Ümid

Îmânın “beyne’l-havf ve’r-recâ” olması; yâni korku ile ümid arasında bulunması sıhhatinin şartlarındandır.
Sağlam bir îmân kişiyi asla Allah’ın rahmetinden ümidsiz kılmadığı gibi azâbından da emîn kılmaz.
Bu çerçeveye oturan bir îmân zor ve dar zamanlarda bir çıkış yolu bulmak açısından kişiye ciddi bir motivasyon sağlar.

Büyük mütefekkirler, dava ve fikir adamları insanlara ümid aşılayanlardır. Mevlânâ da bunlardan biridir.
O yaşadığı çağın insanlarına ümid aşılamıştır.
Çünkü Mevlânâ’nın yaşadığı çağ, Müslümanların ümid bunalımına düştüğü bir zamandı.
O ümidsizliği asla hoş görmezdi.
Çünkü ona göre insana kurtuluş duygusu aşılayan ümid, ümidi harekete geçiren de îmândır.1

Nitekim Allah Teâlâ Kur’an’da: “Ancak kâfirler ümidsiz olur”2 buyurmaktadır.
Bu âyet Yâkub’un Yûsuf’u bulma konusunda ümid kesmediğini anlatmaktadır.

Mevlânâ’nın yüksek ümidi onu zor zamanlarda bile insanlara ümid aşılamaya sevk etmişti.

O derdi ki:

Ümidsizlik tarafına gitme, ümid kapıları vardır.

Karanlıklar semtine varma, güneş parlamaktadır.3

Onun anlayışına göre ümidsizlik güneşe bakamayan yarasa gibi zulmet tabîatlı olanların kabiliyetsizliklerinin tezâhürüydü.4
Ümidsizlik insanın ömrünü biçen, kökünü koparan orak mesâbesindeydi.5
Bu yüzden darda kalanlara Allah’a yalvarmalarını salık vermekte ve şöyle demekteydi:

Sakın ümidsiz olma, kendini şâd eyle.

Her feryâda yetişene istimdâd eyle.6

Sevgilisinin kapısının önünde bekleyen âşıkın ümidi, sevgilisini görebilmektir. Mevlânâ bu duyguyu taşıyan bir âşık olmayı Dîvân’ında şöyle ifâde eder: “Sevgilim, belki merhametin coşar da, kapıyı açarak: Orada, ne bekliyorsun içeri girsene, dersin ümidiyle kapında bekliyorum.”7

Bedenden kopan elin damarı oynuyorsa o hareket kavuşma ve buluşma ümidindendir.
Çünkü binlerce kesik el tekrar kavuşma ve buluşma saâdetine ermiştir.8

Kâinatta her şey ümidle Hakk’a; birliğe doğru koşmakta ve kavuşurum heyecanıyla âdetâ sular gibi başını taştan taşa vurmaktadır.
Ancak bu ümid hayâta anlam kazandırmakta, kâinatın akışını sürdürmektedir. Kavuşma ümidi olmasa herkes ve her şey niçin koşuştursun?

Ayrılık derdi içini sızlatan, yüreğini kanatan insanlar arayış içindedir.
Arayış içinde olanın kavuşma ümidi, arayışı anlamlı kılar.
Allah bizim organlarımızı hareket için yaratmıştır.
Hareket canlılık ifâde eder.
Harekette bereket olduğunu anlayan, tenbellikle elini, kolunu ve kanadını pörsütmez.

Gayret ve çaba göstererek kurtulmak insana zor gelir.
Hatta insan bundan sıkılır.
Ama dünya dipsiz bir kuyudur.
Bu dipsiz kuyudan kurtulmanın yolu ümidden ve çabadan geçer.
Ya karanlık dünya kuyusunda kalmaya râzı olacaksın ya da ondan kurtulma ümidiyle yukarılara doğru çabalayacaksın.

Ten kafesinde mahpus olan can kuşu, Mevlânâ’ya göre her an uçup gitmek ister.
Bunun için kanat çırpar.
Ancak Dostun nazarına muhatap olma ümidiyle bedeni terk edemez.9

Hz. Âdem cennetten yeryüzüne indirilişiyle birlikte her şeyini kaybetti, mahrûmiyete düştü, ama ümidini asla kaybetmedi.
Hem ağlıyor, hem bekliyordu.
Söylediği ve tekrarladığı tek söz de şuydu:
“Lütuf ve kerem sahibi Allah’tan ümid kesmeyin!”10
Mevlânâ, cennetten indirilen Âdemoğlunun da tekrar oraya döneceği ümidini taşıyordu.

Bahar gelip buluşma ve kavuşma ümidine kapılan ağaçların hâli değişir, yeşerir, boy ve endamı yükselir.
Baharla buluşan ve onunla kavuşma ümidi yaşayan nebâtâtın hâli buysa Cânan ümidi taşıyan gönlün hâli nice olur?
İnsana ümidsizlik yaraşmaz.
Çünkü Allah’ın kereminden ümid kesilmez.
Nitekim Şinâsî münâcâtında der ki:

Ne kadar suçlu isem kesmem ümid,

Kereminden ki, odur bahr-i muhît.

Bir başka şâir de şöyle der:

Ger günahım gûh-i Kaf olsa ne gamdır yâ Halîl?

Rahmetin bahrına nisbet “innehû şey’ün kalîl”

İnsandaki vuslat baharının ümidi gözlerden nisan yağmuru gibi yaşlar akıtırsa, tevbe bahâristânında taze çemenler açar.
Gönülde aşk gülleri tomurcuklanır, hasret yanışı vuslat ümidine dönüşür ve insanda zorlukları aşma, sıkıntıların üstesinden gelme duygusu galip gelir.

