Modern hayat mı? Manevi hayat mı?

[color=darkblue]Modern hayat mı? Manevi hayat mı ?

İslâm’ın özünde yer alan manevi hayat, insanı bir merkeze bağlamayı hedefler. Bu merkez, meşruiyetini sosyolojik yahut siyasi mülahazalardan değil, metafizik değerler skalasından alır. Kelime manası ‘birlemek’ olan tevhid, çokluk alemi karşısında bizi tek bir merkeze davet eder ve bu merkez, Yaradan’ın mutlak gerçekliğini bihakkın idrak etmekle eş anlamlıdır.

Tek bir merkez öğretisi, aynı zamanda mutlaklık kavramını da içerir. Herşeyin merkezinde yer alan mutlak değerler, izafi ve geçici olan şeyleri tesbit etmemizde hayatî bir rol oynarlar.


Örneğin bulunduğumuz şehirden Mekke’ye gitmek için yola çıktığımızda, hedefimiz ve merkezimiz Mekke’dir. Bulunduğumuz yer ile Mekke arasındaki bütün şehirler, kasabalar, yollar, dağlar, dereler, durak yerleri ana hedefimizle mukayese edildiğinde izafi ve ikincil bir öneme sahiptir. Zira bizim asıl gayemiz Mekke’ye ulaşmaktır. Bu manada içinden geçtiğimiz onlarca şehir ve mekânı izafi olarak tanımlayan şey, Mekke’nin kendisidir.

Seyr-i sulûk dediğimiz manevi hayat, bize istikamet ve merkez kazandırmanın disipline edilmiş, yani belli bir usül ve erkâna bağlanmış halidir. Manevi hayatın önümüze koyduğu mutlak istikamet ve değerler, hayat serüvenimizde karşılaştığımız şeyleri öncelik ve ehemmiyet sırasına göre düzene koymamızı sağlar. Bu tip bir istikamet tesbiti, bizim için neyin hayatî ve asıl, neyin izafi ve ikincil olduğunu tayin eder.

Değerler ve öncelikler hiyerarşisini bu sekilde tayin etmeden, ne maddi ne de manevi manada yol katetmek mümkündür. Bu ise belli bir hedefe ve merkeze yoğunlaşmayı zorunlu kılar. Aksi halde istikametsiz bir şekilde her yere gidebilen kişi, gerçekte hiç bir yere gitmiyordur. İzafi ve geçici olan yolu tanımlayan ve onu değerli kılan şey, hedefin kendisinden başkası değildir.

Her şeyi bir merkeze bağlayan tevhid öğretisi, aynı zamanda insanın varoluşsal bütünlüğünü öngörür. Çeşitli varlık mertebelerini birbirinden kopararak müstakil dünyalar oluşturan modern düşüncenin tersine, İslâm maneviyatı varlık hiyerarşisini ve insanı bir bütün olarak ele alır.

Fizik alemden metafizik gerçekliğe kadar her varlık mertebesi birbirine doğrudan ve hiyerarşik olarak bağlıdır. Bu mertebelerden birini öne alıp mutlaklaştırmak, varlık ve dolayısıyla değerler hiyerarşisinde ciddi bir hata yapmak demektir. Örneğin modern bilimin yaptığı gibi insanın ruh dünyasını bir takım biyolojik ve nörolojik süreçlere indirgemek, indirgemeci yaklaşımın tipik örneklerindendir. Bu şekilde maddi varlık kategorisine indirgenen insan, artık kendisine akıl ve kalp verilmiş eşref-i mahlukat olmaktan çıkar ve güdüleriyle, hisleriyle ve arzularıyla tanımlanan bir özne haline gelir.

