YAVRUMUN ÖLÜMÜ...

[color=darkblue]hayat bir hikâyedir


YAVRUMUN ÖLÜMÜ...

Aşağıdaki satırlar, bir kadın gazeteciye ait...
***
“Yavrumun durumu iyice ağırlaşmıştı. İki yıldır pek bir yerlere gitmez olduğum ve sürekli üzüntü duyduğum günlerdi. Çok cazip bir festival programı vardı. Yavrumu uzun yıllardır tanıyan, seven, benim kadar iyi bakacağına inandığım en yakın dostlarımdan biriyle evimde bıraktım. Gözleri görmediği için şiltelerle kaplı yavrum için düzenlenmiş garip evimizde... Doktorunun gözetiminde... Çok zor bir karardı ama sonunda yavrumu bıraktım işte!
...
Moralim bozuktu ve yaz günü herkes deniz kıyısında iken ben konserine geldiğim sanatçıyı barda karşımda buldum. O ve ben bütün gün yavrumdan söz ettik. Basın toplantısına kol kola, birlikte gittik. Konser sonrası herkes, sanatçılarla birlikte Hilton’un barında oturup günü kutlayacaktık ki içimden bir ses odama yönlendirdi beni. Neden gittim odaya hiç bilmem. Kapının altından atılmış onlarca zarf vardı, oda telefonumda sesli mesajlar. Arkadaşımdan, doktorumuz (A.A)’dan sayısız kere bırakılmış telaşlı mesajlar.
...
Odamdan bir daha hiç çıkmadım. İzmir Efes ve Hilton, yavrumu tanıyan gazeteci arkadaşlarla doluydu. Sabaha karşı gelen ölüm haberiyle odam taziyeye gelenlerle doldu taştı. Yavrum benim...
...
Birçok şeyi sakladığım gibi bu acıyı da kendime sakladım. Yıllarca benimle birlikte gazeteye gidip mesai yapan, karikatürlere giren, dergi bitimlerinde sabahlayan, fotoğraflarda konu mankeni olan, adına doğum günü partileri, aslına benzer basın kartları düzenlediğimiz yavrum, kendine yakışır biçimde gazeteci camiası tarafından uğurlandı.
Onu gömmem için bana ayarlanan uçak biletini kullanmadım. İstanbul’a gitmedim. O ölmek için benim İstanbul’dan ayrılmamı beklemişti; ben de yavrumun bana ölümünü göstermeme zarafetini bozmadım. Canım arkadaşım (H)’nin, ona layık bir veda töreni yapacağından emin, sadece onunla geçen koşulsuz sevgi deneyimimi düşündüm. Asla başka bir insanla yaşayacağıma inanmadığım bu süreci kutsadım. Ona zor günlerimde yanımda olduğu için teşekkür ettim. Bir otel odasında doya doya ağladım ve yasını tuttum.
...
İstanbul’a döndüğümde eve sadece valizimi bırakmaya gittim. Ona ait her şeyi evden yok etmiş dostlarım, çok incelikle izleri silmişlerdi.
Ne var ki peşim sıra dolaşırken çıkardığı sesleri kimse kulağımdan silemezdi. Yastığımda, burnumun dibinde yatarken iki zeytin gibi bana bakan anlamlı derin kara gözlerinin bende çoğalttığı sevgiyi kim silebilirdi? Yavrumun izleri ruhumda ömrüm boyunca kalacaktı. Ama eve giremedim. Can arkadaşım (H), ‘Gel, bizde kal. Yavrunun türbesine yakın, iyi gelir sana’ diyerek beni ilk kez güldürdü.
Ona şahane bir mezar yapmıştı, Aşiyan manzaralı bir yerdi. Bir iki gün süründüm öyle. Migrendi, midemdi, oydu buydu... Hiçbir yerde değildim. Havada yürüyor gibi ağırlıksız. Hayatımda on bir yıl birlikte olduğum bir varlık daha yok, yavrumla on bir yıl birlikte geçmiş.
...
Toparlanamadım! Gazetedekiler uzun süreli bir iş seyahati koydular önüme... Önce Güney Afrika, sonrasında Hint Okyanusu’nda cennet gibi bir adaya Mauritus’a sürdüler beni. O adada anladım, cennet insanın içinde! Döndüğümde yavrumla yaşadığımız evden eser yoktu. Her zaman bana iyi geleni anlayan annem ve dayım, evin her şeyini değiştirmişlerdi. Bundan sonrası berbat!
Bu ev yavrumsuz çok çirkindi! Tertemiz, kokusuz, sessiz, huzurlu güzel bir ev! Ama benim için bir cehennem! Her gece bir yere gittim, her gece içtim, her gece ağladım. Ayakta durasım yoktu. Düştüm, ayağımı burktum, tendonu koparttım.
Ve şimdi yine Bodrum’a kaçmış durumdayım. Baronum, yani biricik varlığım, evladım, canım köpeğim olmadan İstanbul’da yaşamaya alışamayacağım.”

Sadık Söztutan[/color]

Konular