Şairlerin önderi Lebid bin Rebia

[b][color=olive]İz Bırakanlar
Ahmet Sırrı Arvas


Şairlerin önderi Lebid bin Rebia

Uzun çöl yolculukları yapan Araplar zamanı değerlendirir, karşılıklı beyitler atarlar. Hayvanlar hızlandıkça ritmi artırır, yavaşladıkça manayı ağırlaştırırlar. Sadece deve adımına değil, kayış gıcırtısına, çıngırak sesine de oturacak bir ahenk ararlar. İşte Aruz vezni buradan doğar. Heceleri önce memdud (uzun) ve maksur (kısa) diye ikiye ayırır sonra tavil, medid, basit, kâmil, vefir, hezec, recez, remel, seri, munsarih, hafif, muzari, muktazab, mutadarik ve mutakarib diye tasnif ederler. Ki kimi çoşkuya yakışır, kimi hüzne uyar. Takdir edersiniz ki ağıtta kullanılan kalıp, hasret vuslat faslına oturmaz. Feryadla sevinç aynı tonda olur mu? Olmaz!
Göçebelerin lisanları daha berrak ve kurallıdır. Zaten Arapça deryadır, bir fiilden on cümlelik mana (hal mi, emir mi, mazi mi, muzari mi, meçhul mu, malum mu, hazır mı, gaib mi, muğlak mı, kesin mi, meful mu, fail mi, avrat mı, er mi, mübalağa var mı, hem kaç kişi) sızar. İsimler ve sıfatlar ona keza... Mesala at deyip geçmez, aygırlara, beygirlere, taylara, kısraklara, kadanalara, küheylanlara (Türkçe de fena değil hani) ayrı ayrı ad takarlar..
Şehir şairleri ise hareket noktalarını ayak ve çekiç seslerinden alır, çarşıdaki rabarbayı yakalamaya çalışırlar.
Hasılı başka devir ve şehirler neyse de, o günlerde ve Kureyş’de şiir yazmak sizi bizi aşar.

Tıfılın teki
Öyle ya, İmrul Kays, Zuheyr, Amr bin Gülsüm, Antere, Haris bin Hilliza, Tarafa, Nabiga ve A’şa gibi zirveler arasında boy gösterebilmek kimin haddidir?
Kasidelerin altın harflerle yazılıp Kabe duvarına asıldığı, belagatın zirveye ulaştığı günlerde kim “ben de şairim” deyip ortaya çıkabilir?
Ama çıkar, Lebid adlı bir tıfıl alayının papucunu dama atar. Hani mânâysa mânâ, ölçüyse ölçü, kafiyeyse kafiye, tasvirse tasviir...
Lebid’in babası Beni Cafer kabilesinin ileri gelenlerinden biridir. Cömert mi cömerttir bu yüzden halk arasında “Rebiu’l-muktirin” (fakirlerin babası) lâkâbıyla bilinir..
O yıllarda Arap şairleri kıyasıya yarışırlar, bunlar arasından yedi tanesi seçilir. Lebid onca şöhretli ismin arasından kolayca sivrilir, beyitleri muallakatül sebanın en üstünde sergilenir. Oy birliği ile “Emir-ül şüera” ilan edilse de tevazu gösterir, İmrü’l-Kays ve Tarafa’nın kendinden daha önde olduğunu söyler, gerilere çekilir.
Nitekim yaşı genç olmasına rağmen Hire Hükümdarına o gönderilir. Söylediği şiirlerle melikin gönlünü kazanır, kabilesini baskıdan kurtarır, fitneyi sona erdirir.

