İlkokul Mezunları Habibimol’a, Okumuş Çocuklar Facebook’a

Bu, üçüncü galiba. Biiznillah, sonuncu da olacak. Bir daha facebook’la ilgili yazı yazmak istediğimde kendimi, “ben de oradayım; gelsene” içerikli e-posta aldığımda, postanın sahibi her kimse onu helyum gazı marifetiyle dünyadan ihraç edeceğim. Söz veriyorum.

Bismillahirrahmanirrahim.

“fondaki şarkı bitti yavrum”

“Hayatın gerçekleri”yle yüzleşmenin vakti geldi. Teknoloji ne getirdi, ne götürdü, bu ayrı mesele. Bulunduğumuz yer “iyi” ise, bunun ne kadarını internet sağladı; bulunduğumuz yer “kötü” ise, bunun ne kadarına internet sebep oldu… bunu konuşabiliriz fakat. Bu noktada, dibine kadar bağnaz ve alabildiğine bencil olacağımı hatırlatmalıyım mutlaka.

Neyse. Teferruata gelelim.

Ben bulunduğumuz yerin “kötü”, bunda internetin payının büyük ve bu fikirde de yüzde yüz haklı olduğunu düşünenlerdenim. Yanlış anlaşılmasın; biz 40 yıl önce de gazete okumayan bir toplumduk, “okumama”nın günahını internete filan yükleyemiyorduk da haliyle. O zamanki “kötü”lüğün nedeni başkaydı, bugünkü başka. Bugün interneti sebep olarak gösteriyorum, yarın, diyelim bir ayakkabı ortopedisi geliştirme felsefesi dünyayı kasıp kavurur, bu kez de o ayakkabı ortopedisi geliştirme felsefesine düşman kesilirim. Kısacası, bugün “kötü”lüğün kaynağının internet olduğundan eminim ve dolayısıyla düşmanım internettir.

Kendimize hakim olamıyoruz, ablamıza hakim olamıyoruz, oğlumuza hakim olamıyoruz. Edebi makale için internete giren adamın, bir boşluk haber sitelerinden birine dalıp foto-galeri takip etmesine anlam veremiyoruz. Çoğu alışkanlıkla şiddetli bir benzerlik içerisinde, internette vakit kaybetmeden kalmayı beceremiyoruz.

Daha fena şeyler de oluyor hani. Sokağa çıkmıyoruz. Allah’ın selamını “s.a.”ya mahkum etmeye çalışıyoruz, helallik istemeyi unutuyoruz; iki kontöre patlayacak telefonla bayramlaşma işini iki kontörlük mesajlaşmayla hallettiğimize yanarken, şimdi onu da bıraktık e-kart yollamakla yetiniyoruz. Tüm “komünikasyon” faaliyetlerimiz “tele” başlığı altında ezildi kaldı.

Evlerde internet çoğaldı. Evlerde çocuklar çoğaldı. Evlerde internet kullanan çocuklar da çoğaldı. Kimisi 13 yaşında, forum sitelerinden oyun ‘crack’i indiriyor; kimisi 19’unda sosyomat’ta ‘takılıyor’, kimisi 28’inde, 35’inde, 47’sinde seviyeli bir ‘ortam’ hazırlıyor. Bazısı hem ilkokul mezunu, hem bekar, hem mutsuz, habibimol fantazyasının farkında değil; bazısı hem üniversite mezunu, hem entelektüel bekar, hem entelektüel mutsuz, Facebook’a toz kondurmuyor.

Evet evet, fondaki şarkı bitti.

