Gündemden düşmeyen önemli bir soru ve cevabı...

Halis ECE

[size=18px][b][color=blue]Ramazanda takvim ve imsâkiyeler neden farklıydı?[/color][/b][/size]


[b]Miladî-şemsî 2007 / Hicrî-kamerî 1428 [/b]yılındayız. On bir ayın sultanı mübârek [b]Ramazan ayı[/b] da [b]bitmek üzere[/b], ama başlıktaki soru cümlesi halen karafaları-gönülleri karıştırmaya devam ediyor.

Her sene olduğu gibi, bu sene de [b]ramazan ayı[/b]na yeni [b]imsâkiyeler[/b]le girdik. Memleketimizde çeşitli firmalar-kuruluşlar tarafından [b]takvim[/b]ler hazırlanmakta ve [b]imsâkiyeler[/b] dağıtılmaktadır. Bu takvim ve imsakiyelerdeki namaz ve imsak vakitleri ise, maalesef iki farklı şekilde karşımıza çıkıyor. Bazıları, senelerdir kullanılmakta olan ve [b]Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat [/b]âlim ve rasıtlarının/astronomlarının kıstaslarına-ölçülerine göre doğruluğunda en küçük bir şüphe ve tereddüt bulunmayan kriterleri esas almakta; bazıları da, [i]Diyanet İşleri Başkanlığı[/i]'nın 1982'den sonraki hesaplamalarına göre hareket etmektedirler. Söz konusu fark da buradan kaynaklanmaktadır.
***

[b]Vakit; namazın edâsı için şart, vücûbu için de sebeptir [/b]ve [b]bu hususta namazla oruç müşterektir[/b]. Gerek [b]namaz[/b] ve gerekse [b]oruca zamanında başlanmaz[/b] ve [b]zamanında bitirilmezse[/b], [b]bu ibâdetlerin boşa gitme tehlikesi vardır. Bu sebeple vaktin, usûlüne uygun şekilde doğru tesbit edilip ona göre belirlenmesi çok önemlidir[/b].
***

[b]1983[/b] [b]yılına kadar memleketimizde neşrolunan bütün takvimlerin namaz ve imsak vakitleri aynı idi[/b]. Fakat [b]1983[/b]'ten itibaren [i]Din İşleri Yüksek Kurulu[/i]'nun [b]21.01.1982 tarih ve 6 sayılı kararı[/b] ile [i]Diyanet İşleri Başkanlığı[/i], asırlardan beri ülkemizde kullanılagelmekte olan ve zamanın âlim, fakih ve râsıdları/astronomları ile mü'minlerin emîrleri tarafından tasvip edilmiş bulunan [b]derecelerde değişikliğe gitmiş[/b], [b]temkin vakitlerini [/b]de [b]kaldırmıştır[/b]. İşte bundan dolayıdır ki, ortaya iki farklı vakit cetveli çıkmıştır.

Bununla beraber, [b]1983 tarihinden önceki takvimlerin yanlış olmadığını [/b]–[i]Diyânet İşleri Başkanlığı dâhil[/i]– [b]bu işlerle ilgili herkes kabul etmektedir. Bu hususta bir ihtilaf söz konusu değildir[/b]. Nitekim, [i]Diyanet İşleri Başkanlığı[/i]'nın [b]30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı müftülüklere gönderdiği tamim[/b] (genelge)[b]de şöyle deniliyor[/b]:

“[color=blue][b]1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir[/b][/color].”

Ancak bu tamimde göz ardı edilen bir husus var ki, onu bizim görmezmezlikten gelmemiz mümkün değildir. Zira yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, mesele, sadece [b]temkin[/b] meselesi olmaktan çıkmış, vakitler için kriter olan [b]dereceler[/b]de de değişikliğe gidilmiştir. O bakımdan ibâdetler tehlikeye girmektedir. Bilhassa [b]yatsı[/b] ve [b]imsak[/b] vakitlerinde, telâfisi kabil olmayacak derecede farklılıklar ortaya çıkmaktadır. [b]Bırakınız dereceyle oynamayı, sadece temkini kaldırmak bile mahzurdan uzak değildir[/b].

