Gerçek zehir, senin kalbindeydi

[color=red][size=24px]Gerçek zehir, senin kalbindeydi[/size][/color]

[color=olive]Nefret; herhangi bir şeyden tiksinmek, iğrenmek, ondan ürküp kaçmak diye tarif edilmektedir. Nefretin Ahlak kitaplarındaki ismi, ‘hıkd’dır. Hıkd, başkasından nefret etmek, kalbinde ona karşı kin, düşmanlık beslemektir ki, kalb hastalıklarından ve kötü huylardandır.

Kalbinde hıkd yani nefret bulunan bir kimse, iftira, yalan söylemek, yalancı şahitlik yapmak, gıybet, sır ifşa etmek, alay etmek, insanları incitmek, onların hakkını yemek ve ziyareti kesmek gibi günahlara yakalanır. Nefretin, hıkdın sebeplerinin başında, gadab yani öfkeli olmak gelmektedir. Çünkü gadab eden, öfkeli olan, kızan bir kimse, intikam alamayınca, öfkesi, hıkd yani nefret halini alır. Bayezid-i Bistami hazretleri; “Kibir, öfke, zulüm, kin ve nefret, insanı alçaltır” buyurmuştur.

Dinimiz, insanlardan nefret etmeyi değil, onlara merhamet etmeyi, sevmeyi, iyi, güler yüzle davranmayı emretmektedir. Peygamber efendimiz; (İnsanlar, kendilerine iyilik edenleri sever) buyurmuştur.

Güler yüzlü, tatlı sözlü olmak, kötülük edene iyilik yapmak, iyi huyların en üstünüdür. Böyle olmak ve hediye vermek, düşmanları dost yapar. Zira hadis-i şerifte; (Hediyeleşin, çünkü hediye, aradaki muhabbeti artırır) buyurulmuştur.

Hediyenin en kıymetlisi, en faydalısı ise, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmaktır.

Vaktiyle bir beldede, kayınvalidesiyle birlikte yaşayan bir gelin varmış. Kayınvalidenin ve gelin hanımın karakterleri birbirlerinden çok farklı olduğu için, sık sık kavga eder ve tartışırlarmış. Bu sebeple evde, huzur namına da bir şey kalmamış. Gelin hanımın kocası da, bitmez tükenmez bu gelin kaynana kavgasından dolayı bunalımlara girmiş. Adamcağız, annesi ile hanımı arasında sıkışıp kalmış. Dolayısı ile ev, cehennem haline gelmiş.

Bu duruma bir son vermek isteyen evin gelini, kendine göre bir çare bulmuş! Gelin hanım, kafasında tasarladıklarını gerçekleştirebilmek için, doğruca babasının eski bir arkadaşı olan yaşlı bir aktara gitmiş ve içinde bulundukları durumu anlatmış. Çare olarak da, yaşlı aktardan, kayınvalidesini yavaş yavaş zehirleyecek bir karışım yapmasını istemiş. Gün görmüş, ilim ve marifet sahibi olan yaşlı aktar, gelin hanımın anlattıklarını ve talebini dinledikten sonra, ona hiçbir şey söylemeden bitkilerden yaptığı bir karışım hazırlamış ve; (Kızım, bu karışımı, üç ay boyunca her gün azar azar, kayınvaliden için hazırladığın yemeklerin içine koyacaksın. Bunu azar azar vereceksin ki, senin yaptığın anlaşılmasın. Hatta bu karışımı, kayınvalidenin yiyeceklerine koymaya başladıktan sonra, kayınvalidene çok iyi davranacaksın. Sevdiği, beğendiği yemekleri yapacak, hep güler yüzle muamele edecek ve onu üzecek şeylerden de sakınacaksın. Böylece, beyin dahil, hiç kimse senden şüphe etmeyecektir) diye tembihte bulunmuş.

Gelin hanım, hazırlanan karışımı sevinçle alır ve evin yolunu tutar. Yaşlı aktarın tembihlerine uyar, o karışımı azar azar verir ve kayınvalidesine çok iyi davranır. Günler, haftalar derken aylar geçmeye başlar. Gelin hanımın iyi davranması neticesinde, kayınvalidede değişmeler görülür. Gelinine karşı, o da çok güzel muamele etmeye başlar ve gelin kaynana arasında bir muhabbet, sevgi köprüsü oluşur. Evde kavga, münakaşa biter, barış ve huzur rüzgarları esmeye başlar. Kayınvalidesinden nefret eden gelin, artık onu sevmektedir. Bu sebeple yaptığına pişman olur. Daha önce öldürmek niyetinde iken, artık onun ölmesini ve hele bu ölüme kendisinin sebep olmasını istemez. Yaptığı kötülüğün farkına varır, geceleri gözüne uyku girmez olur ve pişmanlık ateşiyle kavrulur. Bu sefer de, kayınvalidesini ölümden kurtarmak için, yaşlı aktarın dükkanının yolunu tutar ve aktardan, ağlayarak ve yalvararak, şu ana kadar kayınvalidesine verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir karışım yapmasını ister.

Gün görmüş ihtiyar aktar, yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran gelin hanımı dikkatlice dinler ve tebessüm ederek; (Kızım, sana verdiğim karışım, zehir değildi. Sadece şifalı otların karışımı idi. Yaptığım o karışım, kayınvalideni güçlendirmekten ve onu iyi etmekten başka bir şey değildi. Gerçek zehir, senin kalbinde, içinde idi. Bu zehir, nefretti, sevgisizlikti. Sen kayınvalidene iyi davrandıkça, kalbindeki o nefret gitti ve yerini sevgi, muhabbet aldı. Böylece de siz, gelin-kaynana değil, bir ana-kız oldunuz) der.

Netice olarak insan, nefret gibi kalbindeki kötü huyları yani zehirleri temizlerse, herkesle iyi geçinir ve herkese huzur verir. Ebu Abdullah el-Mukri hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Fütüvvet; kızdığı kimseye karşı güzel huylu olmak, hoşlanmadığı kimseye ihsan etmek ve nefret ettiği kimse ile güzel sohbette bulunmaktır.”



osman ünlü[/color]

Konular