Solumanızı önemseyin

[color=blue]Solumanızı önemseyin

Hayat enerjinizi soluğunuzla yoğuruyorsunuz. Beyniniz yavaşladıysa muhtemelen oksijeni eksildiğindendir.

Doyurucu Solumanın önemi
Dr. Muhammed Bozdağ
Soluk, hayat enerjimizi besleyen vesilelerden biridir. Yaşama biçimimiz derin ve doyurucu solumamızı önleyebilir. Spor yapmayanlar, kapalı ortamlarda, yeşilden mahrum şehirlerde yaşayanlar, fazla yiyenler ve aşırı tok uyuyanlar bu büyük enerji kaynağından kendilerini mahrum ederler. Bol oksijen aldığımızda zihinsel etkinliğimizin farkını anında hissedebiliyoruz. Bu konudaki önerilerimi aşağıda sıralayacağım.


Öneriler:
1. Diyaframatik solumayla, soluğu burnumuzdan alıp ağzımızdan vereceğiz.
2. Nefesimizi alış, tutuş ve veriş süremiz 1-4-2 formülüne uygun olacak.
3. Soluma çalışmasını sabah erkenden ve akşam saatlerinde 10'ar defa yapacağız.
4. Akciğerleri tam kapasite doldurup tam boşaltacağız.

Hatalı Soluyoruz

Derin solumayla tüm vücudunuzu temizleyin, gençleşin.Buna sandığınızdan daha fazla ihtiyacınız olduğunu bu metni okuyunca kesin olarak göreceksiniz. Çocuklukta kalan doğallığımıza geri döneceğiz.
Doğuştan getirdiğimiz ve hatalı beslenme yüzünden kaybettiğimiz diyaframatik soluma yeteneğimizi yeniden keşfedeceğiz. Her biri karmaşık bir sistem olan vücut hücrelerimizin ve beynimizin sağlığı ve canlılığını etkileyen en önemli faktörlerden birisi de nefes alışımızdır. Çoğumuzca küçümsenmekle beraber yine çoğumuzun hatalı nefes aldığının karşımızda bir gerçek olarak durması üzücüdür. Bu üzücü durumu 1992 yılında yayınladığımız "Nasıl Nefes Alınır?" adlı bir makale ile dile getirmek zorunda kaldık. Ankara'da sürdürdüğümüz "Hızlı ve Etkin Okuma" seminerlerimizde öğrencilerimiz özerinde yaptığımız araştırmalarda öğrencilerin ortalama %80'inin hatalı nefes aldıklarını tespit ettik.

14 asır önce Peygamberimizin(asm) bu konuya vurgu yaptığını bildiğimiz ve başarı kavramında odaklı birçok kitapta bu konunun ayrıntılı işlendiğini gördüğümüz halde neden hala bu konuyu ihmal ediyoruz? Böyle bir araştırma yapılmadı ama seminerlere katılan arkadaşlarımızın durumundan hareketle toplumumuzun %80'i zaman içinde edindiği yanlış ve eksik nefes alma alışkanlığı yüzünden vücut kapasitelerinin en az yarısını atıl bıraktıklarını söyleyebiliriz.

Hatalı Soluma Sonuçları

Vücut hücrelerimiz sürekli enerji kullanırlar ve bir kısım atık maddeler üretirler. Bu atık maddelerin bir kısmı özellikle mitokontrilerde elektrik üretimi sırasında açığa çıkan karbonmonoksit gazıdır. Ayrıca canlı hücrelerde değişik atık maddeler oluştuğu gibi vücutta günde yaklaşık 10 milyar ölü hücre kalıntısı taşınır. Bütün bu yüklerin üstesinden gelinebilmesi için kanın yeterli oksijen taşıması ve zehirli maddeleri, toksik birikimleri dışarı atan lenf sisteminin çok iyi çalışması gerekir.
Kanımızın oksijenle yüklenmesi nefes alma yoluyla gerçekleşir. Ancak nefes alma sadece kanın oksijenle yüklenmesini sağlamaz, lenf sisteminin düzenini de ayarlar.

