TEVESSÜLÜ İNKAR EDENLERE TEESSÜF

[b]Allah-u Teâla’ya, Zat’ının celaline yakışır şekilde hamd-ü senadan, Resûlü Muhammed Mustafa’sına, kendisini bizden razı edecek şekilde salât-ü selamdan ve âl-i ashâbını bu salavâta kattıktan sonra; bu sayıda yazmaya başlamak istediğim konu, günümüz Müslümanlarının kafaları karıştırılarak itikatlarının bozulmak istendiği tevessül konusudur. [/b]
04/03/2008


TEVESSÜLÜ İNKAR EDENLERE TEESSÜF

Allah-u Teâla’ya, Zat’ının celaline yakışır şekilde hamd-ü senadan, Resûlü Muhammed Mustafa’sına, kendisini bizden razı edecek şekilde salât-ü selamdan ve âl-i ashâbını bu salavâta kattıktan sonra; bu sayıda yazmaya başlamak istediğim konu, günümüz Müslümanlarının kafaları karıştırılarak itikatlarının bozulmak istendiği tevessül konusudur.
Maalesef Ehli Sünnet olarak tanıdığımız ve kendilerine güvendiğimiz Müslümanların bir kısmı, kendilerini selefi diye tanıtan Ehli Sünnet dışı bir takım akımlara kapılarak Rasûlüllah (sallallahu Aleyhi Vesellem) Efendimizin bile vefatından sonra bir şeye gücü yetmediği, dolayısıyla ne ondan, ne de başka hiçbir peygamber ve veliden ölümlerinin ardından bir fayda gelmeyeceği şeklinde yanlış bir inanca sahip olmuşlardır. Hatta peygamberlerin ve velilerin yüzü suyu hürmetine Allah-u Te’âlâ’dan bir şey istemenin şirk olduğunu savunacak kadar büyük bir batağın içine sürüklenmişlerdir.
Bu gibi yanlış görüşleri savunanların bir kısmı ilim ehli geçinmekte cahil buldukları masum halkı kandırma kastıyla ve Rasûlüllah (sallallahu Aleyhi Vesellem)’e ait Hırka-i Şerif ve Sakal-ı Şerif gibi kutsal emanetleri ziyaretin bile onları dinden çıkaracağı görüşünü yaymakta, böylece Müslüman Türk milletini ve diğer Müslüman halkları on dört asırdır amel ederek bereketlendikleri güzel tatbikatlardan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar.
Tabi ki bize düşen, ilmî delillerle konuya açıklık getirmek ve bu hususta kafalara sokulmak istenen şüpheleri ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Bu vesileyle tüm okurlarımı hakkı bulma ve doğruya erme niyetiyle yazılarımı dikkatlice okumaya davet eder ve hepimiz hakkında Rasûlüllah (sallallahu Aleyhi Vessellem)’in: “Ey Allah’ım! Bize hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasip eyle, batılı da batıl olarak göster de ondan sakınmaya muvaffak eyle!” duasıyla dua ederim. Yazımı “Tevessülün mahiyeti ve çeşitleri”, “Tevessülün âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf’ten delilleri”, “Tevessül edilen zatın diri veya ölü olması arasında bir fark bulunmadığı”, “İbadetin hakikati”, “Müşriklerin ibadetiyle müminlerin tevessüllerini mukayese etmenin yanlışlığı”, “Rasûlüllah (sallallahu Aleyhi Vessellem)’in mübarek saçı, sakalı, cübbesi, kabr-i şerif-i ve sair kutsal emanetleri ile teberrük” başlıkları altında sürdürmeye çalışacağım. Allah-u Te’âlâ bizlerden güzel anlatım, sizlerden de güzel anlayış nasip eylesin.

