Ayetlerle övüldü... Hazret-i Meryem

[b][color=darkblue]İz Bırakanlar
Ahmet Sırrı Arvas

Ayetlerle övüldü... Hazret-i Meryem

>>> 1951’den beri...
Hazret-i Meryem’in Mısır ve Nasıra’da yaşadığı bilinir, ancak Efes’e geldiğini gösteren hiçbir vesika bulunmaz. “Meryemana” adıyla anılan ev 2’nci yüzyıldan kalma bir İon tapınağıdır. Bilahare kiliseye çevrilir.
2. Cihan harbinden sonra Batılılar Türkiye’de fazla dolanır, Anadolu’da tutunacak bir zemin ararlar. Papa XII Puis 1951 yılında Efes’e gelir ve adı geçen evi kutsar! İşte o günden sonra İzmir Katolik Piskoposu burada ayin yapmaya başlar.
Bu topraklarda yaşayanlar Meryem Validemize komşu olduklarını bilmeyecekler, Papa Roma’dan kalkıp gelecek, eliyle koymuş gibi bulacak. Rüyada gören olmuş da filan...
Eğer Hazret-i Meryem Efes’te yatıyor olsa ecdadımız zikredilen mahalli cami ve türbeyle donatmaz mıydılar?
Nitekim Anadolu Müslümanları, Habib-i Neccar ve Eshab-ı Kehf’i saygıyla anar, kabirlerini ziyaret mahali yaparlar.
Gelelim geçen hafta çıkan ve bir kısım medya tarafından “Mucize” manşetleriyle sunulan yangına!.. Bir kere yangın Meryemana’ya gelince durmaz aksine bu mevkiden çıkar, rüzgârı ardına alıp yayılmaya başlar. İtfaiye araçları tarihi mekanı korurlar. “Zelzele ikazı ilahidir” dedi diye Mehmet Kutlular’ı mahkemelerde süründürenler, “mucize” kelimesini ne kadar kolay kullanıyorlar.
Araştırmıyor, soruşturmuyor, efsane uyduruyorlar. Hiç yoktan misyonerlerin ekmeğine yağ... Ne diyelim her kaptan içinde olan sızar.
------
Dâvûd aleyhisselâmın soyundan ve Benî İsrâil’in büyüklerinden olan İmrân, hanımı Hunne ile mutlu bir hayat yaşar. Ancak çocukları olmaz. Hunne bir gün yavrusuyla oynayan bir kuş görür, çok imrenir, ellerini açar: “Ya Rabbi bana bir evlad verirsen onu Beyt-ül makdis’e adayacağım” diye nezr yapar. O zamanlar dindar insanlar oğullarını mukaddes mabedin hizmetine sunarlar. Çocuklar burada yetiştirilir, ilim ve edeple donanırlar.
Bu duanın ardından Hunne Hatun hâmile kalır ancak kocası İmrân bebeği görecek kadar yaşamaz. Aradan aylar geçer, bir kız doğar, ona “ibadet ve hizmet edici kul” mânâsına gelen “Meryem” adını koyar.
Hunne Hatun oğlum olursa dememiştir, nezrine sadık kalır, kızını alıp Beyt-ül Mukaddes’e götürür, vazifelilere bırakır. Bunlar boş insanlar değildir, İmran gibi büyük bir zâtın yadigarına sahip çıkar, himaye etmeyi şeref sayarlar.
Talipler sevimli bebeği paylaşamayınca pratik bir çare bulur, Tevrat yazmakta kullandıkları kalemlerini suya atarlar. Hepsininki batar bir tek Zekeriyya aleyhisselamınki batmaz. Kaldı ki Hunne’nin kızkardeşi Elisa, Hazret-i Zekeriyya’nın hanımı olur. Teyzesi nurlu Meryem’i alır, bağrına basar.

