Es-sultan muzaffer daim Baybars et-Türkî

[color=blue]İz Bırakanlar
Ahmet Sırrı Arvas


Es-sultan muzaffer daim Baybars et-Türkî

Baybars sadece Moğolları yenmekle kalmaz, Vatikan’ın oyunlarını da bozar. Kaysâriyye, Hayfa, Arsuf’, Antakya, Trablusşam ve nihayet son haçlı kalesi Akkâ’yı düşürür, hilali burçlara asar.
İlhanlılardan çok çeken Anadolu halkı için bir ümid belirir, “gel Moğolları birlikte kovalım” çağrısı yaparlar.
Sultan Baybars, bu davete bigane kalamaz, Elbistan’da işgalcilerin ordusunu bozar, çok net bir zafere imza atar. Kayseri’de coşkuyla karşılanır yer gök tekbir sesleriyle çınlar. Cuma namazını omuz omuza kılar, kadılarla, sûfilerle tanışırlar. Hutbeyi onun adına okur, onun adına sikke basalar. Karaman Beyi gelip bağlılığını sunar, Anadolu’da adeta yeni bir devir başlar.

Kanlı Maria
Belki Abaka Han “By By Baybars” deyip Karakurum’a dönecektir ama karısı Mariya onu ona bırakmaz, kanlı hedefler gösterip, sırtını sıvazlar. Ermenilerle Gürcüler de maskelerini atar, istilacıların yanında olurlar.
Hepsi bir yana Baybars, Anadolu Beylerini bu mücadelede azimli bulmaz. Arzuladığı ittifakı sağlamayınca tekrar Şam’a döner, yurduna mukayyed olmaya bakar. Suriye ve Mısır’ı çapulculardan kaçanların melcei (sığınağı) yapar.
Şimdi burada sahneyi dondurup eritelim, azıcık gerilere gidelim.
Moğolların Asya’yı ezip Anadolu’ya yöneldiği yıllarda Bizans tahtında oturan Mihael Paleolog, Diplobataçın’dan doğma gayrimeşru kızı Maria’yı, Hülagu Han’a karı olarak yollar.
Sezar’ın hakkı Sezar’a derler ya, doğrusu Maria göz kamaştıracak kadar güzel bir kadındır ve Hülagu’nun yaşlı kalbi bu heyecanı kaldıramaz. Gerdek gecesi mevt olur, muradına kavuşamaz.
Oğlu Abaka, kansızın tekidir, “üvey de olsa anamdır” demez, Maria’yı koynuna sokar. Bu sinsi kadın Abaka’yı avucuna alır, parmaklarında oynatmaya başlar. Onu her bahane ile Türkler izerine salar, Anadolu’yu kana boyar.
Memlûk ve Bizans kaynaklarına göre 500.000 kişiyi katleden Abaka’nın Hristiyan olduğu söylenir ki, buna hiç şaşmam, zira adam Haçlıların yaptıklarını yapar, yapamadıklarını tamamlar.
Abaka, karısının sunduğu kadehleri peş peşe devirdikçe beyni sulanmaya ve bedeni sallanmaya başlar. Maria, Moğolları kullanıp Türkleri Anadolu’dan kesinkes atmayı hesaplamaktadır, kocası zıbarınca menhus planları akim kalır (1282). Belki de bu yüzden kahreder, kara dullar gibi yaşar. İstanbul’da Moğol Kilisesi’ni (St. Marie de Mongoul) yaptırır, kocasının adını yaşatmaya bakar. Bahsi geçen kilise Rumlar tarafından “Aya Maria”, Türkler tarafından “Kanlı Kilise” adıyla tanınır ki Bizansçılar onu gözleri gibi korurlar.

