Firavun Ailesinden örnek Bir Mümin

Firavun Ailesinden örnek Bir Mümin



“Firavun: ‘Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim. (kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben Onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum’ dedi. Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir Mümin adam şöyle dedi. ‘Siz bir adamı ‘Rabbim Allah’tır’ diyor diye öldürecek misiniz? Hâlbuki O, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir.’…”(Mümin: 26,28)
Kur'an-ı Kerim’deki “Mümin suresi” ismini, zikrettiğimiz ayette, Allah (cc) tarafından “Mümin adam” diye tesmiye edilen şahıstan almaktadır. Bu Mümin adam, Firavun ailesinden olup Firavun saltanatında önemli bir mevkiye sahip olan ve iman ettiği halde –ayette de açıkça görüldüğü gibi- imanını gizleyen bir mümin ve muvahhitti. Firavun’un müminlere uyguladığı zulmü ve estirdiği terör kasırgasını göz önünde bulundurursak bu müminin imanını belli bir zamana kadar gizlemesi ve açığa vurmaması yadırganamaz. Zira Firavun, “Müminlerin el ve ayaklarını çapraz kesip, asıyor ve erkek çocuklarını da kesiyordu…” bu terör dalgası karşısında ihtiyatlı davranıp işi gizliden ve derinden yürütmek, belki yapılması en münasip ve uygun olanıydı. Hz. Musa (a.s) bir Kıpti’yi öldürdüğünde, “Firavun ve avanesinin kendisinin aleyhinde bir komplo hazırladığını ve şehri terk etmesini tavsiye eden’ de yine bu mümindi.
Ancak zaman ilerleyip, müminler aleyhinde şartlar ağırlaştığında ve hatta Allah Resulü olan Hz. Musa aleyhis selam ölüm tehdidiyle baş başa kaldığında, artık imanı daha fazla gizli tutmanın bir anlamı kalmıyordu… Azgın olan Firavun: “beni bırakın, Musa’yı öldüreyim” dediğinde, adeta yer ve gök buz kesilmiş ve hareketsiz kalmıştı. Yer ve göktekiler, Firavun’un yapacağı azgınlığa karşı adeta nefeslerini tutmuş sessizliğe bürünmüş. Peygamberlerin maruz kaldıkları bu tür tehdit ve şiddet dalgaları ne ilk ne de sondu. Nice peygamberler azgınların şiddetine maruz kalmış ve şehid olup ruhlarını Rahim-i Rahman’a teslim etmişlerdi. Yine aynı manzara gök kubbe altında ve yerküre üzerinde tekrar nevzuhur bulacaktı. Ama bir mümin öne fırladı. O sessizliği adeta saika-i Ad ve Semud / Ad ve Semud’un başına inen şimşek gibi gürledi. Onun gürlemesiyle yer ve gök titredi, Firavun ve avanesinin gönlünde zelzeleler meydana getirdi, o güne kadar gizlemeye çalıştığı imanı, dağın doruğundaki bir volkan gibi patlayıverdi… “Bir adam, Rabbim Allah’tır’ diyor diye öldürecek misiniz?” diye gürleyiverdi.
Hakiki iman sahibi yiğit bir dedi fakat pir dedi… Firavun’u can evinden vurmuştu. Azgın tağut şaşakaldı. Adeta donuverdi… Mümin, haykırmasını sürdürdü.. Kendini benzersiz ve eşsiz azman olarak gören Firavun, bu yiğit müminin imanı karşısında adeta cüce olmuş, bütün o görkemi ve sahte ihtişamı buharlaşıp uçuvermişti… Hani Üstad Bediüzzaman diyor ya: “Hakiki bir imana sahip olan mümin bütün kâinata meydan okur!” şüphesiz o günün kâinatı Firavun ve onun o debdebeli saltanatıydı… İşte hakiki imana sahip olan “mümin adam” o günün kâinatına meydan okuyordu! O azgın tağutun üstüne üstüne gidiyordu; ayakları altında –bütün ihtişamıyla- Firavun ezilip gidiyordu. Bırak Hz. Musa aleyhis selam’ı öldürmeyi, canının ve saltanatının derdine düşmüştü. O saldırganlığından eser kalmamış, savunma pozisyonuna geçmişti: “… Firavun: ‘Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum’ diyordu.”(Mümin: 29)