“pilotun apandisiti patladı”

26 yaşındayım. Bu civarın tam orta yerine dalalı siz diyin 4 yıl, ben diyeyim 5 yıl oldu. O kadar çok isim ezberledim, o kadar çok okumam gereken şey olduğunu fark ettim ki… sormayın gitsin. Çok büyük adamlarla tanıştım. Çok büyük adamlarla tanıştığım için Allah-u Teala’ya teşekkür ettim. Çok büyük adamların çok büyük yazılarını okudum. Bu toprakların gerçek sahiplerinin bizler olduğunu, bu nedenle rahat, asil, zarif, imrenilecek insanlar olmamız gerektiğini öğrendim. Eğer medya çürümüşse, en kral yayın organlarıyla etrafa ferahlık saçmalıydık; eğer devlet memurlarının rüşvet yemelerinden hoşnut değilsek, devlet memuru olduğumuzda herkes bizi saygıyla anmalıydı; eğer herkes karamsarsa, Allah’tan(cc) ümit kesilmemesi gerektiğini bilen bizler sürekli tünelin ucundaki ışığı göstermeliydik; eğer toplumdaki kokuşmuşluklardan müşteki olmak istemiyorsak, kendimizin dört dörtlük bir nesil projesi olmalıydı… Bazı büyük adamlar ahlaki çöküntüden muzdarip, teknolojiye ölesiye düşmandı; bazısı ondan nasıl azami istifade ederiz diye günlerce kafa patlatıyordu…

Öğrendiklerim, öğreneceklerimin yanında ummanda damladır elbette. Ancak bu bildiklerimle hareket ettim. Dergileri açıp internetin ahlaki yönden bodoslama iflasını anlatan yazıları takdir ve takdirle okudum; ezberledim. Kültür sanat sayfaları hazırlayan ağabeylerimin, ablalarımın “bir dostun gözünün içine bakarak selam vermenin yerini ne 5000 sayfalık, el yazısıyla yazılmış mektup tutar, ne de 1000 GB’lık kişiye özel hazırlanmış internet sitesi” mealli öğütlerini tebrik ve tebrikle okudum; herkese anlattım. “Gençler internette kaybolup gidiyor” diyenlerin ellerinden minnet ve minnetle öpmek istedim; öptüm.

Sonra, çok sonra bir şeyler oldu. İnternetin güya sosyalleştirici tarafını baş tacı eder oldu kimi büyük adamlar. Bazı ağabeylerim, önceleri şiddetle eleştirdiği internet sitelerinde “objektiflerimize yakalandılar”; kimi ablalarım, önceleri nefretle kınadıkları ilişki biçimleriyle iç içe “poz verdiler”. “Yahu durun, neler oluyor?” demeye kalmadı, bir Facebook icat oldu; şu an aklımı kaçırmak üzereyim.

Tıpkı bana Coca-Cola’dan nefret etmeyi öğreten adamın ofisinde Coca-Cola içildiğini gördüğüm gibi; şimdilerde de, bana Facebook ve benzeri mekanizmada işleyen internet sitelerinden tiksinmeyi öğreten insanların Facebook’ta olduklarını duyuyorum, görüyorum. [İnanılır gibi değil, “internetten nefret ediyorum; mümkün olsa mail adresimden de kurtulacağım” diyen adam bile ‘profil’ düzenlemiş.]

Vallahi… pilotun apandisiti çoktan patladı.

“uçak düşüyor”