Bir [b]namaz vakti [/b]hesaplanırken, hesabı yapılan beldenin [b]arazi [/b]durumu; yani [b]yükseklik-alçaklık, doğu-batı, kuzey-güney genişliği [/b]gibi hususların mutlaka dikkate alınması lazımdır. Bunlardan başka ayrıca vakte tesir edecek [b]atmosfer şartları[/b]nın da en anormal hâli göz önünde bulundurularak vakti emniyet altına almak gerekir. Buna da [b]vaktin temkini [/b]denir. [b]Temkin[/b], ibâdet vaktinin emniyeti bakımından kullanılması zarûridir-zorunludur. Temkinsiz yapılan hesapların isabetli olmayacağı, [b]açık havada kuşluk vaktindeki Güneşin parlaklğı kadar açık bir gerçektir[/b]. Cenâb-ı Hak Kur‘ân-ı Kerim'de imsâkı târif ederken, “... [b]Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden seçilinceye [/b](yani fecr-i sâdıka) [b]kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun... Bunlar Allâh'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın[/b]” [i](el-Bakara, 2/187) [/i]buyurmaktadır. Sınıra yaklaşmamak için de, vakitlerin hesaplanmasında mutlaka “[b]temkin[/b]”in kullanılması gerektiği izaha gerek kalmayacak derecede nettir, görmemek imkânsızdır.

Keza şunu da ifade etmeliyiz ki;

[b]İmsâk[/b]ın başlama zamanını anlatan bu âyette geçen [b]siyah iplik[/b]le [b]beyaz iplik [/b]tâbirlerinde, “[b]istiâre[/b]” dediğimiz edebî üslup vardır. Yani bunlar, gerçekten de ipliğin kendisi değil, [b]fecr-i kâzip[/b]le [b]fecr-i sâdık[/b]ın birbirinden ayrılıp seçilebilmesidir. Bunun böyle olduğunu, bizzat [b]Sevgili Peygamberimiz[/b] [i](s.a.v.)[/i] [b]Adiyy bin Hatem[/b]’e (r.a.) anlatmışlardır. Yoksa, dinî mes'elelere bigâne bir yazar (!)ın, müstehzî bir üslupla,[i] “Eline iki iplik alacaksın, ufka doğru tutup bakacaksın. Siyah iplikle beyaz iplik ayırt edilir halde aydınlık varsa imsak girmiş diyeceksin...”[/i] saçmalığı gibi değildir! Hoş, edebiyattan-edepten mahrum olan, mecazdan-kinâyeden anlamayan birisinden de, elbette ki başka türlüsü beklenemez.
***

Bilindiği gibi [b]ibâdetleri vaktinde edâ etmek şarttır. Vakti girmeden kılınan namaz sahih olmayacağı gibi, vakti çıktıktan sonra kılanan namaz da edâ değil ancak kaza olur. Oruç da aynen namaz gibidir; imsak vaktinden sonra veya güneş batmadan önce yenilip içilirse, oruç sahih olmaz, kaza edilmesi gerekir[/b].
***

Kısacası, [b]1982'den sonraki Diyanet takvimleri ile onların hesaplamalarına uyularak hazırlanan diğer bütün takvimlerde, imsak vakti 10-15 dakika geciktirilmekte ve oruç tehlikeye sokulmaktadır[/b]. Bu itibarla orucun sıhhati için;

[b]a)[/b] Ya vakitleri usûlüne uygun şekilde hesaplanmış takvimler-imsakiyeler kullanılmalı [i](Mesela Fazilet ve Türkiye takvimi ile bunlar esas alınarak hazırlanan imsakiyeler gibi)[/i],

[b]b)[/b] Ya da kendimiz tedbirli ve temkinli davranıp, Diyanet takvimi ve buna göre hazırlanmış diğer takvim ve imsakiyelerin imsak vaktinden 10-15 dakika önce yeyip içmeyi mutlaka kesmelidir.

İbadetlerimizin özellikle de orucumuzun sıhhati açısından büyük öneme sahip olan bu hususu, mübarek Ramazan ayı biterken [i]-gelecek yılları da göz önüne alarak-[/i] okuyucularımızın dikkatlerine sunmak istedik. Hatırlatması bizden… Ondan öte de yapabileceğimiz bir şey yok.
***

[i]Cenab-ı Hak; kusurumuz-küsûrumuz, noksanımız-nisyanımız, hata ve isyanımızla beraber yaptığımız-yapacağımız ibadet-taat ve amellerimizi... bütün kulluk vazifelerimizi yüce dergâhında en güzel kabul ile makbul buyursun, bizleri muaheze etmesin.[/i]

Bu vesileyle [color=indigo][b]bütün üyelerimizin, okuyucularımızın ve topyekün İslâm âleminin Hicrî 1428. yılı Ramazan bayramını tebrik eder, insanlık için hayırlı gelişmelere-inkişaflara sebep olmasını niyaz ederiz.[/b][/color]

1 yorum

Gündemden düşmeyen önemli bir soru ve cevabı...

[size=13px][b]Yazının geç kalması sebebiyle özür dileriz. İnşa-Allah seneye hazırlık olmuş olur.[/b][/size]

11.10.2007 - ankebut-57

Konular