1923'te Cumhurbaşkanını Halk Seçseydi!

[color=blue]1923'te Cumhurbaşkanını Halk Seçseydi!

Mustafa Armağan





Evet, 1923 yılında Cumhurbaşkanını halk seçseydi kimi seçerdi ve daha da önemlisi, 85 yıllık Cumhuriyet tarihimizin bugüne kadarki manzarası bundan nasıl etkilenirdi? Hangi farklı yönlere giderdi ve zamanın akrep ile yelkovanının 2007 yılına yolu düştüğünde nasıl bir Türkiye’ye tanık olunurdu?
Hayır, kehanette bulunuyor değilim. Bilindiği gibi, kehanet geleceğe doğru yapılır. Ben zihninizi bir parça zorlayarak geçmişin içerisine geleceğin tohumları ekmeye çalışıyorum ve yeniden düşünelim diyorum: Acaba Cumhuriyet ilan edildiğinde halka güvenilseydi ve siyasî sistemimiz halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı üzerine kurulsaydı, nasıl bir manzara çıkardı karşımıza?
Hem zaten fazla düşünmenize hacet kalmayacak gibi. Baksanıza, Kâzım Karabekir, 1922 yılında bunu bizzat teklif etmiş. Hem de açık ve seçik bir biçimde teklif etmiş ama ne yazık ki, kabul ettirememiş.
Şimdi o harareti bir türlü düşmeyen günlere uzanalım, yani bundan tam 85 yıl kadar önceye. Sıcak bir Temmuz ateşi yakıp kavurmaktadır Türkiye’yi. Ordular sabırsızdır. Yunan ordusu üzerine nicedir beklenen nihai hücum bir türlü gerçekleşmemektedir. Acaba düşmandan mı korkulmaktadır?
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir yıl önce Sakarya meydan muharebesinden sonra “Gâzi” unvanıyla ödüllendirdiği Mustafa Kemal Paşa’ya Başkomutanlık yetkisini bu defa öncekilerden farklı olarak üç aylık bir süreyle değil, süresiz olarak bırakmaktadır. İşte o 20 Temmuz 1922 günü Meclis kürsüsüne çıkan Mustafa Kemal Paşa teşekkür konuşmasında milletin vekillerinin gözlerinin içine bakarak şunları söyleyecektir:

İkinci saadetimi temin edecek olan husus, benim bundan üç sene evvel dava-yı mukaddesemize [kutsal davamıza] başladığımız gün bulunduğum mevkie rücu edebilmekliğim [dönebilmekliğim] imkânı olacaktır. (Alkışlar.) Hakikaten sine-i millette [milletin sinesinde] serbest bir ferd-i millet [millet ferdi] olmak kadar dünyada bahtiyarlık yoktur. Vâkıf-ı hakâyık [hakikatlere vakıf] olarak kalp ve vicdanında manevî ve mukaddes hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamâtın [makamların] hiçbir kıymeti yoktur.

Bu sözlerin ardından planlarını Fevzi Çakmak Paşa’nın yaptığı Başkomutanlık Meydan Savaşı ve 30 Ağustos’ta Yunan ordusunun darmadağın bir şekilde kaçması gelir. Artık Yunanlılar soluğu İzmir’de alacaklardır, sonra da apar topar Yunanistan’da. Şimdi Karabekir Paşa’nın aklında şu yakıcı soru kımıldamaktadır:

Vaziyet çok nazikti. Sakarya zaferinden sonra üç rütbe alarak müşir [mareşal] olmuş olan ve en büyük unvan sayılan Gaziliği de almış bulunan herhangi bir başkumandanın daha büyük ve nihai olan bir zaferden dolayı alacağı rütbe, üç ay önce Meclis kürsüsünden yaptığı vaad mucibince [gereğince] sine-i millette bir fert olmasının hakikatte kolay olmadığını gösteriyordu.

Yani Mustafa Kemal Paşa acaba mecliste söz verdiği gibi istifa edip bütün görev ve mevkilerden uzaklaşacak, yani sine-i millete dönecek midir? Bu, 30 Ağustos’tan sonra biraz zor görünmektedir. Ancak Karabekir Paşa’nın bulduğu bir çare vardır ama uygulanabilecek midir? Buna göre önce saltanat kaldırılacaktır, sonra da Hilafet Osmanlı hanedanına bırakılacak ve barış masasına Lozan’da öyle oturulacaktır. Bundan sonraki adım, Cumhuriyetin kurulması olacaktır.
Ancak Karabekir’in teklifi bu noktada derin bir viraj alarak Cumhurbaşkanlığı seçimini, Gazi’nin mecliste verdiği söz üzerine oturtmakta ve onu gerçekten de milletin sinesinde bir millet ferdi olarak çalışmaya davet etmektedir. İsterseniz Kâzım Karabekir’in kendi sözlerinden okuyalım bu ilginç fikrini:

Bundan sonra Cumhuriyet’i ilan etmek ve Cumhurreisliğine sırf tarihî bir nam olmak suretiyle mükafatlandırmak ve maddî olarak da ölünceye kadar bu makamın terfihlerinden [sağlayacağı refahtan] istifade etmek üzere Mustafa Kemal Paşa’yı intihab etmek [seçmek] ve millet kürsüsünden verdiği vaad mucibince istifasından sonra halka serbest Cumhurrreisi intihab ettirmek.

