Allhın Kanıtları 2

7. Hikmet (Olay ve Olgulardaki Neden - Sonuç İlişkisi) ve Amaç Delili:
Evrende bulunan her şeyin bir yaratılış amacı vardır. Hiçbir şey boş yere yaratılmamıştır. Bütün varlık, olay ve olguların neden sonuç ilişkisi içerisinde birbiriyle olan bağları bulunmaktadır. Üzerinde düşünüldüğü zaman tüm bu varlık, olay ve olguların ilişki zincirini tasarlayan ve kuran bir yüce yaratıcının varlığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Evrenin tüm varlık, olay ve olgularının altında insanın yaratılış amacı ile ilgili düşüncelere ulaşılabilir. Örneğin sonbaharda ağaçların büyük kısmı yapraklarını dökerler, kış doğadaki çoğu varlıklar için bir ölüm ayıdır. Baharda tüm doğa canlanır. Bunlar insan için ilahi birer mesaj içermektedir. Bu olay ve olgular, insanların öldükten sonra ceza ve ödül (hesap) için tekrar dirilmelerini andırmaktadır. Gece ve gündüz de böyledir. Gece uyuruz, gündüz de uyanırız. Tıpkı ölen insanların ahrette dirilmesi gibi. Aklın, doğanın ölüp dirilmesi ile insanın ölüp dirilmesi arasında bu çeşit bir ilgi kurması “hikmet”e güzel bir örnektir. Evrendeki olay, olgu ve varlıkların içerisinde veya arasında bir neden sonuç ilişkisi kurulduğu taktirde zihin her şeye gücü yeten bir yüce yaratıcının varlığını kabul etmek zorunda kalmaktadır.
Evrendeki yaratılmış olan her şeyin amacı bizi düşünmeye sevk etmektedir. İlgili şey ile amacının altında yatan hikmet de insanı ruhsal açıdan doyurucu bir biçimde Allah’ın (c.c.) varlığı, sıfatları ve güzel isimleri ile açıklanabilmektedir. Bu yüzden günlük dilde hikmet “derin düşünce”, “bir şeyin asıl nedeni” anlamlarında kullanılmaktadır.
Evrendeki olay, olgu ve varlıkların asıl nedeni Allah’a (c.c.) dayanmaktadır. Bunların yaratılış amacı yüce Allah’ın (c.c) sıfatlarına ve güzel isimlerine tercümanlık yapmaktır. Bunlara bu bakış açısıyla ve araştırıcı, incelemeci bir gözle baktığımızda tıpkı bir kitap gibi bunların yüce yaratıcısını anlatmakta olduklarını görürüz.
Evrendeki bütün olay, olgu ve varlıklar yaratıcısını bizlere anlatmaya çalışan bir kitap gibi okunmayı beklemektedir.
Eleştiri: Evrendeki varlık, olay ve olgulardan ders çıkarmak bir bakış açısıdır. Evren bir kitap değildir. Hiçbir mesajı yoktur. İnsanlar ona mesaj yüklerler. Bu mesajlardan Allah’ın varlığı ve birliğine dair bir objektif kanıt yoktur.
Cevap: Nasıl bir insan okuma yazma bilmeden kitap okuyamıyorsa evren kitabının da harfleri, şifreleri vardır. Bunları bilmeden evren kitabı okunmaz. Bunlar Kuran-ı Kerim’de gizlidir. Kuran-ı Kerim’e inanmadan bu mesajlara ulaşmak imkânsızdır. Nasıl okuma yazma bilmeyen kişiler kitaplardaki harflere anlamsız ve boş bakarlarsa Kuran-ı Kerim’in Allah kelamı olduğuna inanmayan kimseye de evrendeki her varlık, olay, olgu boş ve anlamsız görünür. Böyle birisi evren kitabından ders alamaz.
Okuma yazma bilmeyen kişi, yazılanlara boş ve anlamsız mesajlar yükler. Ama bunlar bir değer ifade etmez. Önemli olan şifreleri çözüp doğruya ulaşmaktır. Mesaj şifrelerin içeriğindedir. İnsanların kafasında olan şey, önyargılardır. Evren kitabını okumada objektiflik veya sübjektiflik söz konusu değildir. Bilip bilmemek, anlayıp anlamamak söz konusudur.