Tevessülün Mahiyeti Ve Çeşitleri
Tevessül; bir şeyi bir şeye aracı etmek, bir şeye ulaşmak için bir şeyi vesile edinmek gibi anlamlara gelmektedir ki, İslam’da bunun bir takım çeşitleri vardır.
1- Allah-u Te’âlâ’nın isimlerinden herhangi bir isimle tevessül. Nitekim Âişe (Radıyallahu Anhâ)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifteki duasında Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi Vesellem): “Ey Allâh’ım! Ben Senden temiz ve pak olan, Sana en sevgili olan o mübarek isminin hürmetine isterim ki onunla dua olunduğunda kabul edersin, onun hürmetine bir şey istendiğinde verirsin…” buyurmuştur. (İbn-i Mace, Dua, No : 3859, 2/1268)
2- Salih amellerle tevessül. Buna örnek olarak, içinde bulundukları mağaranın kapısına kaya yuvarlanarak mağarada mahsur kalan üç kişinin kıssasını anlatabiliriz. Nitekim İbn-i Ömer (Radıyallahu Anhûma)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte beyan edildiği üzere: “Bu üç kişiden biri, ana babasına yaptığı iyilik hürmetine, ikincisi, bütün fırsatları elde etmişken zinadan uzaklaşması vesilesiyle, üçüncüsü de, emanete riayeti ve başkasının malını koruyup tam olarak sahibine ödemesi hürmetine Allâh-u Te’âlâ’dan o kayayı mağaranın ağzından kaldırmasını niyaz etmişler, Allâh-u Te’âlâ da, onların bu iyi amellerini dualarının kabulüne vesile kılarak her bir tevessülün peşine kayayı biraz daha açmış, sonunda onları tamamen kurtarmıştır.” (Buhârî, Buyû’, 98, No: 2102, 2/771; Müslim, Zikir 27, No: 2743, 4/2099) Zaten bu iki madde Müslümanlardan hiçbir kimsenin meşruluğu hakkında ihtilaf etmediği konulardır. Tevessül meselesinde bir takım anlayışsızların karşı çıktığı hususlar ise bundan sonra zikredilecek olan kısımlardır ki, biz bu yazımızda fırsat bulduğumuz ölçüde bu bölümleri örneklendirerek izah edeceğiz. İnşâallâh bir sonraki yazımızda da bunların meşruiyetinin delillerini gün gibi ortaya koyacağız.
3- Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi Vesellem)’in ismiyle tevessül. Nitekim İbn-i Kesîr’den nakledilen: “Yemâme vâkasında Müslümanların şiarı (kendilerini tanıtıcı vasıfları): ‘Ey Muhammed! (Bize yetiş!)’ demeleriydi” (el-Bidâye ve’n-Nihaye, 6/324) rivayeti, sahabe-i kiramın Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in ismi hürmetine Allah-u Te’âlâ’dan yardım istediklerinin en büyük delili ve örneğidir.
4- Rasûlüllah (Sallalahu Aleyhi Vesellem) ve sâlihlerle Allah’a ant vermek. Mesela bir kişinin: “Ey Allah’ım! Sana Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile ant veriyorum ki benim şu dileğimi mutlaka yerine getiresin.” Veya: “Falan veli ile hürmetine senden istiyorum ki mutlaka hastama şifa veresin” demesi bunun örneğidir. Allah’a ant verme konusunun meşruluğuna dair deliller bir sonraki yazımızda inşâallâh zikredilecektir.
5- Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi Vesellem)’den ve sâlihlerden dua isteyerek onlarla tevessülde bulunmak. Bir kimsenin: “Ey Allah’ın peygamberi! Ben senden ihtiyacımın görülmesi için dua etmeni istiyorum” demesi bu kabildendir. Nitekim Ömer (Radıyallahu Anh) umreye gitmek için Rasûlüllah (sav)’den izin istediğinde, Rasûlüllah (sav) ona: “Ey kardeşim! Bizi duandan unutma” diyerek tevazu göstermiştir. (Ebû Davûd, Salât 358, No: 1498, 1/470) Salihlerden dua isteme hususunda daha birçok hadis-i şerif mevcuttur.
6- Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi Vesellem)’in veya herhangi bir velinin makamı ya da hürmeti ile tevessülde bulunmak. Nitekim bir kimsenin : “Ey Allah’ım! Ben peygamberinin hürmetiyle sana tevessül ediyorum.” demesi, “Ben onun yüce makamını ve Senin katındaki yüksek mertebesini ihtiyacımın görülmesi için sebep kılıyorum” anlamına gelmektedir.
7- Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi Vesellem)’in ya da velilerin hakkı ile tevessülde bulunmak. Bir kişinin : “Ey Allah’ım! Ben peygamberin hakkı hürmetine sana tevessülde bulunuyorum” demesi, Rasûlüllah (sav)’in hürmetine Allah-u Te’âlâ’dan bir şey istemesi demektir, yoksa Allah-u Te’âlâ’ya bir şey vacip olur (zorla yaptırılabilir) anlamında değildir. Salihlerin hakkı ile Allah-u Te’âlâ’ya tevessülde bulunmanın meşruiyetinin delilleri de inşâallâh bir sonraki yazımızda açıklanacaktır.
8- Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi Vesellem)’in, veya diğer peygamberlerin ya da velilerin zatıyla tevessülde bulunmak. İşte bu kişinin : “Ey Allah’ım! Ben Senden peygamberin Muhammed (sav) hürmetine dileğimi yerine getirmeni isterim” diyerek Rasûlüllah (sav)’in zatını veya diğer salih kimselerin zevatını aracı yapmasıdır.
9- Rasûlüllah (Sallallahü Aleyhi Vesellem)’den şefaat istemek. Bir mütevessilin : “Ya Rasûlallah! Bana şefaat et!”, “Senden bana şefaat etmeni isterim”, “Ey Allah’ım! Peygamberini bize şefaatçi kıl” gibi sözlerle şefaat talep etmesidir ki bu kısmın izahı da bir sonraki yazımızda yapılacaktır.
10- Tevessül çeşitlerinden biri de bir işi bizzat vesileye isnat ederek ondan istemektir ki bir manada bu, vesile olan şahıstan, o işin görülmesi için Allah-u Te’âlâ’ya yönelmesini istemektir. Zira Allah ile birlikte kimsenin yapma veya bırakma hakkı yoktur. Aracı edilen zat ise bir şefaat ve dua sebebi olmaktan öte geçmez. Bu kısmın tafsilatı da inşâallâh ileride gelecektir.
Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere Rabbime Emanet.