Bu yiğit müminler karşısında azgın tağutların, sinip çukurlara yuvarlanmaktan başka bir varlık göstermeleri mümkün müdür? Bu yiğitlerin ve kahramanların karşısında: “…Firavun’un tuzağı tamamen boşa çıktı.” (Mümin: 37) mukadderatı ilahı, değişmez bir yazgı ve şaşmaz bir sünnetullah olarak o zaman diliminde tekrar tecelli ediyordu.
İşte hakiki bir iman… Ve işte izzetli ve vakur bir Mümin adam!... Allah’ın peygamberini, risalet elçisini öldürmeye yeltenen bir azgın tağut’un önüne fırlayıp, kendini davasına ve davasının rehberine karşı siper eden ve bu uğurda bedenini kurban olarak sunmaya hazır örnek bir mümin şahsiyet… Eli-ayağı kesilecek ondan sonra da asılacak, erkek çocukları gözleri önünde hunharca kesilecek, kız çocukları ve kadınları hizmetçi olarak kullanılacak… Bunların hiçbirisi o yiğit Mümin’in, peygamberinin önünde siper olmaya ve davası uğruna kendini feda etmeye mani olmadı…
Bu olayın detaylıca anlatıldığı, bu Mümin adam’ın gönülleri saran ve muhatabını mest eden öğütlerinin zikredildiği süre, Kur'an’ın kırkıncı suresi olan Mümin, diğer bir adıyla Gafir suresidir. Dava sahibi her “Mümin adamın” bu sureyi tekrar tekrar okuması, üzerinde tefekkür ve tedebbür etmesi, bu Mümin adamın yanına kendimizi koyup bir daha imani durum ve tavrımızı gözden geçirmemizi tavsiye ediyorum…
İslam ümmeti olarak, bir baştan diğer başa kadar, fert fert, toplum toplum günümüz Firavunların ve azgın tağutların gadrine ve zulmüne maruz kalmışız, İslam’ımız mahkûm edilmiş, Kur'an’ımız prangalanmış, sünnet-i Resulümüz yerlere serilmiş, bir ümmet olarak –maddeten ve manen- kıyımlara maruz bırakılmışız. Hani –özellikle bu toplumun Müslümanları olarak- imanımız ihtizaza geçmiyor, bir volkan gibi patlamıyor, saikalar gibi azgınların ve cani tağutların başına kıyametler koparamıyor… Hani bedenlerimiz aziz İslam’ımıza, mübin Kur'an’ımıza ve o pak sünnet-i Resulümüze siper olmuyor, kurbanlıklar olarak bu aziz dava uğruna sunulmuyor? Yoksa bedenimizi davamızdan daha aziz mi görüyoruz!.. Rabbimizden ve O’nun yüce Resulünden çok mu daha sevimli görüyoruz!... Değilse bu hal niye?! Hani izzetli duruşumuz karşısında dünya müstekbirleri lal kesilmiyor, imani heybetimiz onların saldırganlıklarına ve işlemiş oldukları cinayetlerine mani olmuyor, sistem ve saltanatlarını yere sermiyor! Bu işte bir iş olmalıdır. Oysa burada zikrettiğimiz mümin değerler aynıdır. Onların peygamberlerine, imanın ve vahyin şuleleri Tur-i Sina’da belirdi, bizim Resulümüz olan Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselam’a da Hira’da vahyin huzmeleri tebellür etti… Hem üstelik elimizde bir mucize-i sermedi var ki bir ruh, bir nur ve hidayet meşalesi olarak kıyamete değin beşer olarak varlığımıza ruh üfürecek ve yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir. Hem öyle bir Kur'an ki:
“Eğer okunan bir kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o kitap yine bu Kur'an olacaktı)…” (Ra’d: 31)
Bütün bu hakikatler karşımızda apaçık dururken İslam ümmeti olarak peşimizi bir türlü bırakmayan bu zillet niye!.. Boynumuza dolanan bu esaret zincirleri, el-ayaklarımıza vurulan bu prangalar niye! “… Onlar üstün olanlardır… Onlar felaha erenlerdir” mukadder yazgımızla beraber, çukurların ta diplerinde debinmeye devam edişimiz niye! Müslümanlar olarak kendimize gelmemiz, toparlanmamız, eksiklerimizi görüp gidermemiz, sorumluluklarımızı fehm edip dört elle sarılmamız ve tıpkı bu “Mümin adam” gibi “Mümin adam” olmamız ve aziz davamız için öne atılmamız gerekiyor…
“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?...”(Hadid: 16)

Faruk Hamza

Konular