Armut dibine düşermiş

[b][color=olive]Armut dibine düşermiş



Hamdi amca, öğle namazından sonra caminin avlusundaki banklarda, yine kendisi gibi cami cemaatinden arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Cami yakınlarında kulübe şeklinde küçük bir çay ocağı vardı. Namazdan çıkan cami müdavimleri, bu banklarda oturur, çaylarını içerek hem sohbet eder hem de ikindi vaktini beklerlerdi. Küçük olan bu caminin cemaati, genelde aynı kişiler olur, ara sıra yolu düşen, bir iki görevli polis veya asker de cemaate katılırdı. Caminin temizliğinden, masraflarının karşılanmasına kadar her türlü işleriyle Hamdi amca ilgilenir, hatta imamın olmadığı zamanlar namazı o kıldırırdı. Cami cemaati, civarda oturan emekli aynı yaşlarda ihtiyar insanlardı ama birbirlerini takip eder, cemaate gelmeyeni arayıp sorarlar, sıkıntı ve dertlerinde birbirlerine destek olmaya çalışırlardı. Oradaki biri:

—Mirim bizim gelin bir temizliktir tutturuyor, her sabah ben dışarı çıkıyorum, akşama kadar eve gidemiyorum, ayağımın altında dolaşma diyor. Şimdi yaz olduğu için, cami avlusunda vakit geçiriyorum. Kışın çok zor oluyor, bazen gece yarısına kadar eve gidemiyorum.

—Aman efendim, ben dışarıda duramıyorum diye git, mecbur alacak içeri.

—Olmuyor mirim olmuyor. Benim daha işim bitmedi, ne diye geldin erkenden, git kahvede otur diyor, almıyor beni içeri.

—Sen de oğluna söyle, gelin beni sen gidince evden kovuyor, sen gelene kadar eve almıyor, sağda solda sefil oluyorum de.

—Söylemedim mi sanıyorsunuz.

—Ne dedi oğlun peki?

—Ne diyecek, vakti zamanın da, benim ona söylediğimi.

—Pek merak ettik, ne diyordun oğluna?

—Onlar ben işten geldiklerinden birbirlerini şikâyet eder huzursuzluk çıkarırlardı, ben de zaten işten yorgun gelmişim, bir de sizi hiç çekemem der, odalarına gönderirdim. Yediğiniz önünüzde, yemediğiniz ardınızda, neyiniz eksik derdim.

Şimdi de oğlum bana söylüyor. (Sen büyüksün idare et, ben işten yorgun geliyorum, bunları dinlemek için gelmiyorum, benim canımı sıkmayın, neyin eksik baba, yemeğin önüne geliyor, temiz pak giyiniyorsun daha ne istiyorsun?) diyor. Hâlbuki biraz olsun benimle ilgilense, halimi hatırımı sorsa...

—Efendim benim gelinim çok iyi çıktı, abdestinde, namazında; fakat o da bana kızıyor.

—Niye ki?

—Bizim torunlar yüzünden,

—Hiç anlamıyorum, senin ne suçun var ki?

—Ben de anlamıyorum, torunlarımı çok severim, onlara ne yaptım da gelin bana kızıyor, anlamıyorum. Aslında oğlum iyidir. Bir namazı yok işte... Hoş, onun gibiyken ben de kılmıyordum, bu gelini alırken, babası namaz kılmayanlara kızını vermiyor dediler de, öyle kılmaya başladım. Gelin de oğluma, gelin alırken mi namaza başlayacaksın, boş yere bekleme öyle gelin bulamayız diyor.

Hamdi amca söze girdi;

—Gelinin sana niye kızdığını anlamadın mı hâlâ? Sen namaz kılmıyormuşsun oğlun da kılmıyor, oğlun namaz kılmayınca torunların da kılmıyor. Niye evladına öğretmedin diye kızıyor. Aslında gelinin çok haklı...

—Hamdiciğim niye öyle diyorsun, torunlara anaları küçüklükten öğretmişti, ellerinden alan mı var, kılsınlar. Babaları kılmıyor diye, onların da kılmaması mı lazım?

—Haklısın tabii ki, kılmaları lazım ama sen hep kılsaydın oğlun da alışır o da hep kılardı, torunların da babam kılıyor, biz de kılalım derlerdi. Ne derdi eskiler, görgülü kuşlar gördüğünü işler. İnsanoğlu gördüğünü daha çabuk öğrenip yapar, sözler bu kadar etkili olmaz. Şimdi senin torun ne yapıyordu?

—ODTÜ elektrik mühendisliğini bitirdi, doktora yapıyor. Çok sosyal bir çocuktur, bir sürü arkadaşı var, eşi dostu var.

—Tabii arkadaşları da namaz kılmıyordur.

—Bilmem ki...

—Arkadaşları kılsa idi kendisi de kılardı. Peki, bu kadar arkadaşı var, ne yapıyorlar arkadaşları ile?

—Bilmiyorum, eve bazen geç gelir, bir yerlere gidip oturuyorlar, konuşuyorlardır. Hem dedim ya, bizim torun çok faal, karate kursu, tenis, yüzme, dans bir dolu kursa katılıyor, öyle vakit geçiriyor. Biz de evlenmesini istiyoruz, bizim istediğimizi oğlan istemiyor, oğlanın beğendiğini de biz beğenmiyoruz, ne olacak bilmiyorum.

—Ne kursu ne kursu, dans kursu mu? Tövbeler olsun ya Rabbi, böyle kurslar da mı varmış.

—Tabi eskiden tango falan vardı ya, ben de severdim, hatuna da öğretmiştim, tango yapardık. Sen hiç duymadın mı?

—Yok, efendim duymadım, duymak da istemem, ne işime yarar ki, bak bir ayağımız çukurda, öbür tarafa gitmemize ne kaldı! Ahirette bana niye tango öğrenmedin diye sormazlar, cezalandırmazlar ama niye namaz kılmadın, niye dinini öğrenmedin diye sorarlar. Rahmetlik babam akşam dükkânı kapatıp eve gelince hepimizi toplar, ilmihal kitabı okur, Kur’an-ı kerim öğretirdi. Anacığımın (Niye bana tango öğretmedin?) diye şikâyet ettiğini hiç duymadım. İyi ki babam küçükken öğretmiş, şimdi hiç öğrenemezdik. Babam hep bize (Aslı hu nesli hu) derdi. Herkes aslına rücu edermiş, yani sen ne isen, evladın da eninde sonunda o, olacaktır. Benim dedem de çok bilgili birisiymiş. O da, (Deliden deli, tavuktan bili doğar) diye anlatırmış.

—Aman neyse, boş verelim şimdi bunları, sen söyle bana, bu geline ne söyleyeyim ben?

—Bence hiçbir şey söyleme; çünkü gelinin çok haklı... Armut dibine düşermiş. Senin armutlar da dibine düşmüş işte, herkes bilmeli ki, kim ne yaparsa kendine yapıyor. Oğluna söyle hemen namaza başlasın, neslinin nasıl olmasını istiyorsa öyle davransın.



Z. Alkan

[/color][/b]

2 yorum

Armut dibine düşermiş

[color=darkblue][size=18px]Allahu teâlâ bize ve size sonsuz güzelliklert nasip etsin.amin.
sağlıcakla kalınız.[/size][/color]
:)

15.11.2007 - dutkmd

Armut dibine düşermiş

Allah razı olsun bazen düşmeyede biliyor ama :roll:

15.11.2007 - keceemre

Konular