1 yorum

Çok güzel yazı ama eksik bir yazı.

Bu kadar güzel maddelere benim de ekleyeceklerim var.
1- Hz. Ömer(radiyallahu anh), hilafeti zamanında;
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: Halk kıtlığa maruz kaldığında Ömer b. el-Hattâb (r.a.), Abbas b. Abdilmuttalib ile istiskâda bulunarak:

- Allâhım! Peygamberimiz ile sana tevessül ederdik de bize yağmur verirdin. (Şimdi ise) Peygamberimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize yağmur ver! derdi. Bunun üzerine yağmur yağar ve halk suya kavuşmuş olurdu .(Buhârî, K. el-İstıska, 3; K. Fedâili's-sahâbe, 11.)

AÇIKLAMA:

Buhârînin (v. 256/869) rivâyet ettiği bu hadis sahih kabul edilmiş; gerek metin gerekse isnad bakımından sıhhati tartışma konusu yapılmamıştır.

2- Vesile, iddia edildigi gibi Yüce Yaratici’ya baskasini ortak etmek degil,
onun sevdiklerini araci ederek ilahi huzura derdimizi arz etmektir.
Vesile, nefsi aradan çikarip sevgilileri araci yapmaktir. Vesile, yolu bilenle hedefe varmaktir.
Vesile, asiklarin agzi ile Allah’a yalvarmaktir. Vesile, dostlarin diliyle derde derman aramaktir.
Bu haliyle vesile, Allah Rasulünün tavsiyelerinde de yer alir, sahabilerin hayatlarinda da...
Vesile, iddia edildigi gibi Yüce Yaratici’ya baskasini ortak etmek degil,
onun sevdiklerini araci ederek ilahi huzura derdimizi arz etmektir.
Vesile, nefsi aradan çikarip sevgilileri araci yapmaktir.
Vesile, yolu bilenle hedefe varmaktir. Vesile, asiklarin agzi ile Allah’a yalvarmaktir.
Vesile, dostlarin diliyle derde derman aramaktir.
Bu haliyle vesile, Allah Rasulünün tavsiyelerinde de yer alir, sahabilerin hayatlarinda da...
Salih insanlarin diger insanlara nasil vesile oldugunu su hadislerden ögreniyoruz:
“Allah, bu ümmete ancak aralarinda bulunan zayif görünümlü salihlerin duasi,namazi ve ihlasi sayesinde yardim eder.” (Nesaî)
“Siz ancak içinizdeki zayif ve garib görünümlü salih kimselerin dua ve bereketiyle ilahi yardima ve zafere ulasirsiniz.”
“Zayif görünümlü salihleri ihmal etmeyiniz.
Çünkü siz onlar sayesinde riziklandirilir ve ilahi yardima mazhar kilinirsiniz” (Nesaî)
Konumuzla alâkali bir baska hadiste de,
bazi savaslarda sahabe, tabiîn veya etbau tabiîn’den olan kisiler hürmetine o orduya zafer ihsan edilecegi belirtilmistir.
(Buhari, Müslim) Islâm tarihinde, peygamber, veli ve alimleri vesile ederk
Allahu Tealâ’dan bir sey istemenin örnekleri çoktur.
Bu manada ilk vesileyi Hz. Adem (A.S.) yapmistir. Hz. Ömer (R.A.) naklediyor:
Hz. Rasulullah (A.S.) buyurdu ki: Hz. Adem (A.S.),
cennetten çikarilmasina sebep olan hatayi isledikten sonra affedilmesi için söyle dua etti:
- ‘Allah’im beni Muhammed’in hakki için affeyle, tevbemi kabul buyur.’ Cenab-i Hak:
- ‘Sen Muhammed’i nereden taniyorsun?’ diye sorunca, Adem (A.S.):
- ‘Ya Rabbi! Beni yarattigin zaman basimi kaldirip arsa baktigimda, arsin üzerinde,
Lâ ilâhe illallah Muhammedü’r-Rasulullah yazildigini gördüm.
Ismi Allah’in ismiyle beraber yazilan birinin O’nun katinda en sevgili bir kul oldugunu anladim.
Bundan dolayi onun ismini zikrederek affimi istedim.’ dedi. Allahu Tealâ: - ‘Izzet ve celâlime yemin ederim ki,
o senin zürriyetinden gelecek son peygamberdir. Eger o olmasaydi seni yaratmazdim.’ buyurdu. (Hakim, Beyhakî, Tabaranî, Heysemî)
Peygamberi ve Onun Yakinlarini Vesile Yapmak Rasullah (A.S.) Efendimiz’in saadetli hayatlarinda
zat-i alisini vesile ederek yapilan pek çok tevessül örnegi mevcuttur.