8. Şefkat, Merhamet ve Rızık Delili:
Doğadaki canlıları ibret gözüyle incelediğimizde bir annenin yavrularına olan şefkat ve merhamet duygusu dikkatimizi çeker. Tavuk yavrularını savunmak için gerektiğinde kendisinden kat kat güçlü, anne olmadığı dönemde sakındığı ve korktuğu bir köpekle büyük bir cesaretle mücadeleye girer. Başka hayvanlarda da yavrularına karşı aynı himaye edici tutum gözlenebilir. Yüce yaratıcı benzer şefkat ve merhamet duygusunu biz insanlara da vermiştir. Bir kadın ne kadar kötü kalpli olsa da bir anne olarak yavrusu için her türlü fedakârlığı yapabilir. Yüce yaratıcı anne olacak canlılarda merhamet ve şefkat duygusunu onların içgüdüsel yapılarına yerleştirerek kendisini savunmaktan mahrum yavrunun can güvenliğini adeta sigortalamıştır. Bu durum da sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine bir delil oluşturmaktadır.
Bütün yaratıkların ve özellikle insanın ihtiyacı sonsuzdur. Gücü ve olanakları sınırlıdır. İradesi ise adeta bir hiç hükmündedir. Böyle iken bütün insanların ihtiyaçları hiç ümit edilmeyen çeşitli şeylerden, yerlerden karşılanmaktadır. Kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa bütün evrendeki varlıklar adeta el ele vererek bu konularda üstüne düşen ödevi ve sorumluğu yerine getirmeye çalışmaktadır. Toplum hayatındaki iş bölümünün, yardımlaşmanın, ailedeki bireylerin ödev ve sorumlulukların temelinde Allah’ın (c.c.) şefkatinin, merhametinin ve rızık dağıtıcı sıfatının bulunduğu, bu işlerin yüce bir yaratıcının tasarrufu ve yönlendirmesi ile yapıldığı anlaşılmaktadır. O da ancak her şeye gücü ve kudreti yeten, insana rızkı konusunda kefil ve sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan yüce Allah’tır.
Eleştiri: Yırtıcı hayvanlar Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve merhamet ilkelerine aykırı düşmektedir?
Cevap: Evet, görünüşte böyledir. Yırtıcı hayvanlar Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve merhamet ilkelerine aykırı düşmektedir. Ama yırtıcı hayvanların bu biçim doğaları da rızık ilkesini devreye sokmaktadır. Şefkat ve merhamet ilkesini yalnız başına düşünmemek gerekir. Şefkat ve merhamet ilkesi rızık ilkesinin içerisinde yer almaktadır. Yırtıcı hayvanlardaki rızık ilkesi şefkat ve merhamet ilkesine karşıt gibi görünse de aslında ikisi birbirini tamamlamaktadır. Ayrıca o yırtıcı hayvan rızkını bu yolla tedarik ederek zıtlık prensibi ile şefkat ve merhametin ne olduğunu da bize öğretmektedir. Aksi taktirde doğada yırtıcılıktan daha çok işlevi olan şefkat ve merhamet ilkesi göze çarpmayacaktı.
Yırtıcı hayvan rızkını elde ettikten sonra şefkat ve merhametle yavrusuna yönelmektedir.
9. Fıtrat (Yaratılış, İnsan Doğası) Delili:
İnsanda iyiye, güzele, doğruya karşı bir yaklaşma; kötü, çirkin, yanlış şeylerden bir uzaklaşma eğilimi doğuştan bulunmaktadır. Bütün iyiliklerin, güzelliklerin ve doğru olan şeylerin kaynağı yüce Allah’tır.
İnsan dünyaya doğuştan temiz bir fıtratla gelir. Eğer bu fıtratı yaptığı günahlarla bozulmasaydı hiçbir insan Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini kabul etmede bir sıkıntı yaşamayacaktı.
Her insanda doğuştan iyi, güzel, doğru olan şeylere karşı bir sevgi, buna karşılık kötü, çirkin, yanlış olan şeylere karşı da bir nefret hissi bulunmaktadır. Bu ortada olan bir gerçekliktir. Demek oluyor ki, bu duygular ahlaklı davranma ve iyi işler yapma yönünde bir meyli ve ahlaksızlıktan, çirkin davranışlardan da nefret edip kaçınmayı sağlamaktadır. Bu fıtri yapı işaret etmektedir ki, insana iyiyi, güzeli, doğruyu emreden ve onun kötü, çirkin, yanlış davranışları yapmasını yasaklayan bir sistemin sahibi bulunmaktadır. İnsana bu eğilimi ve buna ilişkin duyguları veren yüce Allah’tır.
Allah’a (c.c.) inanmak bir zorunluluktur. Zira Allah (c.c.) inancı, insan fıtratında bir çeşit güdü, bir doğal arayış olarak bulunmaktadır. İnsan fıtratına bu ihtiyacı yerleştiren yüce Allah 'tır.
Eleştiri: Kötülükleri ne ile izah edeceksiniz?