Cennet taamıyla
Aradan yıllar geçer, Zekeriyya aleyhisselam, Hazret-i Meryem için Beyt-ül Mukaddes’te husûsî bir oda yaptırır, ilim ve ibâdetle meşgul olmasını sağlar. Oda yüksekçe bir yere kurulmuştur, çardağı andırır ve hususi merdiveni kalkar. Hasılı Hazret-i Meryem’in yanına kimse girip çıkamaz.
Odanın anahtarı sadece Hazret-i Zekeriyya’dadır. Büyük Nebi yiyecek içecek götürdüğünde çeşit çeşit meyvelerle karşılaşır, ki yazın kış, kışın yaz meyveleri ağırlıktadır. “Bunlar nereden geliyor ya Meryem?” diye sorduğunda “Şüphe yok ki Allahü teâlâ dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır” cevabını alır.
Allahü teâlâ ona harikûlade haller, kerametler ihsan eder, iffetini, temizliğini ayeti kerimelerle över.
Nitekim efendimiz de “İmran kızı Meryem, zamanındaki kadınların en hayırlısıdır...” buyururlar.
Hazret-i Meryem 15 yaşında iken Yûsuf-i Neccar ile nişanlanır. İşte tam o günlerde yanında bir “genç” beliriverir. Meryem validemiz çok utanır, “git buradan” buyururlar. Genç “ben senin sığındığın Hak teâlânın elçisi Cebrail’im” der ve ona temiz bir erkek çocuğu doğuracağını müjdeler.
Yûsuf-i Neccar müstakbel hanımını iyi tanır, hamile kaldığını görünce çok şaşırır. Hazret-i Meryem’den “Allahü teâlâ tohumsuz ekin bitirmeye, yağmursuz ağaç yetiştirmeye kâdirdir” cevabını alınca susar, bir daha bu mevzuyu asla açmaz.
Ama herkes Yûsuf-i Neccâr olamaz, etrafındakiler dedikodu yapar, fitne kaynatırlar. Hayâsıyla tanınan validemiz mahzun olur. Kudüs’ün 10 km güneyindeki Beyt-i Lahm kasabasına çekilir, insanlardan uzaklaşırlar. Sancılar artınca kurumuş bir hurma ağacına yaslanır ve doğum yapar.
Hazret-i Meryem mahçuptur ancak Cebrail aleyhisselam onu teselli eder. Allahü teâlânın ayağı altında yarattığı su arkında yıkanır, kış günü kuru hurma dalında beliren meyveleri yer, şükreder. Emr olunduğu gibi susar, kimseyle konuşmaz.

Müfrit müfteriler!
Çok geçmez Yahudiler izlerini bulur, hakaretler yağdırırlar. Hazret-i Meryem onların kaba sözlerine karşılık vermez ancak kucağındaki nurlu bebek konuşmaya başlar: “Ben cenâb-ı Hakk’ın kudreti ile yarattığı bir kulum. Bana kitap verdiği gibi peygamberlik de vermiştir. Her nerede olursam olayım, beni mübârek kıldı...” (Meryem sûresi).
İsrâiloğulları beşikteki çocuğun şehâdeti üzerine şaşırıp kalırlar, fakat dedikodudan caymazlar. İftiranın dozunu artırır Zekeriyya Aleyhisselama saldırırlar. Mübarek peygamberi şehit eder ardından Yûsuf-i Neccar’ı sıkıştırırlar.
Aksi gibi o yıllarda Filistin’de hüküm süren Yahûdî Kralı Herod, çocukları öldürtmektedir, babasız doğan İsa’yı da duyar, katletsinler diye adamlarını yollar. Hazret-i Meryem, an farkıyla Mısır’a doğru yola çıkar, on iki sene orada kalırlar. Sonra Kudüs’e döner, Nâsıra kasabasının mukimi olurlar.
Hazret-i İsa’ya 30 yaşında iken peygamberliği bildirilir ve tebliğe başlar. Hazret-i Meryem, İsâ aleyhisselâmın (diri olarak) göğe kaldırılmasından sonra Kudüs’te vefât eder, nurlu gözlerini hayata yumar.
[/color][/b]

Konular