3- Demek ki vesile, Allah'ın yüce isimleri ile olabileceği gibi, yaşayan Peygamber ile de olur. Hatta Peygamberin amcası, salih insanlar, yaşlı ve aciz müminler ile de olur. Adem Peygamber örneğinde olduğu gibi daha hayata özlerini açmamış Peygamber ile de olur. (Bu hadislere zayıf isnadı vurulsa bile, tüm bunlar İslamın ruhuna, Peygamber Efendimiz_S.A.V_ in tatbikine uyar. Çünkü Nuh (A.S.)'ın gemisini kurtaran da Muhammedi Nur'dur.
Bir de İslam dünyasında vefat etmişlerin hatırına da olan vesile vardır ki; konu burada düğümlenmektedir. Ehli Sünnet'i tekfirle suçlayanlar burada kendince koz edinmişlerdir.
Bunu üç madde de ele alalım.
a) Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi vesellem, hayattayken ona vesile edilirdi. bunu bilmeyen yok. Öldükten sonra da o, vesile edilir. Çünkü onun nuru ilk yaratılan varlıktır. O, Peygamber olmadan önce de seçilmiş kişiydi, olduktan sonra da yine seçkin, yine Fahri Kainat'tır. Peki ölünce, iş biter mi, haşa. O Hem bu dünyanın hem Ahiret'in Sulatanıdır. Onu vesile etmek, onun şanını, ruhaniyetini, değerini Allah'a söyleyip, onun hatırna dua etmek ne güzeldir.
Tıpkı bunun gibi örnekler de verebiliriz. Allah, diğer Peygamberlere (Allah'ın selamı her daim üzerlerine olsun), Meleklerine (A.S.), Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in sahabelerine (R.A.hum) ve müttekilere değer vermektedir. O müttekiler için Hazret-i Allah, bir kutsi hadiste özetle şöyle buyurmuştur: Ben bir kulu seversem onun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı, tutan eli olurum...'
Ve biz Allah'ın sevgili kulları hatırına, ona yalvarıyoruz, o sevdiği için bize de sevdiridiği alimlerine, evliyaullaha, salih insanlara gidip (hiç farketmez bizzat giderek yanlarına da olur, ziyeret için gittiğimiz kabirlerinde onlara bir fatiha okuyurak, onlardan istemek demiyorum dikkat edin, onları vesile ederek ya da her nerede olursak olalım, Allah'ın bana imam-ı Rabbani kulunun hatırına kerem et, gibi şeyler diyerek Allah'a yöneliyoruz ve yalnız senden ister, yalnız sana ibadet ederiz, diyerek istiyoruz. Ne güzel değil mi?
Peki İmam-ı Rabbani gibilerinin sevgili kul olduğunu nereden biliyoruz. Biliyoruz ki O(C.C.) seviyor, biz de seviyoruz. Biz kimdir peki? Biz ümmet-i muhammed'iz. Hepsi mi, hepsi olmasa da bugün ehl-i sünnetim diyen yüzde doksan veya daha fazla müslüman (Bu sayı 1,5 milyara çok yakın demek) İmam-ı Rabbani ve onun gibileri, Şah-ı geylani ve onun öğrencilerini, silsilesini mübarek bilmiş. Ne yani bu ümmet yalan üzerinde mi birleşmektedir? Haşa, (Benim ümmetim hata üzerine birleşmez) demiş Peygamber. Buna da zayıf hadis mi diyorsunuz yoksa. Yoksa bu, İslam'ın ruhuna mı aykırı? Kuran değişmeyecek ki, ümmetin çoğu hata üzerine birleşsin. Sahabeler hata üzerine hiç birleşmiş mi, ya tabiin, ya tebe-i tabiin, ya ehl-i beyt, ya Peygamberin soyu olan Seyyidler ve şerifler, ya İslam alimleri (Allah hepsinden gani gani razı olsun)... O zaman İslam ümmetinin 1400 yıldır yaptığı tevessül, tevvekkül, kader inancı, amelde ve itikadda mezheplere tabii olmaları (bölünme değil tabii olma diyorum), Mürşid-i Kamillere intisap etme niye yanlış olsun.