İnsanoğlu bu âlemde bir âb-ı hayât çeşmesi bulurum ümidiyle susuz kalmıştır. Oysa ki insanın önünde, ardında, sağında, solunda ve şeş-cihette sınırsız bir deniz gibi onu cömertçe kuşatan, sayısız lütuflara gark eden bir ihsân sahibi vardır.
Ne hazindir ki insan bu lütuf denizinden habersiz, ümidsizlik çölünde kavrulup durmaktadır.
Oysa ki Allah sevgisiyle mest olan âşıkın gönlü asla ümidsizliğe düşmez.
Cefâlar onun emellerinin elini bağlasa, ayrılık ümidini yaralasa da o asla ümidsiz kalmaz.

Mevlânâ kapalı kapıyı açmak için nasıl himmete ihtiyaç varsa hayâtın devamı için de gayrete ihtiyaç olduğunu, gayret edenlerin ümidlerine ulaşacaklarını ifâde eder.11

İnsanı her çeşit sanata, başarıya çağıran ümiddir.
İnsanlar çalışıp çabalamaktan, boyunları ipek gibi incelse de ümidle maksadlarına kavuşurlar.
Ancak ümidin tembellik derdinden kurtulmuş, gayret ateşiyle pişmiş olması gerekir.
Gayret ve çabanın niçin olduğu önemlidir.
Nitekim değirmen beygiri de sürekli koşar durur.
Ancak onun bu hareket ve gayreti sadece sırtına şaklayacak kırbaçtan kurtulmaktır.
Kırbaçtan kurtulmak için yapılan hareket ve gayretle bir maksada ve ümide bağlı yapılan hareket ve gayret elbette bir değildir.
Gayret ve çaba, salâh ve ıslah maksadıyla olduğu zaman anlamlıdır.

Mevlânâ Hakk âşıklarına ümidsizliğe kapılmamaları, gayreti elden bırakmamaları için şu nasihatlerde bulunurdu:
“Ey Hakk âşıkı! Sen vazifeni yap. Gönül gözüm açılmadı, kesret ve mâsivâ derdinden kurtulamadım diye ümidsizliğe kapılma. Çünkü merhameti sonsuz olan Allah hiç ummadığın bir zamanda senin sûrete ve şekle bağlılığını senden alır ve seni kurtarır.”12

O öylesine yüce bir merhamet sahibi ki günah işlemede haddi aşmış kullarını bile “kullarım”13 diyerek anmakta ve kendisinden ümid kesmemelerini ve O’nun bütün günahları bağışlayacağını haber vermektedir.
Mevlânâ bunun yolunu da şu ifâdelerle gösterir:
“Ey Hakk’ın kulu, göklere giden yolu bulmak ümidiyle kalk.
Mihrâbın önünde bir mum gibi ayakta dur, ibâdet et!
Başı kesilmiş mum gibi gece boyu ağla, gözyaşı dök, yan, yakıl!
Her an ümidini yukarılara bağla!
Oraya yükselmeye çalış!
Mânâ semâsından ruhânî yağmurlar yağacaktır.
İlâhî aşk ve şevk harâreti gelecek, gönül rızkın da artacaktır.
Sen âcizliğine bakıp ümidsizliğe kapılma!
Israrla talebini iste!
Çünkü Allah rahmetinden ümid kesenlerin bile kulluktan yüz çevirmemelerini ister.
Ki onlar da Hakk’a kullukla şereflensinler ve bu sayede ümid kapılarına yönelsinler.
Allah’ın rahmeti herkesi ve her şeyi kuşatmıştır.
Allah her efendinin ve her kölenin ümid ve korku dengesinde kul olmasını ister.”14

Mevlânâ’nın gözünde en büyük kayıp ayrılıktır, yabancılaşmadır.
Bu yüzden O’na kavuşma ümidiyle ölmek bile hoştur.
Çünkü Allah’tan ayrılığın acısı ateşten daha yakıcıdır.
O’na kavuşmak ümidi kime destek olmuşsa o mücâdeleden korkmaz.
Ümid îmânın dilsiz dudaksız, sessiz ve kelimesiz:
“Gel!” diye çağırdığı şerefli bir konuktur.
Îmânın çağırdığı bu şerefli konuk gönüldeki hüznü ve melâli silip süpürür, tertemiz eder.

Mevlânâ’nın ümidle ilgili söyledikleri ümidini yitirmiş, gözleri kararmış ve dizlerinin bağı çözülerek çökmüş bir insanı ayağa kaldıracak güçte olduğu gibi ye’s girdabına düşmüş, ümidsizlik zehrini içmiş toplumu da ayağa kaldıracak bir motivasyon gücüne sahiptir.
Nitekim öyle olmuştur.
Onun sözleri ve ümid aşısı, XIII. yüzyılın pek çok sillelerine muhatap olan Anadolu insanının, kocamış Selçuklu çınarının dibinden ter u taze bir Osmanlı fidanı olarak yükselmesine zemin hazırlamıştır.

Dipnotlar:
1) Mesnevî, II, b. 304. 2) Yûsuf, 12/87. 3) Mesnevî, I, b. 725. 4) Mesnevî, I, b. 3647. 5) Mesnevî, I, b. 2296 vd. 6) Mesnevî, I, b. 3251. 7) Dîvân-ı Kebîr Seçmeler, I, 19. 8) Dîvân-ı Kebîr Seçmeler, I, 82. 9) Dîvân-ı Kebîr Seçmeler, I, 377. 10) ez-Zümer, 39/53. 11) Dîvân-ı Kebîr Seçmeler Rubâiler, IV, 52, no: 184. 12) Mesnevî Tercümesi, I, 46. 13) ez-Zümer, 39/53. 14) Mesnevî, V, b. 1728-31.

Hasan Kâmil Yılmaz -Altınoluk

Konular