TESETTÜR (Örtünme)

TESETTÜR (Örtünme)

Tesettür, İslâm'a inanışın ve müslümanca düşünüşün simgesidir. Müslüman kadının ilk başlıkta anlaşılabilen tek ayırıcı vasfıdır. Ehemmiyetine binaen bu konuda müslümanların hassasiyeti, kafirlerime telaşesi oldukça büyüktür.

Onlar, vargüçleriyle örtüyü ve hicabı müslüman kadının elinden çekip almanın yollarım araştırırlar. Çünkü, müslüman kadınını örtüsünden uzaklaştırmak, Onu dininden uzaklaştırmanın ilk ve en mühim adımıdır. Bu noktada başarılı olunduğunda, yani her ne sebeple olursa olsun bir kadın tesettürü ihmal edecek kadar bilinçsizleştirildiğinde artık onun islimi bir kişiliğinden söz etmek mümkün değildir. Artık onun iplerini ellerine geçirmiş sayılabilirler. Hürriyet, ilericilik, moda ve benzeri isimler altında dilenilen yöne sürülebilir, dilenilen şekilde sömürülebilir.

19. yüzyıldan itibaren yeryüzündeki maddi hakimiyet, mekanik buluşları ve ortaçağ saplantılarından sıyrılıp kısmi de olsa uyanışa geçmeleri sebebiyle Avrupalıların eline geçmişti. 20. asra girerken Avrupalılar, müslümanları değerlerinden uzaklaştırırken bu avantajlarından bol bol yararlandılar. Kendi teknolojik üstünlükleri karşısında müslümanların geri kalmışlığını fikri tahakkümleri esnasında bol bol sömürdüler. Bir müslüman kalkıp da kalbindeki imanla ve kafasındaki mantığıyla İslâmi esastan müdâfaaya kalkıştığında hemen onu gericilik ve yobazlıkla itham ettiler, islâm'ı İslâm toplumunun şu anki geri kalmışlığının tek sebebi olarak gösterdiler. Gerilemenin asıl sebebinin islâm'ın icraat sahasından uzaklaştırılması ve müslümanların İslâmi esasları yaşamaması olduğunu tüm güçleriyle gözlerden uzak tuttular.

Tabi bu taarruzdan tesettür de nasibini aldı. Batılıların telkinleriyle, başörtüsü gericiliğin alameti olarak görülmeye daha doğrusu itham edilmeye başlandı. Başörtülü bacılarımız, zekaları, çalışma kapasiteleri ve ahlâkları ne olursa olsun eğitim müesseselerinden uzaklaştırıldılar. Onları, çağdışılıkla ve çöl kanunlarına uymakla itham etti'er. Bu yol anlaşıldığı üzere, örtünü kötülenmesi için hiç de mantıkla bir yol degildi. Fakat, Avrupa'nın teknolojisi önünde aklını uçurarak sosyal olaylara bakış açısı daralan insan, ideal olarak yaşanmış da olsa mazideki bir vakıaya bakmaktansa hazır önündeki göz kamaştıncı kâğıt kalelere bakmayı daha gerçekçi buluyordu. Avrupalıları doğrulamanın hakikate daha yakın olduğunu zannediyordu.

20. yüzyıla geçerken göz kamaştırıcı medeniyetleri saysinde Avrupalıların İslâm alemi üzerindeki fikri, siyasi ve ekonomik hakimiyetleri tamamlanmış oldu. Batılılar islâm topraklan üzerinde bu derece söz sahibi olunca artık maskelerini gizlemeye gerek kalmadığını gördüler. Çünkü bu topraklarda idareyi ele alan kuklaları aldıkları emirlerin toplum yapısıyla uyuşup uyuşmadığını kontrole hiç gerek duymadan tam bir teslimiyetle tatbik ediyorlardı. Böylece halkının büyük çoğunluğunun müslüman olmasına rağmen bu topraklarda İslâm'ın yaşanması resmen yasaklanmış oluyordu.

Batılılar islâm topraklarına girerlerken hürriyet, eşitlik, cumhuriyet ve laiklik gibi parlak sloganlarla gelmişlerdi. Fakat son polisiye tedbirleri bu sloganların ruhuna kökten tezat teşkil ediyordu. Hakkı alınan hak sahibleri bu sefer müslümanlar olduğu için bu sloganlar kolaylıkla saptırıldı. Adalet tereddütsüz hasır altı edildi. Laikliğin var olduğu bir devlette dini inanç ve yaşayışların anayasa garantisinde olması gerekirken dini inanışlarını devam ettirmek isteyen müslümanlar doğrudan kanunların takibatına maruz kaldılar.

Fakat bu oyun da hayatiyetini fazla devam ettirmedi. İslâmi uyanış kâfirlerin tahmin edemiyeceğinden çok daha büyük adımlarla yol alıyordu.

Bu sefer İslâmı yorumlamak suretiyle onun hükümlerini zevale uğratmak, müslümanların onun sınırlarına olan hürmetlerini ortadan kaldırmak istediler, önce sahte din adamlarını sonra da devlet mekanizmasında yetki ve otorite sahibi olanları konuşturarak islâm'ın yasakladığı şeyleri serbest ilan etmeye, teşvik ettiği şeyleri ise horlamaya başladılar. Bu serbest bırakma ve horlama olayını da hiç bir kural gözetmeksizin arzularına göre tevil ettikleri İslâmi naslara dayandırmayı ihmal etmediler.

Fakat unuttukları mühim bir şey vardı, islâm, esasları kutsal konsüllerde kararlaştırılan, beşeri karaktere göre şekillenen bir din değildi. Onun hükümlerini koyma yetkisi yalnızca Allah'a aitti. Allah ise hiç bir zaman zail olmayan beşer üstü bir kuvvetti. Müslümanlar O'nun emirlerini her an hevalarına uymaları mümkün olan insanlardan değil, tebliğ edildiği günden beri tek kelimesi değiştirilemeyen ve Allah kelamı oluşunda katiyyetle şüphe bulunmayan Kur'ân'dan alıyorlardı.

Şimdi meseleyi konumuz sınırlarına indirgeyerek soralım;

— Acaba teknolojik geriliğimizin suçlusu kadınımızın İlahi emir gereğince tesettüre uyması, vücudunu örtmesi midir?

— Mevcut devlet sisteminde kanunlara göre tesettürün yasaklanması mümkün müdür? Tesettürü kendilerine hedef alan bu fertlerin laiklik, cumhuriyet, fikir hürriyeti ve adalet temelleri üzerine kurulan kanun nazarında durumları nedir?

— İslâm kaynaklarında tesettür, örtünme ne şekilde zikredilmiştir? Kati bir emir olarak mı, yoksa uygulanıp uygulanmaması gönüllere bırakılmış basit bir tavsiye olarak mı?

— islâm'ın ruhuna aykırı oldğu halde onun kanunlarını düzenlemeye yeltenen Tağutların hükmü nedir?

— İşte bu ve benzeri sorular ve mantıklı düşünüşün verdiği cevaplar, kitabımızın birinci bölümünü teşkil edecektir.

Konular