b) Peki Allah'ı zikretmek, Fıkhı öğrenmek için bir kamil mürşid'in etrafında asırlar boyunca birleşen, bir kaç Vahhabi bozuntusundan başka onlara yalansınız demeyen İslam ümmeti yanlış mı yapmıştır. Bir ömür zikir, fikir ve şükürle; hatta ,irşad ve sabırla ömrünü tamamlamış Mürşid-i Kamillerin, kabrine varıp, Allah rızası için onlara üç ihlas ve bir Fatiha okuyup, o mübarek kulların hatırına Allah'tan yardım isteyen insanlarımız mı küfre düşmektedir.
c) Her devirde rahmete vesile olan Allah dostlari bulunur.
Kâmil insanlar, Allahu Tealâ’nin huzurunda insanligi temsil ederler.
Kâinatin ayakta durmasina vesile olan büyük zikri onlar çekerler. Ariflerin temiz kalbleriyle çektikleri zikirler,
saf gönülleri ile yaptiklari dua ve niyazlar, hallerinden yayilan edeb, takva ve güzel ahlâk, aleme rahmet çeker. Onlar ki Peygamberlerin varisleridir. Peygamber efendimiz_sallallahu aleyhi vesellem_ ne demiştir: Peygamberler yalnız ilim mirasa bırakırlar. Alimler, Peygamberlerin varisleridirler.)
Ebu Hanefi_R.A._ ki daha İslam'ın 100. yıllarında yaşamış tabiinden bir alimdir. Onun talebeleri, kuşaktan kuşağa, onun Kuran-Hadis ve Sahabelerin icmasına dayalı oluşturduğu İslam hükümlerinin anlayışını müminlere rahmet olacak şekilde bize öğreterek günümüze getirmişlerdir. Bugün milyara yakın müslüman hanefidir. Hep mi hatadayız yani. Hiç birimiz mi kurtulamıyoruz yani.
Yani bu ümmet toptan cehennemlik (!) olacak kadar talihsiz ha. Hadi biz yanıldık (!), İmam-ı Hanefi'ye daha o zaman ilim olarak tabii olan Hazret-i Hüseyin(R.A.)'in 1. dereceden torunu İmam Muhammed Bakır ve onun oğlu İmam Cafer-i Sadık(R.A.)(Hanefi Hazretlerinin mürşid-i kamilidir) gibi ehli beytin daha 2. kuşakları da mı yanıldı.
Ne talihsiz müslümanlarmışız ki, Peygamberden hemen sonra sapıtmış (!)ız ve bundan ne o günün imamları, sahabeleri, ne tabiini, ne de tarih boyunca İslam'ın yüzde doksandan fazlasını temsil eden ehli sünnet insanlar ve bugün dahi 1,5 milyarlık bir ehli sünnet topluluğu kendini kurtaramamış. ne talihsiz bir ümmetmişiz ki daha Ömer (R.A.) zamanında başlayarak bidatlere düşmüş, bu adamlar bizi kader, mezhepler, tevessül, tarikat gibi konularda uyaranlara kadar uyanmamışız. Tahrif edilmiş İncil ve Tevrat ehli bile belki bu kadar küfre (!) düşmemeişlerdi ha!
Yoksa bizde değil, sizde mi bir sorun var? Ha...!
d) “Imam Safiî, Bagdat’ta kaldigi günlerde Imam Ebû Hanife’nin türbesine gelir, ziyaret eder, kendisine selam verir,
sonra onu vesile edip Allahu Tealâ’ya ihtiyacini arzederdi.” Imam Ahmed b. Hanbel (Rh.A.),
Allahu Tealâ’dan bir sey isterken Imam Safiî’nin ismini zikrediyor ve onun hatirina ihtiyacinin giderilmesini istiyordu.
Oglu Abdullah buna hayret edip babasina durumu sorunca, Imam Ahmed: - “Süphesiz Imam Safiî, insanlar için günes gibidir;
Deseniz sizin görüşünüze göresadece Hanefiler değil, Şafiiler, Hanbeliler de yoldan çıktı.