Zora talip
Onun satırlarında daha ziyade atlar, develer, aslanlar, ceylanlar gezinir, ki bilhassa hayvan tasvirlerinde pek mahirdir.
Günlük hayatta rastgeldiğimiz sıradan hadiseleri öylesine ustalıkla işler ki alalade bir zirai faaliyet dahi okuyanı heyecana getirir.
O zor olanı yapar. Küçükleri korumak, büyükleri saymak, yurdunu milletini özünden çok sevmek gibi beylik mevzulara girip çıkar ama farkını koyarak...
Seyahat hikayelerine kapılanlar şairle birlikte yorulur, şairle birlikte susarlar. Sanki dermanları kesilir, sağda solda vaha aranırlar.
Kabe’ye asılan Muallaka’sında tacirleri, kervanları anlatır, bu arada aşka, hasrete, sadakata kapı aralar. Lebid diğer şairlerin sıkıştıkça sığındıkları mevzuları görmezden gelir, mesela işret alemlerini yok sayar. Kan, kin, intikam, def, saz, şarap temalarına hiç bulaşmaz. Eğer sakilere, mıtriplere, rakkaselere girecek olsa... Alayının dumanını atar.

Güneş çıkınca
O yıllarda Araplar şairlere sıradan insan gözüyle bakmaz, ötelerden haber aldıklarına inanır, kahinlik, bilgelik yakıştırırlar. Eh, böylesine güçlü söz dizebilenler cin gibi zeki, hatta cinlerle dost olmalıdırlar. Darlandıkça gelir içlerini açar, dertlerine derman ararlar.
Lebid’in kızı da hatırı sayılır bir edibedir. O günlerde nazil olan bir sure-i celileyi duyunca eşsiz belagatı karşısında eriyiverir. Evet Kur’an-ı kerim şiir gibidir ama şiir değildir. Şiirin ifade edemeyeceği kadar mânâlı, şiirin ulaşamayacağı kadar ahenklidir. Babasının beyitlerinin kıymeti kalmadığını görünce gider, Kabe duvarından muallakayı indirir.
Lebid “sen n’aptın? Niye yaptın” demez, kızının sözlerine kulak verir. Nitekim ayet-i kerimeler karşısında teslim olur ve kelime-i şehadet getirir. O günden sonra sadece kelâm-ı kadim okur, yazdıklarından iğrenir.
Zira Kur’ân’ı kerim bıkmadan usanmadan tekrarlanabilir. Her namazda tilavet edilir ve her seferinde ayrı tad verir.
En gözde mısralar bile zamanla çürür, pörsür, eskir. Daha sanatlısı yazıldı mı unutulur, saltanatları geçicidir.
Lâkin Allah’ın kelamı öyle midir?

Karlar erir
Lebid artık yol hikayeleriyle av sahneleriyle uğraşmaz, hakikatın sesi olmaya bakar. “İyi biliniz ki, Allah’tan başka her şey batıldır ve şüphesiz her nimet zevale mahkumdur (asılları ahirettedir)” beyti ile Peygamber Efendimizin methine mazhar olur. Hicretin 9. yılında Benî Kilab’dan arkadaşlarıyla Medine’ye gelir, Server-i Kâinat’ın sohbetine kavuşurlar.
Hazret-i Ömer, halifelik yıllarında Lebid bin Rebia’ya bir haberci gönderir ve neden şiir yazmadığını sorar. Cevaba bakın: “Şu anda önümde Bakara Suresi var. Yazdıklarımın paçavra kadar değeri olmadığı aşikar. Halifemize ‘Lebid oyuncakları bırakmış’ deyin, o anlar.”
Sadece o mu? Kardeşinin ölümü üzerine yazdığı ağıtla Arapları gözyaşına boğan Şaire Hansa da duyduğu ilk ayet karşısında tutulur kalır, hemen o gün, o saat şiiri bırakır, müsfeddelerini yırtıp atar.
Lebid (Radiyallahu anha) son yıllarında Kufe’ye yerleşir, o hoş üslubu ile genç Müslümanlara Mükerrem Mekke’yi, Münevver Medine’yi ve Aleyhüsselatü vesselam Efendimizi anlatır, güzel hizmetler yapar.
[/color][/b]

Konular