gibi fiziksel bir yasaya bağlı olarak rabıtada da feyz mürşitten rabıta yapanlara dağılır. Bu intikal derecesi rabıtanın kuvvetine göre az veya çok gerçekleşmektedir.

Manevi rabıtada şeyhin sureti zihinde canlandırlımaz. Yanınızda veya karşınızda olduğu varsayılır. Bunun için bu rabıta türü, en az enerji ile yapılanı ve en çok fayda getirenidir. Bu yoldaki kişiler bu rabıtayı her işlerinde kolaylıkla yapabilirler.
Tasavvuf yolunda en büyük kazanç rabıtadadır. Rabıtanın sırrını anlayan, kalbine ve letaiflerine feyzin (manevi enerji) ulaştığını hisseden sofiyi yükselmekten ve ileri gitmekten, yüksek makamlara ulaşmaktan hiçbir şey engelleyemez.

-Kişi tasavvuf yoluna girmemişse kıldığı namaz ve kendince çektiği zikirlerle letaifleri çalışmaz mı?
Elbette bir insan Müslümansa kıldığı namazlarla ve diğer ibadetleri ile letaiflerini canlı tutuyordur ama onları tasavvuftaki anlamları ile çalıştırmak kolay değildir. Bunun için mürşid-i kamilin rabıtası ile zikre ihtiyaç vardır. Yani roket özel bir benzinle çalışıyor. Araba benzini ile bu iş gerçekleşmiyor.

Elbette bir Müslümanın letaifleri nurdan ve feyizden nasipsiz değildir. Belli bir hızla da olsa yükselmektedir.

Letaiflerin Allah’a, emir alemine ulaşması kolay bir şey değildir. Tasavvuf yolundaki insanların belki yüz binde biri bile bu nimete erememektedirler. Ki onlar bir Müslüman olarak günlük ibadetlerinden başka vakitlerinin yarısını, hatta yarısından çoğunu ibadetlere ayırdıkları halde bu nimete ulaşamamaktadırlar.

Konular