Kendinize gelin beyler;
Allahu teala, Kuan-ı azimüşşan'da baştan sona müminlere hitap ediyor. Bizi Salih, Mütteki, muhlis, cennetlik, rahmete kavuşmuş, şefaate erecek, korunan, sürekli gözetlenen ve kendilerine yardım edilen, bu iş için zaten ehil, rızaya kavuşmuş bir ümmet olarak anlatıyor.
Hadislerde öyle hakeza. Bu ümmet yalan üzeinde birleşmeyen, dosdoğru bir ümmet olarak anlatılıyor. 73 fırkaya niye bölünüp sadece birisi cennetlik oluyor derseniz, o biri için Yüce Peygamber_sallallahu aleyhi vesellem_ bakın ne demiş:
H. Peygamber (a.s.v)’de bazı hadis-i şeriflerde şöyle buyurmuştur;

“Benim ümmetim hata üzerine birleşmez.” (İbn-i Mâce)

“Benim ümmetim delalet üzerinde birleşmez.” (İbn-i Mâce)

“Müslümanların iyi gördüğü şey, Allah katında da iyidir.” (Ahmed b. Hanbel)

Bu Hadis-i şerifler icmanın delil olduğuna ve ona uyulması gerektiğine işaret eder. Yani o bir fırka müslümanım diyenlerin çoğunluğudur. Bu bölünme de itikat'tadır. Yoksa bugün müslümanların yüzde onu namaz kılıyor, hadi gerisini asın, kesin anlamında değildir. Çünkü iman ve amel birbirleriyle sımsık bağlarla bağlanmış lakin farklı iki şeydir.