Fakat “birtakım fırsat kollayıcılar” bu çözümün, Cumhurbaşkanı olabilmek uğruna Karabekir’in ortaya attığı bir tertip olduğunu yetiştirmişlerdir Gazi’ye. Buna “Karabekir’le çok çetin uğraşacağım” diyerek cevap veren Mustafa Kemal Paşa’nın bu sert tepkisi üzerine teklifini geri çekmek durumunda kalan Karabekir Paşa’nın, hiç olmazsa Meclise verilen önergede hilafetin kaldırılmasına mani olmak için nasıl uğraş verdiğini biliyoruz. Muhtemelen kendisi ve Rauf Bey gibi cerbezeli kurtuluş liderleri olmasa, Hilafet 1924’de değil, 1922’de saltanatla birlikte kaldırılmış olacaktı. (Karabekir’in Hilafeti son güne kadar savunmaya devam ettiğini, 1924 yılında Terakkiperver Fırkası adına Halife Abdülmecid’e yaptığı destek ziyareti ayan beyan ortaya koymaktadır.)
31 Ekim 1922 sabahı yanına İsmet Paşa’yı da alan Karabekir’in Çankaya’da Gazi’yi ziyaretleri, konuya son noktanın konulması bakımından önemli bir adımdır. Amaçları, Saltanat kaldırılırken Hilafetin de kaldırılmasına mani olmak ve onun Osmanoğlu hanedanına bırakılmasını sağlamaktır. Çünkü bir iki gün önce Meclise getirilen önergede “İstanbul’daki padişahlık ma’dum ve tarihe müntekildir”, yani padişahlık kaldırılmış ve tarihe karışmıştır, denilmekte, Hilafet TBMM’ne bırakılmakta, böylece o da saltanatla birlikte tarihe karışmış olmaktadır.
Bu özel görüşmede İsmet ve Karabekir paşaların kararlı tutumları sonucu 1 Kasım tarihli önerge ile kanundaki 6. madde, “Hilafet Türklere, hanedan-ı âl-i Osman’a aittir. Türkiye Devleti makam-ı Hilafetin istinadgâhıdır [dayanağıdır]…” şeklini alır. Nitekim aynı gün yaptığı konuşmada Mustafa Kemal Paşa, Peygamber Efendimizi (sav) ve Hilafeti övdükten sonra,

Bundan sonra makam-ı Hilafetin dahi Türkiye devleti için ve bütün âlem-i İslam için ne kadar feyizkâr olacağını da istikbal bütün vuzuhuyla [açıklığıyla] gösterecektir. Türk ve İslam Türkiye Devleti bu iki saadetin tecelli ve tezahürüne menbâ ve menşe [kaynak] olmakla dünyanın en bahtiyar bir devleti olacaktır (İnşallah sesleri)

sözleriyle konuyu özetliyordu. Başbakan Rauf Orbay da kürsüden kanunun Mevlid kandiliyle aynı güne denk gelmesinin, yaptıkları işin hayırlı olduğuna delalet ettiğini söyleyecek ve iki gün resmen bayram ilan edilecektir.
Nitekim Lozan’a gitmeden önce yeni Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, Londra’da çıkan Muslim Standard dergisine verdiği bir mülakatta, “Hilafetin hukuku tehlikeden uzaktır ve onu korumak için bütün Türk milleti kanını dökmeye hazırdır” diyordu.
Peki Lozan’dan sonra ne değişti? Lozan’dan sonra neyin değiştiğini görebilmek için İsmet Paşa’nın bu ilginç röportajını okumakta fayda vardır. Gelecek yazımızda beraber okuyacağız.


Kâzım Karabekir Paşa’nın görüşleri için bkz. Paşaların Kavgası: Atatürk-Karabekir, Hazırlayan: İsmet Bozdağ, İstanbul 1991, Emre Yayınları, s. 92 vd. ve Hazırlayan: Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor, İstanbul 1990, Tekin Yayınevi, s. 58 vd.
İsmet Paşa’nın Hilafet hakkındaki mülakatı için bkz. Hilâfet ve Millî Hâkimiyet, Ankara 1339 (1923), Matbuat ve İstihbarat Matbaası, s. 218-224.[/color]

[url]www.yenidunyadergisi.com[/url]

Konular