Hayatımın en çetin zihni virajlarından birine girdim. Canım kadar sevdiğim ağabeylerim, ablalarım Facebook’ta ‘profil’den ‘profil’e koşuyorlar. “İnternet toplumu”nun ahlakiliğini defaten sıygaya çekmiş bu güzel insanların Facebook gibi envai çeşit ‘relationship’ seçeneği bulunan bir yerde mutlu mesud olduklarını gördükçe aklım çıkıyor. Karşısında zırıl zırıl ağlayan tertemiz çocuğu, aldığı eşsiz terbiyeden ötürü reddeden kızların uluslararası liberalliğine; insanüstü sabrıyla aile kurumuna verdiği değeri bangır bangır bağıran adamların ‘friend’s list’indeki çok fonksiyonlu rahatlığa tanık oldukça uykularım kaçıyor. “Allah’ım” diyorum, “bir mübarek insan çıksın da habibimol kullanıcılarıyla Facebook üyeleri arasındaki farkı beş cümleyle anlatsın.” Şu veya bu nedenle ortaöğretimini tamamlamamış ve bekar (ya da dul) erkeklerin, kadınların habibimol’daki çaresiz ve sefil görüntülerini gözlerimin önüne getiriyorum… Ardından Facebook’a bakıyorum; öyle veya böyle üniversiteden mezun olmuş, yaşı Müslüman şehir geleneklerine nispeten evlenme yaşını geçmiş ve fakat “doğru insan”ı bulamadığı için evlenmemiş, Facebook’ta “vakit geçiren” bir sürü Müslüman erkek, Müslüman kadın… Ya da bu gibi gayeleri olmayacağına, Allah’ı şahit tutarak yemin edebileceğim bir sürü erkeğin, kadının böyle sefil ve çaresiz bir ortamdaki umursamaz tavırlarını görüyorum. “Allah’ım” diyorum, “neler oluyor bu güzel insanlara? Nasıl oluyor da bu kadar ‘ideolojilerüstü’ yaklaşabiliyorlar birbirlerine? Bu büyük çelişkinin ortasında nasıl da sakinler Allah’ım.”

Çok mu abartıyorum? Abarttığımı düşünenler, bıraksınlar habibimol ve Facebook gibi hafif magazinel amaçlı siteleri, nihai gayesindeki samimiyet ve yeri doldurulamaz niteliği tartışılamayacak cemaat.com gibi bir yerde mesajlaşma arabiriminin sistemden çıkarılma nedenlerini yeniden gözden geçirsinler isterim. Çünkü… uçak düşüyor.

“ve birlikte ölmek kulağa hoş gelse de”

Kaç ‘davetiye’ aldım, hatırlamıyorum. Kaç ‘davetiye’ yüzünden ‘davetiye’ sahibinin kimliğinden kuşkuya düştüm, hatırlamıyorum. Hepi topu bir istisnai.net’imiz var, bir de sayha, kurtuba, cemaat, ekşi sözlük… daha fazlasını kalbim kabul eder elbet de; olmasa ye’se düşmem hani. Kalabalığa karışmak fikrini ilk uzun metrajlı filmimde derin şekilde tahlil edeceğim, lakin şu an buna hiç mi hiç ihtiyacım yok. Kaldı ki, yaşımın da baskısıyla sanırım, günden güne daha bağnaz bir adam oluyorum; iki yıl önce “şu denizi gösterse gözümü kırpmadan dalacağım” insanların şu anki hallerine şahit olunca artık her “büyük adam”ın yaptığını yapmak gibi bir mecburiyetim olmadığında ısrarlıyım. Her zaman “üç kişi olsak yeter” derim; nasılsa aramızdan birini imam seçebiliriz o zaman; sorun olmaz.

Tamam, birlikte ölsek fonetik bir son olurdu; ama cep telefonu kullanmayan şairin de dediği gibi “o iş sizin bildiğiniz gibi değil.”

“ben atlamayı tercih ediyorum”

Bir ara Sezai Karakoç’u düşündüm… şeklen de olsa onu taklit edebilir miydim mesela? Mesela kapkalın, kıpkırmızı çizgilerim olsa… O çizgileri geçen her şeyi, herkesi zihnimden ve kalbimden silip atsam… Tutkuyla bağlandıklarıma “neden bu kadar üstünde duruyorsun” diyenlere rest çekip gitsem… “Şu Fatih iyi çocuk, has çocuk da… işte böyle acayiplikleri de yok değil” filan deseler ardımdan, bir meclisten izin isteyip ayrılırken. Bana ikide bir, gençliğinde hızlı bir anarşistken şimdilerin naif aile babası olan adamın sözde çelişik durumunu örnek verip “seni de görürüz yakında” diyenler adına İnşirah suresini okusam… Televizyonunu balkondan aşağı fırlatmak isteyen dünyalar güzeli ağabeyimi her fırsatta sitayişle anan, ama iş televizyonunu balkondan aşağı fırlatmaya gelince kayış yardıran onlarca arkadaşımla irtibatımı kessem… “Meczup” deseler benim için, “bir kıza aşık olmuş, ondan böyle tuhaf işlere girdi” diye söylentiler çıkarsalar; “iki gün sonra düzelir”, “o mu… boşversene; ilgi çekmeye çalışıyor.”