İSLAM MANEVİYATININ BÜTÜNLEŞTİRİCİ YAPISI

İslâm maneviyatı, tevhid ilkesini yaradılış alemine uyguladığı gibi insanî varlık düzeyine de uygular. İslâm, insanı maddi ve manevi mertebelerin bir bileşkesi ve sentezi olarak görür. Bir başka ifadeyle insanın ruh dünyası ne kadar gerçek ise, aynı şekilde biyolojik yapısı da o kadar gerçektir. Hedef, bu iki varlık kategorisi arasındaki denge ve bütünleyicilik ilişkisini yeniden kurmaktır.

Bu yüzden manevi hayatın pek çok kuralı, doğrudan fiziksel ve bedenî konularla ilgilidir. İbadetlerin bedenî hareketleri içermesi, maddi olanın manevi gerçeklik içerisinde eritilmesi olarak da görülebilir. Namaz ibadetindeki bedeni hareketleri düşünün. Eğer dinin belirlediği anlam çerçevesi olmasaydı, namazdaki bedenî hareketler anlamsız bir takım eğilip kalkmalardan öteye gidemezdi. Oysa aynı hareketler, manevi alanın belirlediği anlam çerçevesi sayesinde kutsal birer eylem haline gelir.

Bir başka örnek olarak rızık konusuna bakalım. İslâm’ın hac, zekât, sadaka gibi emirleri belli bir maddi seviyeyi zorunlu kılar. Bu demektir ki, iman eden kişiler Allah’ın emirlerini yerine getirmek için para kazanmak zorundadırlar. Böyle bir bakış açısıyla kazanılan ve harcanan para sadece helal değil, aynı zamanda bir hayır ve hasenat kaynağıdir. Bir başka ifadeyle, şükür makamı, sabır makamı kadar önemli ve hayatîdir.

Para kazanma eylemini böyle bir çerçeveden kopartıp kendi başına bir gaye haline getirdiğimizde, aynı amel bencillik, adaletsizlik ve hatta zulüm kaynağı olabilir. Bunun pek çok örneğini, dinî hassasiyetini yitirmiş modern ve modernleşmekte olan toplumlarda kâfi derecede görüyoruz.

İslâm bizatihi maddi varlık edinme eylemine karşı çıkmaz; zira bu, insanın fıtratına ve Allah’ın Rezzak ismine muhalif bir davranış olurdu. Fakat İslâm’ın ortaya koyduğu kutsal çerçeve sayesinde aynı eylem anlamlı bir hüviyet kazanır. Bu, şüphesiz İslâm maneviyatının madde ve manayı bütünleştiren bakış açısının kayda değer örneklerinden biridir.

Aynı şekilde İslâm maneviyatı, insana madde ve mana yönü olan bütüncül bir varlık olarak bakar. İnsanın aklı ile kalbi, ruhu ile bedeni, nefsi ile iradesi arasındaki denge ilişkisi, varlık ve değerler hiyerarşisinin vazgeçilmez unsurlarındadır. Bu açıdan baktığımızda, insan ancak manevi hayatı belli bir denge üzerine kurulu olduğu zaman normallik vasfına kavuşur.

Tasavvufun ortaya koyduğu manevi ahlâk metodu, bütüncül, kâmil ve kişiliği olgunlaşmış insanlar yetiştirmeyi hedefler. Bu yüzden her tür insanî ve sosyal problemin merkezinde yer alan insan unsuru, İslâm maneviyatının üzerinde en çok durduğu konudur.

Bu noktada yaygın bir yanlış anlayışa işaret etmek gerekiyor. Bu yanlış kanaate göre, manevi yola giren insanlar, benliklerini yitirir ve tarikat, cemaat gibi kollektif kimliklerin/yapıların içinde kaybolurlar. Seyr u sulûkun insandaki ‘hayvanî ben’i öldürmeyi amaçladığı, şüphesiz doğru bir tesbit. Fakat bu, kişiliğin ortadan kalkması değil, bilakis fıtrî ve kâmil bir insan modelinin ortaya çıkması demektir. Maneviyat kalıbında eriyen nefs, kâmil bir kişilik olarak yeniden doğar ve Yaradan’dan yaradılan her varlığa adalet üzere muamale eder.

