Medyatik Oryantalizm

Bize bir "masal" anlatıyorlar. Diyorlar ki: "Batı'da demokrasi, liberalizm, rasyonalizm, hukukun üstünlüğü gibi kavram ve kurumlar geliştirildi. Müslümanlık, hem bu tür kavram ve kurumların geliştirilmesine imkan tanıyabilecek dinamizmden yoksun; hem de üstüne üstlük bunu engelleyecek bir yapıya sahip. O yüzden müslüman toplumlarda baskıcı, totaliter yönetimler hakim. Müslüman toplumların baskıcı, totaliter yönetimlerden kurtulabilmeleri, Batı'da geliştirilen sözkonusu kavramları, kurumları ve yöntemleri benimsemelerine bağlı. Kaldı ki dünya zaten bu yöne doğru gidiyor. Öte yandan, İslam dünyasındaki İslami söylemleri dillendiren ve temsil eden oluşumlar, şiddete, fanatizme kaymaktan başka bir şey yapamıyor ve öneremiyorlar." Vesaire, vesaire...

Bu "masal" böylece devam edip gidiyor.

İslam dünyasına, müslümanlığa ve İslami söylemlere ilişkin olarak geliştirilen ve küreselleşen medya aracılığıyla icat edilip kurgulanan, bir güzel cilalanarak ve ambalajlanarak tüm dünyada dolaşıma sokulan hakim söylem böyle.

Bu masalda, eski oryantalist söylemin izleri de var; medyatik oryantalizm olarak adlandırılabilecek daha "sofistike" ve daha tehlikeli yeni bir oryantalizm biçiminin ipuçları da.

Batıda akademide ve entelektüel hayatta, eski oryantalist söylem son yirmi yıldan bu yana kıyasıya eleştirildi ve aşıldı. Ancak eski oryantalist söyleme taş çıkartacak, rahmet okutacak yeni bir oryantalizm biçimi, medyatik oryantalizm icat edildi.

Geçen yüzyıllarda geliştirilen oryantalist söylemin şu ya da bu şekilde de olsa bilimsel bir değeri vardı. Oysa medya vasıtasıyla geliştirilen ve hakim kılınmaya çalışılan yeni / medyatik oryantalizm biçiminin bilimsel bir değeri filan yok. Ama iki oryantalizm biçiminin buluştukları ortak nokta şu: Kontrol, manipülasyon, sömürü ve tahakkümün meşrulaştırılması.

Yeni / medyatik oryantalizm biçimi, hakim uluslararası ilişkilerin söylemini ve medyanın dilini belirleyen ürkütücü özelliklere sahip: Mesela, İslam dünyasında veya Batıda vuku bulan bir terör olayı anlatılırken ilk önce, terör eylemini gerçekleştirdiği zannedilen ama yaşanan olayla doğrudan ilgisi henüz kanıtlanmamış kişilerin "fanatik, terörist, çapulcu" imajı yüklenen görüntüleri; hemen ardından da, örneğin camide namaz kılan veya türlü şekillerde ibadet eden insanların görüntüleri ekranları dolduruyor. Yine Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da kitlesel katliamlara maruz kalan insanlar gösterilirken bile, sanki bu insanların yapılan katliamları hakettiklerini kanıtlamaya çalışan "fanatik, çapulcu" imajını destekleyen görüntüler bulunuyor. Asıl üzerinde durulması gereken katliamlar ve nedenleri es geçiliyor.

Burada, tıpkı geçen yüzyılda geliştirilen oryantalist söylemde olduğu gibi, İslam dünyası, müslümanlık ve İslami söylemler ve oluşumlar yine Batılılar tarafından ama bu kez çok daha ürkütücü, itici şekillerde tanımlanıyor: "Müslüman toplumlar, geri kaldı; çünkü müslümanlık sadece despot yönetimler ve fundamentalist, fanatik söylemler üretiyor" şeklinde hayali bir tanımlama yapılarak bir yandan müslümanlığın ve İslami söylemlerin karalanması, olumsuzlanması ve reddedilmesi sağlanmaya; öte yandansa Batılıların yeryüzünde kurdukları haksız hegemonya ve sömürü biçimleri meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Ama İslam dünyasında hakim olan despot, baskıcı ve totatiter yönetimlerin meşruiyet, otorite ve hegemonya kaynaklarını müslümanlıktan almadıkları, gerçekte hem İslami söylemlere ve dinamiklere karşı sürdürdükleri mücadeleyi destekleyeceği düşünülen, -çoklukla biçim bozumuna uğratılmış- Batılı kavramlardan ve kurumlardan (ve tabii Batılı hegemonik güçlerin proje ve stratejilerini benimsedikleri sürece de Batılılardan) aldıkları gerçeği gözardı ediliyor.

Medyatik oryantalizm, bir taşla birkaç kuş birden vurulmasına hem vasıta oluyor, hem de bunun vasat'ını oluşturuyor: Bir yandan İslami söylemler terörle, fanatizmle özdeşleştirildiği için müslümanlığın cazibesi ve imkanları bastırılıyor; öte yandansa, Batılıların kurmaya çalıştıkları hegemonyanın, kontrol ve tahakkümün meşrulaştırılması sağlanmaya çalışılıyor.

Ancak ben, bir iletişimci olarak, medyanın, kendisine yükletilen yeni oryantalist söylemler ve dolayısıyla tahakküm biçimleri geliştirme işlemini ve işlevini bir Frankenstein gibi "bir anda" tepetaklak edecek bir "zaaf"ı olduğunu çok iyi biliyorum.

Ne demişti Heidegger: "Kamera, izleyiciye yöneltilmiş bir silahtır". İyi de "izleyici" kim? İşte asıl yakıcı soru bu. Stuart Hall, Jean Baudrillard ve Paul Virilio gibi cins adamların, "izleyici, bu kamerayı icat edenler, kuranlar ve kullananlardır" dediklerini sağır sultan bile duydu!
O halde biraz bekleyin... Final'in Batılılar ve hayalperest Batıcılar için nasıl "berbat" (!) bir şekilde sona ereceğini göreceksiniz!


Yusuf KAPLAN

Konular