Art-niyet: Bu Film Sizi Dönüştürmesin!

Hayatımızı ilgilendiren her alanda iyibilgi vermek ve “art-niyet”i deşifre etmek için yola çıkan iyibilgi artık sinemaya da eğiliyor. İyibilgi bundan böyle her hafta keyifle okuyacağınız sinema eleştirilerine başlıyor. iyibilgi merceğini Cuma günü vizyona giren Transformers’a odaklıyor. iyibilgi özel

Transformes uzaylıların dünyaya saldırmalarını konu alan, vakti zamanında tüm dünya televizyonlarında büyük bir beğeni ile izlenen çizgi-dizi versiyonundan etkilenilerek yapılmış iddialı bir prodüksiyon ve görsellikle vizyondaki diğer filmlere meydan okuma hevesinde olan bir bilim kurgu filmi. Filmin ana konusu Cybertron adlı gezegende yaşayan ve yakıtları tükendiği için farklı bir gezegene –dünyaya- saldıran robotların kendi aralarında ve insanlarla yaptıkları mücadele üzerine kurgulanıyor. Fakat bu sefer uzaylılar diğer klasik uzaylı düşmanlarımızdan farklı olarak, saldırmak için, gördükleri her teknolojik alete dönüşebilme kabiliyetine sahip. Bazen cep telefonu, bazen bir müzik seti ve çoğunlukla araba… Ancak filmde asıl tema, teknolojinin insan hayatını istila etmesi gibi görünürken, eşikaltına verilen farklı bir mesaj filmin politik yönlendirmesi ile ilgili dikkatli olmamız gerektiğini bize hatırlatıyor.

Daha ilk sahnede gördüğümüz ‘KATAR-ORTADOĞU’ yazısı, izleyeni ilkin heyecanlandırıyor. Acaba bu sefer farklı bir şey mi yapılmış diye düşünürken; oldukça ‘insani’, ‘şefkatli’ ve ‘mütevazi’ bir şekilde Ortadoğu’yu ‘korumaya’ çalışan Amerikan askerlerinin ilk dakikadan itibaren karşılarında gördükleri devasa robotlara karşı hiş şaşırmadan, afallamadan sanki yüz yıllardır onları bekliyorlarmış gibi savaşması, bu iyi niyetinizi bir anda hevesinizle beraber alıp götürüyor. Ortadoğu’ya barışı ve düzeni sağlamak için(!) gitmiş olan ‘kahraman’ Amerikan ordusu bir anda nereden geldiği belli olmayan bir güçle karşı karşıya kalıyor. Filmin ana hikayesinin bu askerlerin mücadelesinden ibaret olduğunu düşünürken bir de bakıyorsunuz ki film sizi başka bir hikayeye götürüyor.

Hikayelerin bir türlü bütünlüklü olarak akamadığı sürekli bir sıkışıklığa neden olduğu filmimizin ‘nadide’ senaryosunu yazan John Rogers, Roberto Orci, Tom DeSenato, Alex Kurtzman ağabeylerimizin belli ki kafaları çok karışmış ve her kafadan bir ses çıkmış. Çünkü filmde birbirinden bağımsız hikayeler birbirini kovalıyor. Ancak bunun yanında hepsinden bir de ortak tek ses çıkmış; ‘Terör, ya Rusya’dan, ya Çin’den, ya da Ortadoğu -daha konjonktürel ifadesiyle- İran’dan gelebilir’. Bunun altını çizerek ve Ortadoğu’yu aşağılayıp ötekileştirerek oldukça iddialı bir diyalogu da araya sıkıştırmışlar. ‘Bunu yapan İranlılar mı.- Sanmam, onlar bu kadar zeki olamazlar’. Haydi buyurun buradan yakın …

Edward Said’in kemiklerini sızlatırcasına filmin “Ortadoğululara” reva gördüğü Oryantalist yaklaşım bundan ibaret kalmıyor ve bu noktada geçmiş Hollywood filmlerini aratmıyor. Bu anekdot senaristlerin Hollywood’un hakim düşünsel kültürün etkisi altında oldukça fazla kaldığının bir göstergesi: Robotlarla askerlerin çatışmasının yoğun olduğu çöl ortasında askerlerden biri savunma bakanlığına bağlanmak için ücretli arama yapmak ister, fakat “uyuşuk”, “tembel” “salak” Ortadoğulu bir memur hiçbir şeye aldırmadan “kahraman” Amerikan askerinin telefonunu bağlamak için kredi kartı numarası talep eder. Askerimiz orada dünyayı kurtarma savaşı verirken(!) ‘olacak iş midir bu yahu diyemeden’ geçemiyorsunuz ve Amerikalının gözüyle siz de bir anda Ortadoğu halklarını ötekileştiriyorsunuz.

Öte yandan filmin ötekileştirme eğiliminden sadece “Ortadoğu” halkları nasibini almıyor. Senaristler, ısmarlama Medeniyetler Çatışması kitabının yazarı Samuel Huntington’un yazdıklarını başucu kitabı yapmış olmalı. Zira filmde, Huntington’un tartışma yaratan “Biz Kimiz” kitabını aratmayacak bir sahne yer alıyor. Unutanlar için hatırlatalım… Huntington bu kitabında Amerika’da yaşayan ve İspanyolca konuşan “Hispaniklerin” sayıca çok arttığını, “asimile” edilemediklerini belirtmiş “rüyalarında İngilizce konuşana kadar varlıklarımızı onlarla paylaşmayalım” önerisini ortaya atmıştı. İşte “bu kitaptan çıkmış” dedirten bir yaklaşım: “Dünya dillerini biliyoruz” derken İngilizceyi kasteden ve kendi aralarında nedense robotça değil de İngilizce konuşan robotlarımızla beraber “kahraman” askerlerin arasında mevcut olan bir İspanyol askerin kendi dilini konuşması yasaklanır ve daha filmin başında bu karakter “öte tarafa” gönderilir.

Ayrıca filmin başından sonuna kadar ağızdan ağza dolaşan bir deyiş kapanış cümlesine dönüşerek, bilinçaltımıza Amerikan’ın savaş politikasının haklılığını yerleştirmekten geri durmaz: “Kurban yoksa zafer de yoktur.” Yani ki “zafer için öldürmek ve ölmek meşrudur sevgili dünya halkları! Biz öldürüyorsak vardır bir bildiğimiz” diyerek kulağımıza fısıldar Hollywood… Bu durumda illa ki “ben hastayım bilim kurgu filmlerine giderim” diyorsanız, bu gibi yerlerde kulaklarınızı kapamanızı şiddetle tavsiye ediyoruz.

Eleştiri: Betül Dündar

Konular