DEĞERLER HİYERARŞİSİNDEKİ SAPMA

Modern dünyanın ana eğilimi bu bütünlüğü bozup parçalamaktır. Çesitli imajlar, markalar, eğlence, tüketim, şiddet, sapıklık, aşırılık ve bencillik olarak karşımıza çıkan modern yaşam biçimi, insanı his ve güdülerine indirgeyerek değerler hiyerarşisini altüst ediyor. Modern tüketim kültürü açısından önemli olan, insanların neye inandığı yahut nasıl giyindiği değil; bir müşteri potansiyaline sahip olup olmadığıdır. Böylece yeryüzüne adaleti tesis etmek için gönderilen insanlar, birer tüketim makinasına dönüşürler. Bir noktadan sonra ihtiyaçlarımız için değil, bizatihi tüketmek için tüketmeye ve satın almaya başlarız. Avrupa ve Amerika gibi ileri kapitalist toplumların yaşadığı en büyük sorun da bu zaten. İnsanlar dünyanın diğer bölgeleriyle kıyaslandığında neredeyse sonsuz tüketim imkanına sahip oldukları halde mutlu olamıyorlar. Manevi ihtiyaçlarını karşılamak için sahte dinler ve kültler üretiyorlar.

Bunu yaparken düşülen en büyük hata, herşeyin merkezinde yine modern bireyin bulunması. Yani yapılan meditasyon, dua, ekzersiz türü şeylerin merkezinde bireyin şahsi mutluluğu asıl gaye. Metafizik temelden yoksun bu sahte din ve kültlerin her biri, bireysel tercihlere göre şekil alıyor. Bu yüzden din bir bütün olarak ele alınmıyor ve dinî inanç ile manevi yaşam arasında ayrım yapılıyor. Bugün Batı’da pek çok insan -ki bunların benzerlerine İslâm memleketlerinde de rastlamak mümkün- Allah inancına sahip olduğu halde herhangi bir dine inanmıyor. Bu neticenin ortaya çıkmasında hıristiyanlığın payının olduğu doğru. Fakat aynı zamanda dinî hükümleri ve tezkiyeyi nefislerine ağır bulan kişiler, dini bir kenara bırakarak manevi yolda mesafe katedeceklerine inanıyorlar. Bu yüzden Budizm ve Taoizm gibi Uzakdoğu dinlerinin karışımı, metafizik meşruiyeti bulunmayan melez akımlar, batılı ülkelerde büyük revaç buluyor.

Bu noktada, modern dünyanın ürettiği metafizik ve ahlâkî sapmanın panzehirinin, otantik İslâm maneviyatı olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Varlık ve değerler hiyerarşisinin merkezine İlâhî Hakikat’ı koyan İslâm, hayatın manasının tüketim kültürüne indirgenmesine karşı çıkar.

Bir ayağı fizik, diğer ayağı metafizik alemde bulunan insan, ancak bu tip bir merkeze sahip olduğunda insan oluşun manasına kavuşabilir. Modern dünyanın madde ile manayı, akıl ile kalbi, ahlâk ile gerçekliği birbirinden koparan yapısına karşılık, İslâm maneviyatı zıtlık ve çatışmaların aşıldığı bir öğretiler manzumesi sunar. Bu yüzden her tür sosyal ve ekonomik sorunlarına rağmen, maneviyat yolunun diriliğini muhafaza ettiği İslâm toplumlarının, özendikleri Batı toplumlarından bir adım ilerde olduğunu söylersek, yanılmış olmayız.


Önemli Mevzular
Kaynak Belirtmeden Yayınlamak Yasaktır.
--------------------------------------------------------------------------------
Kaynak Nedir ?: Her hakkı saklıdır © [url]www.kasriarifan.com[/url]
[/color]

Konular