Bu hadislere zayıf diyenler, sahabeye veya tabiine laf edenlerdir. 'Şu hadisi söyleyen sahabenin hafızası zayıfmış, şunu diyen cennetle müjdelenmiş olsa bile sonra Muaviye'nin yanında yer almış, sözüne güvenilmezmiş gibi laflar(!) ederek hadisi ve o 6 hadis kitabını, velhasıl o hadisleri rivayet eden tüm tabiini, o hadislerle amel eden mezhep imamlarımızı velhasıl müslümanlığı zan altında bırakan kişilerdir.
Ya anlayın, Allah Kuran'da Peygambere Hudeybiye antlaşmasında biat edenler için 'Allah onlardan razı oldu.' diyor. Ne yani Allah, sözünden mi dönecek, yoksa onların cennetlik olduğunu söyleyen Peygamber (S.A.V._ mi yanıldı. Haşa!...
Biliniz ki tüm sahabeler, ayrım olmaksızın salih ve cennetliktir. Hadis kitapları buna uygun olarak onların arasında rivayet ettikleri hadisler için için ayrım yapmamışlardır. Onlardan gelen ve tabiinin ezici çoğunluğuna uygun olarak da dini uygulamalarımız bugüne kadar gelmiştir.
bugün hatalar ise bizdedir. Nasslarda değildir. Kabirlerde bez bağlıyorsak, bunun için bize Sahabeden günümüze kadar ehli sünnete tabi birinin evet bu doğrudur, lafını gösterebilir misiniz. Ya da bugün yalan, dolan, zina artmışsa buna caiz diyen bir tek ehli sünnet ehli gösterirmisiniz... Hayır, değil mi?
O zaman bu ümmetin inandıklarına dil uzatmayın. unutmayın ki Kuran'ı kendi kafasına (salt Arapça bilgisine göre de denilebilir_ göre yorumlayan cehennemde yerini hazırlar.
Yine mi sizi tatmin etmedi. O zaman biz deriz ki:
Biz Sahabe'ye uyarız, aralarındaki kavga ve ihitilafları onların her birinin bir müctehid olmasından dolayı saygıyla karşılar onlara hün-i zan ederiz. Onlardan bize gelen ufak tefek ayrıntıları İslam ümmetinin alimleri içinde ezici bir yer oluşturan ehli sünnet alimlerinin de kıyaslarına dayanarak verdikleri içtihadlara da uyarız.
1400 yıldır bugüne gelen kader, tevessül, kaza, sabır, iman, itikad, fıkıh ve hadis gibi konularda bize yol gösteren ve bugüne ulaşmış 4 ameli mezhebimiz(Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli) ve bir de 2 tane itikadi mezhebimiz (Maturidi, eşari) vardır. Ve bunlara bağlı olan müslümanların sayısının tüm araştırmalarda da görüldüğü gibi yüzde doksandan fazla olduğunu, hep olageldiğini bilir ve bununla gurur duyarız.
Biz hepimiz biriz, günahlarımız olsa da onlar nefsimizdendir. O konuda Allah'ın hükmüne razıyız, biz ondan gelen her şeye razıyız.
O zaman diyoruz ki 'Allah'ım itikadımız, imanımız senin Kuran'da bize bildirdiklerindir. Biz Kuran'ı hadisin ışığında anladık ve onlara iman ettik. Anlayamadığımız veya bize zor görünen meseleleri de Peygamberin hiç bir sahabesini ne olursa olsun, hatta aralarında savaş da olmuş olsa kötü gözle görmeyerek, onların icamasına uyarak anladık. Bize emanet bırakılan Ehl-i beyt ve onlara(Kuran'a, hadislere, sahabelere, ehl-i beyte) bu gözle bakmış olan Tabiin, tebe-i tabiin, müctehid imamlar, tarikatlar ve İslam dünyasının büyük çoğunluğunun itikadi üzerinde senin huzuruna geldik.