Cevap: Biz genel eğilimden siz ettik. İnsandaki nefis kötülüğü, ruh iyiliği emreder. İnsan bu iki öğeden oluşur. İnsan nefsine uydu mu her kötülüğü işleyebilir. Ama toplumsal yaşamda egemen olan şey iyiliktir. Kötülükler cezalandırılır. İyilikler ödüllendirilir.
10. Tarih Delili:
Nasıl annesiz ve babasız olarak bir insanın dünyaya gelmesi mümkün değilse ilk insanı yaratan bir yaratıcının varlığı da söz konusu olmadan insanoğlunun dünya üzerindeki varlığı da öylece mümkün görünmemektedir.
Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl, hatta gülünç dahi olsa hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. Ateizm on sekizinci yüzyıldan itibaren felsefede kendisini göstermiştir. Peygamberler Allah’ın (c.c.) varlığını kabul etmeyen toplumlara değil, Allah’a (c.c.) şirk (ortak) koşan kavimlere gönderilmiştir. Bu açıdan peygamberimizin (s.a.s.) gönderildiği Araplar da Allah’ın (c.c.) varlığını, yaratıcı, rızık verici sıfatlarını kabul ediyorlardı. Ama bunun yanında kendilerini Allah’a (c.c.) yaklaştırsın diye birtakım putlara tapıyorlardı. Batıl dinleri ayrıntılı bir biçimde inceleyip temeline indiğimizde tevhide dayandığını ve sonradan bozulduğunu görürüz.
Eleştiri: Bizim teorilerimize göre insanlar ilkel devirlerden önce mağaralarda yaşarken yırtıcı hayvanların korkusundan birtakım hayvanları kutsayarak totem kültürünü oluşturmuşlardır, sonraki devirlerde Tanrı kavramına ulaşmışlardır. Tarihi devirlerde kabileler putların yanında Tanrı’nın varlığını da kabul etmişlerdir.
Cevap: İmam-ı Rabbaniye göre 313 resul gelmiş. Resul kitapla gönderilen peygamber demektir. Her resul arası 1000 yıldır. 124.000 de nebi gelmiş. Nebilerin sayısı hakkında başka rivayetler de vardır. Nebiler resullere tabi olarak hizmet görmüşlerdir. Kitap verilmemiş peygamberlerdir. Yalnız Hz. İsa’nın ezelde ruhlar âleminde yaptığı dua, Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olma isteği neticesinde resullük ömrü bu ümmetin ömrüne eklenmiş, kendisi de göğe kaldırılmış hali ile (lehçesi, kıyafeti v.s) ahir zamanda dünyaya teşrif edip ümmet-i Muhammed’in önderine tabi olacaktır. Yani 313 bin yıldan beri sürüp gelen bir tevhit mücadelesi var. Kenarda köşede kalan birkaç yerli kabileyi inceleyip de insanlık tarihinin dini hakkında genellemelere gitmek bilimsel bir tavır değildir.
Elbette kendisine resul ve nebi gelmemiş kabileler vardır. Afrika’daki kabileler gibi. Onların ahretteki durumu, onlardan beklenen imtihan özellikleri kendilerine resul, nebi gönderilmiş kabilelere ve uluslara göre farklı olacak elbette, onlar orada Allah’ın mutlak adaleti, sınırsız merhameti ile muamele göreceklerdir.
11. İttifak (Özde ve Sözde Birlik) Delili:
Bediüzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) göre on tane yalancı birbiri ardı sıra gelip bize evimizin yandığını söylese bu adamların hayatta bir defa dahi doğru söylediklerini duymamış olmamıza rağmen “Belki doğru olabilir.” diyerek onlara hemen inanırız. Zira ortada bir söz birliği olgusu vardır. Hâlbuki burada bahsini ettiğimiz söz birliği konusu olan olgu, yani Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği iddiası binlerce peygamber, yüz binlerce evliya ve milyonlarca da inanan insan arasında meydana gelmektedir. Bütün bu insanlar, insanlığın değer verdiği üstün ahlaki meziyetleri ve erdemleri kişiliğinde toplamışlardır. Çeşitli zamanlarda ve ayrı ayrı mekânlarda yaşamış bu insanların ittifak ettiği en birinci nokta “Allah (c.c.) vardır ve birdir.” gerçeğidir. On yalancının bir yalan üzerindeki söz birliğine önem verildiği halde, hayatlarında bir kere dahi yalan söyledikleri duyulmamış, sayısını ancak Allah’ın (c.c.) bildiği peygamber, evliya ve inanan insanların bu çaptaki söz birliğine ilişkin iddialarına inanmak dışında başka bir seçenek söz konusu olabilir mi?

Konular