O kadar korkuyorum ki… “Evvelim sen oldun” diyebileceğimiz kimse kalmayacak yakında; “ahirim sensin” diyen de çıkmayacak karşımıza. Müstakbel torunlarımın nefes alacağı yer konusunda Tayip Erdoğan ya da Kemal Unakıtan endişelenmeyebilir; ama ben ilgilenmekle mükellefim.

İşbu nedenlerle aziz kardeşlerim, muhterem hemşirelerim; ben atlamayı tercih ediyorum.

“olur ya denize düşerim / bir gemi geçer”

Ümitsizlik haramdır; amenna ve saddakna. Bu yüzden ümitsiz değilim. Gelgelelim, bu ümitvarlığım, bana ümitvarlık aşılayanların varlığından değil, tam tersine yokluğundan besleniyor. Yani, internetin gizliden ya da açıktan bizlere zerk ettiği tuhaf ahlaki yalpalamalardan rahatsız olmayan bir sürü tanıdığım var. Rahatsızların sayısıysa, dedim ya, benimle beraber, toplasanız üç kişi. Ben bu ucubeyle mücadele edemem belki, üçü kişiyle de hiçbir şeyin üstesinden gelemeyiz belki. Ama benim ümitvarlığım direkt yoldan, yani hiçbir insanı vesile kılmadan gelecek ilahi bir müdahaleden besleniyor.

Şuna inanıyorum ki, önümüzdeki beş yıl içinde İslamcı camiamız çok çok büyük bir olayla çalkalanacak. Çok çok büyük bir skandalla sarsılacağız. Ne bileyim, mesela İslamcılığına gıptayla baktığımız birinin skandal bir videosu piyasaya çıkacak. Tevazusuna, zarafetine hayran kaldığımız birinin internet aracılığıyla giriştiği sapıklıkları duyacağız. Neye uğradığımızı şaşıracağız.

Bunu sadece “korkuyla bekliyor” değilim, içten içe arzuluyorum da. Çünkü, yok, ümidimi kesmediğim ilahi müdahaleye vasıtalık edecek kimse yok ortada; çünkü herkes Facebook’ta ‘profil’ hazırlamakla meşgul.

“Böyle elim bir hadise gerçekleşirse” diyorum kendi kendime, “belki şöyle iyicene terbiye ederiz kendimizi, iyicene çeki düzen veririz aile hayatımıza, iş ilişkilerimize, arkadaş çevremize, kılığımıza, kıyafetimize, üslubumuza, internete, kitap okumaya verdiğimiz ya da vermediğimiz değere.” Her şeye sıfırdan başlamaktan bahsediyorum. Hiçbir şey bilmeden, başımıza gelen tüm kötülüklerden ders ve pay çıkarmış insanlar olmayı umuyorum. Artistik bir düşünceyle, “hiçbir şeyi olmadığı için her şeyi yapabilecek insanlar” haline gelelim istiyorum.

Allah-u Teala’ya hamd olsun; televizyon izlemiyorum; New African’dan başka tutsaklığım da kalmadı internet hususunda. Abonelik işlemini bir çözebilirsem ondan da kurtulacağım. Sonra da bu ilahi dokunuş için ancak ve sadece bekleyeceğim.

Hepsi bu.

Eyyub Aleyhisselam’ın yüzüsuyu hürmetine, Allah(cc) Cemaat’imize zeval vermesin.

Amin; velhamdülillahirabbilalemin.

Fatih Mutlu-Cemaat.com

Konular