Biz bu yolla bize gelen hükümlere iman ettiğimiz gibi bunlardan biri olan tevessülün hak olduğuna da inandık. Biz sana ortak koşmadık, biz sana seni seven, senini rızana uygun olarak yaşayan ve buna da müslümanım diyenlerin çoğunluğunun onların lehinde şehadet ettiği insanların hatırına senden istedik. Başka türlü tevessül edenlerin hallerinden biz beriyiz. Biz tevessül yoktur, diyerek aslında senin razı olduğun dinden başka bir din yaymaya çalışanların durumlarından da beriyiz. onların dini onlaradır, bizim dinimiz bizedir. kendimizi bir Ehl-i Sünnet / Hanefi/ Maturidi gibi mezhep (yol) ehli olarak göstermemizin nedeni de: bu cahillerin yüzündendir. Mutezile, Şiilik, Nusayrilik... gibi farklı yol icad edenlerle ve kendilerine de müslüman, mümin gibi isimler takanlarla bir farkımız olsun diye, bizim senin bize bildirdiğin yolun adına, bu mezhep adları verdik. Hatta bu adı (ehl-i sünnet ve'l cemaat) adını bize Hazret-i Peygamber_aleyhiselam_ verdi, demekteyiz. Çünkü o hayttayken bize sünnetime sarılın, cemaate/çoğunluğa uyun demişti.
Hanefi, Şafii gibi yollar ise, bizim çoğunlukça fıkıh ve akaid gibi konularda İslam alimlerimize tabii olmamızdandır. Çünkü biliyoruz ki onların Peygamber Efendimiz_Sallallahu aleyhi vesellem_in varisleridir. Bu alimler ki onlara ehli beyt de tabii oldu, buümmetin çoğunluğu da. Bu alimler ki Kuran ve Peygamber'e_S.A.V._' aykırı bir şey demediler. O alimler ki ben şafiiliği kuruyorum da demediler. Onların mezhebine bu ümmet o adı verdi. O alimler ki benim ictihadımdan daha iyisini bulursanız, benimkini atın, onu alın dedi. o alimlerki keyfi hüküm vermezlerdi. O alimlerki, onlara itaat emrini bize Hazreti Muhammed Musatafa Efendimiz verdi. o alimler ki verdikleri hükümler, ehl-i sünnet içinde bize rahmet olacak derecede, onlara sahabeden gelen rivayetlere binaendir. Bunun dışında hatalarımız kendimizdedir, bilmeyerek veya farkında olmayarak hata etiiklerimizden senin rahmetine sığınırız.
Allah'ım; Bizi bu ümmeti Muhammed'in bu büyük çoğunluğunun da itikadı olan Ehli Sünnet ve'l Cemaat üzerine haşr et ve günahlarımızı ve yanılgılarımızı bu Ümmet-i muhammed'in bu çoğunluğu hatırına affet. Eğer hata yaptıysak cehennemine de razıyız...' deriz.

Siz de sizin itikadınız üzerine gelin ve o gün Allah karşısında, bir bütün olarak savunduğunuz ve her yerde birbirleriyle bağlayarak topyekun Harici mantığı oluşturduğunuz bu mezhebinizde sizin gibi düşünenlerle birlikte durun ve kendinizi savunun. Eğer biz de ehli sünnettik, dediyseniz, bizden olduğunuza dair delillerinizi de getirin.
Allah hüküm verenlerin en adaletlisidir.

11.07.2008 - freef

Konular