Gözü kara ama...
Neyse dönelim mevzumuza...
Baybars, hızlı, güçlü, usta bir silahşördür. Gözü kara mı karadır, en önde vuruşur ve tehlikenin göbeğine göbeğine dalar.
Ancak komutan olunca kılı kırk yarmaya başlar, askerinin ayağına batabilecek dikeni bile hesaplar. Kurmayları ile inceden istişare eder, “en az kayıp” üzerine kafa yorarlar. İşte bu tedbiri yüzünden adı “ihtiyatlı”ya çıkar.
Koca Asya’yı ezip geçen Moğolları, Suriye ve Mısır’a sokmayan ve Orta Doğu’da 2 asırdır süren Haçlı işgaline son veren Baybars, Devlet teşkilâtında da önemli ıslahatlar yapar. Bütün geçitler, boğazlar ve sahiller Türkmenler tarafından tutulur, tabiri caizse kuş uçurtmazlar.
Memlûklar her ne kadar Eyyubilerin devamı sayılsalar da Türklük unsuru daha bir öne çıkar. Resmi dil olarak Arapça’yı kullanır, kendi aralarında Oğuz lehçesiyle konuşurlar.

Hanlar hamamlar
Baybars bayındırlığa çok meraklıdır, Kahire, Trablus, Şam ve Halep’i muhteşem camilerle, mekteplerle, imaretlerle donatır. Hatta mescid yapsınlar diye taaa Kırım’a para ve usta yollar.
Genç Sultan, dindarlığı ile tanınır, ulemaya hürmet eder, şühedanın veliyullahın kabirlerini onartır. Abidlerle, ariflerle birlikte olur, gönül ehlinden hayır dua almaya bakar.
O yıllarda Mısır’da bir tek Şafiilerin kadısı vardır, Sultan Baybars dört mezhepten de kadı tayin eder ki, “kaadî’l-kudat”lar dîvân azası sayılır, siyasî ya da idarî baskıya mâruz kalmazlar.
Baybars ticaretin faydasına inanır, müteşebbislerin vergi ile bunaltılmasına karşıdır, gelenek haline gelen vergileri kaldırır, tacirlerin önünü açar.
Haberleşmeye çok önem verir mükemmel bir posta teşkilatı kurar. Casusu casusa izletir, düşmanın çaşıtlarını da kullanır, müminlerin güvenliği için para harcamaktan kaçınmaz.
O yıllar da Memlûklar muazzam bir deniz filosuna sahip olur, tersanelerde üç vardiya tekne çakarlar.
Baybars harp ganimetlerinin tamamını askere dağıtıp gönüllerini alır, huzûrda yer öpmek geleneğini kaldırır.

İskelet Asya’dan
Ordunun iskeletini Kıpçak Türkleri teşkil eder, bu yüzden Deşt-i Kıpçak (Kıpçak-bozkırı) ile irtibatı koparmaz. Asya’dan gelen Türk ve Çerkes gençlerinin akışını sağlayabilmek için yolları emniyet altında tutar. Onlara arazi verir (Cünd’ül halka) ikta sahipleri sulh zamanlarında işlerine bakarlar. İcap ettiğinde “Memâlik-i ümerâ” (emirler) besleyip eğittikleri yiğitlerle birlikte orduya katılırlar. Cihad arzusu zindedir, Mutavvialar (gönülIüler) eksik olmaz.
Kendisi Hanefi’dir, Şafii, Maliki ve Hanbelilerin de ilmihal öğrenmesi için ne gerekiyorsa yapar. Arabi eserleri Türkçe’ye çevirtir, Memlûk alimleri devlet idaresi ve savaş sanatı üzerine ciddi eserler yazar. Kahire’de devlet adamı yetiştiren bir medrese açılır, mezunlarını askerî ve mülkî vazifelere yollarlar.
Türkler Mısır’da asırlarca kalır (Tolunoğulları İhşidoğulları, Memlûklar, Osmanlılar, Hidivler...) yerli halkı korur, kollar, pekala kaynaşırlar.
Bir o kadar da Hindistan serüveni sürer (Gazneliler, Harzemşahlar, Babürşahlar, Timuroğulları, Tuğluklar... ) İz ve eser bırakır, baskı sömürü bilmez, ahalinin huzur ve emniyetini sağlarlar.
Düşünün Baybars, şehzade değildir, beyzade değil. Bir zamanlar sıradan bir köledir.
Demek ki devlet kurmak bu milletin genlerinde var...
[/color]

Konular