Kan yeterli oksijenden mahrum kaldığında bedenimiz zehirli gaz çöplüğüne dönüşür. Sürekli çalışan hücrelerin ürettiği zehirli gazlar temizlenerek oksijenle yer değiştiremez. Lenf sistemi yavaşladığı için ise biriken diğer bir kısım atık maddelerin sağlıklı boşaltılması gerçekleşemez. Kan dolaşım sistemine bağlı olan lenf dolaşım ve boşaltım sisteminin 24 saat hiç çalışmaması demek bu süre sonunda insanın ölmesi demektir. Bu sistem iyi çalışmadığında vücut kısa sürede hantallaşır,çöplüğe dönüşür, kontrolü güçleşir, içsel bir gerginlik ve zaman içinde bunalım oluşur.
Ayrıca beyin bu gelişmeden yeterince nasibini alır. Beyin hücrelerin beslenmesi diğer hücrelerden farklıdır. Beyin yalnızca saf glikoz ve oksijeni kullanır. Beyin sistemi içinde besinleri nöronlara taşıyan kılcal damarlar yoktur. Ayrıca beyin hücrelerinin diğer hücreler gibi müstakil besin depoları da yoktur. Beyin içinde belli boşluklar-havuzlar hazır glikoz ve oksijenle doldurulur ve yayılma yoluyla bu besinler hücre aralarından akarak nöronlara dağılır. Beyne giden kanda oksijen miktarı azaldığında beyin glikozu kullanamaz. Halbuki beyin her dakika yüz binlerce elektriksel işlem yapmaktadır. Dış dünyadan elektriksel olarak algılanan mesajlar anlama merkezlerinde analiz edilerek anlamlaştırılmakta, sonra bunlar arasında seçilenler çok kısa süreli, kısa süreli ve uzun süreli hafızalar arasında işleme tabi tutulmaktadır. Önce elektro-kimyasal olan bilgi gerekli besin ve enerji kullanılarak kimyasala dönüştürülmekte ve nöronlara albümin sentezi yoluyla kalıcı olarak kodlanmaktadır. Ancak beynin ihtiyaç duyduğu oksijen beyne ulaşmadığında bu süreç işleyememekte, alınan bilgi yavaş işlenmekte, hafızaya kaydolamamakta veya yavaş kaydolmaktadır. Biz bu durumu geç algılama, geç fark etme, çabucak unutma gibi yansımalarıyla fark ederiz.

Yanlış nefes alma alışkanlığı sadece insanlarda gelişmekte, hayvanlarda gözlenmemektedir. Ayrıca insanlar doğuşta ve çocukluk dönemlerinde doğru nefes almaktadırlar.

Akciğerimiz göğüs kafesimizin içinde kafes kemikleri, kalp ve karaciğer arasında sıkışmış gibidir. Alt kısmında göğüs kafes kemiğimizin bitiş hizasından omurga kemiğine doğru uzanan ve mide bağırsak sistemi ile göğüs kafesi içindeki sistemi ayıran "diyafram" adı verilen bir zar vardır. Bu zar esnektir ve aşağıya doğru gerilebilir.

Akciğerimizin sağ tarafında üç, sol tarafında iki lob vardır. Her iki tarafta bulunan loblardan biri sağ, diğeri sol alt tarafa uzanır ve üst loblardan daha büyüktürler. Üstteki lobların alabileceği oksijen hacmi alttaki lobların alabileceği hacme göre çok daha sınırlıdır. Akciğerimiz oksijenle dolduğunda alveol kesecikleri açılır, içerisi oksijenle dolar, kirli kan ile buluşan oksijen kana geçer ve kanda bulunan karbon monoksit gazı korbondioksite dönüşerek nefes yoluyla dışarı atılır. Böylece harika bir mekanizma ile kan temizlenir.

Ancak akciğerimizi göğsün üst kısmından doldurduğumuzda sadece sınırlı olan üst lobları kulanmış oluruz; yeterli miktarda kan yeterince temizlenememiş olur.

Bebekler üzerinde araştırma yaptığınızda nefes alıp vermelerinin karın kısmından gözlemlenebildiğini tespit edersiniz. Oysa çoğumuz derin nefes alırken omuzlarımız hareketlenir, göğüs kafeslerimiz yukarıya doğru kalkar. Bu görüntü diyaframdan nefes almadığımızın açık delilidir.
Bu alışkanlığı nasıl kazandık? Hz. Peygamberimiz(asm) midemizin 1/3'ünü nefes için boş bırakmamızı emreder. Şüphesiz Peygamber mideden nefes alınmadığını biliyordu. Bu emrin altında yatan en önemli hikmet ancak bu sayede diyafram soluması yapabileceğimiz gerçeğidir. Zira midemizi tamamen doldurduğumuzda diyaframdan soluyamayız. Midemizi tamamen doldurduğumuzda ciğerlerimizin diyafram yönünde oksijenle dolması imkansızlaşır ve alt loblar oksijenle dolamaz. Üstelik dolu mide diyaframı göğüs kefesi içerisinde yukarı doğru iteceğinden akciğer ve kalp sıkışır. Bu şekilde veya varsa kambur durma alışkanlığı nedeniyle bir süre engellenen akciğer eksik oksijenle solumaya başlar. Bilindiği gibi insanın sinir sisteminde tekrar edilen bir davranış biçimi bir süre sonra otomatikleşir. Artık zorlayıcı şartlar olmasa bile ciğerler eksik kapasite ile çalışmaya başlar.

Bu sorunun çözümlenmesi ve tabii şekliyle tam kapasite ile nefes alabilmemizin sağlanabilmesi için öncelikle aşırı yemek ve mideyi aşırı doldurmak alışkanlığından kurtulmalıyız.(Yemek bölümüne bakınız)
Doğru nefes almak bize ne kazandıracak? Şu hatırayı dikkatinize sunuyoruz. Kitabınızın yazarı 1992 yılında Uğur Kılıçarslan'ın 1989 yılında yayınlanan "Burun ve Mucizeleri" adlı kitabı inceledi. Kitapta burun deliklerinin açık olmasının insan sağlığında son derece ciddi olumlu etkiler oluşturduğu iddia ediliyordu. Kılıçarslan, kitabında başından geçen 20 burun ameliyatının hikayesini anlatıyordu. 29.4.1992 adresini tespit ederek kendisiyle görüştük. Kitabında anlattıklarını bir de kendisinden dinledik. Kılıçarslan burun deliklerinin açılması konusunda aşırıya varacak öneriler getiriyordu. Bütün söylediklerini doğru kabul edememekle beraber burun deliklerinin açıklık-kapalılığının hafıza, zeka,dikkat,canlılık, fiziksel güzellik hatta Kılıçarslan'ın deyimiyle "cinsel hayat" gibi birçok konuyu etkilediği açıktı. Hatta yazarın burun deliklerinin kötü bir ameliyattan sonra iyice tıkanmasından sonra saçlarının beyazladığı yapılan yeni düzeltici bir ameliyat sonrasında saçlarının yeniden siyaha döndüğünü ifade etmesi de ilgi çekiciydi.

Biz doğal olarak burnumuzdan nefes alırız. Ancak sinüzit, polip(burun içinde et büyümesi), deviasyon(burun kemiklerini daraltacak şekilde kemik eğrilmesi) gibi rahatsızlıklar burun deliklerini daraltmakta ve nefes alıp vermemiz güçleşmektedir. Bu tür rahatsızlıkları olanlar uzun vadede kapasitelerini tükettiklerini, hatta neredeyse bunadıklarını bile düşünebilirler. Araştırmalar burun tıkanıklığı olan kişilerin kalp krizi riskinin oldukça yüksek olduğunu göstermiştir. Zira böyle bir durumda kan yeterli oksijenle beslenememekte, hatta özellikle uykuda bazen nefes kısa süreli durmaktadır. Kişi sağlıksız şekilde ağzıyla solumak zorunda kalmakta, bunun yansıması horlama olarak kendini göstermektedir. Bütün bu süreçlerin her biri kalp için ciddi birer yorucu basınç oluştururlar.[/color]

Konular