Gençliğin Manevi Eğitiminde Nelere Dikkat Edilmeli?

Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki: [color=red]“Allah bu dinine bağlı genç fidanları yetiştirmeye devam edecek ve bu gençleri Allah’a itaat yolunda değerlendirecektir.” [/color] (İbn Mace: Mukaddime 1 Hadis No: 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/200.)

Gençliğin Manevî Eğitiminde Öncelikler İyi Tespit Edilmelidir. Gençlere verilecek manevî eğitimde öncelikler önemlidir. Kuru, ezberci, slogan klişeler yerine; gençleri düşündürecek, ruh ve şuur verecek, onları motive edecek temel hedefler, ideal ölçüler, manevî ilkeler ve ahlakî prensipler tatlı bir dille sunulmalıdır. Bu temel ahlakî prensiplerden “ülfet”, “iffet” ve “izzet” mutlaka işlenmelidir.

Her şeyden önce ülfet (Sıcak iletişim, samimi diyalog) kurma üzerinde durulmalıdır. Aile ve çevre ile sıcak iletişim kurmanın önemi işlenmelidir. “Mü’min, başkalarıyla sıcak iletişim kurabilen ve başkalarının da kendisiyle sıcak iletişim kurabildiği kişidir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/400.)

Efendimiz (s.a.v.) Medine döneminde önce kardeşlik üzerinde durdu. Mekkeli muhacirlerle Medineli Ensar arasında kardeşlik kurdu. İslam toplumunda ilk adımın “İslâm Kardeşliği” olduğunu cihana duyurdu.

İffet (haya, namus, tesettür ve mahremiyet konularında hassasiyet) sahibi olmak, genç için çok anlamlıdır. Günümüz dünyasında gözlerin ve hayânın korunması konusunda gençler özellikle uyarılmalı, kirli gözlerle, kirli kulaklarla, kirli gönüllerle istenen huzur ve saadet ortamının kurulamayacağı üzerinde durulmalıdır. Sokak, arkadaş çevresi ve medyadaki dikenlerden, hayatın her alanındaki kirli çamurlardan korunmak için titiz olma gereği anlatılmalıdır.

İzzet (onurlu, karakterli, kişilik sahibi olma) gençliğin ana özelliklerinden biri olmalıdır. İslamî şahsiyetin inşa edilebilmesi için, İslam tarihinden mümtaz şahsiyetler, seçkin örnekler, eşsiz tablolar gençliğe tatlı bir dille, güzel bir üslûpla sunulmalıdır.

Gençliğin Manevî Kalitesinde Gelişim, “İsabetli Yönlendirme” ile Mümkündür.

Değerli şair, edîb, mütefekkir, ilim, irfan ve gönül adamı Konyalı Ali Ulvi Kurucu merhumu, 2000 yılı Temmuz ayında Medine-i Münevvere’de birkaç öğretmenle birlikte ziyaret etmiştim. Ali Ulvi Hocaefendi, bize yaşlı gözlerle eğitimin önemini, eğitimde yönlendirmenin yerini anlattı. Bize:

-Öğrencilere önce sevgi aşılayın. Önce edeb öğretin, diyordu. Bir çocukluk hatırasını nakletti. Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi şöyle diyordu:

-Çocuktum. [color=crimson]Oruca yeni başladığım günlerdi.[/color] Medine-i Münevvere’de sıcak bir Ramazan gününde, yaz gününde öğle saatlerinde Ramazan ayında oruç tutuyordum. Sıcaktan ve susuzluktan ağzım kurumuş, âdeta bunalmıştım. Annem, bu sabırsızlığımı görmesine rağmen, beni bu sıcak yaz gününde öğle saatlerinde Afganlı yaşlı bir dedenin fırınından pide almak için gönderdi. Aksakallı Afganlı dede belinden üstünü açmış, sıcak fırının karşısında Temis adı verilen Ramazan pidesi pişiriyordu. Ben:

-Dede! Yanmıyor musun? dedim. Bana:

-Otur evladım, dedi. Anlatmaya başladı.

Peygamberimiz’in; “Ümmetimden, kim Medine’deki sıkıntılara ve zorluklara sabrederse; ben ona kıyamet gününde şefaatçi ya da şahid olurum.” (Müslim: Hac 481; Tirmizî: Menakıb 67; Malik, Muvatta: Medine 3) buyurduğunu anlattı.

Afganlı dede Medine’nin değerini, faziletini; Medine’nin soğuğuna ve sıcağına karşı sabırlı olmanın gereğini anlattı. Anlatıyor ağlıyor, anlatıyor ağlıyordu. Onu büyük bir zevkle dinledim. O güne kadar böyle tatlı konuşan birine rastlamamıştım. [color=crimson]Açlığımı, susuzluğumu unutmuştum.[/color] Pideleri alıp Afganlı dedeye teşekkür edip ayrıldım.

Birkaç gün sonra anneme:

-Beni yine o pideciye göndersene, dedim. Tekrar gittiğimde Afganlı pideci dede vefat etmişti. Sonra öğrendim ki o sıradan bir pideci değilmiş; o bir Medine âşıkı, o bir Rasûlullah dostu, değerli bir ilim adamı ve gönül erbabı imiş. Annem beni aslında pide almaya değil, Medine âşıkı olan bir Hocaefendiden ders almaya göndermiş. Annelerimiz böyleydi. Bizi daima hayra yönlendirirlerdi. Bizi onlar böyle yetiştirdiler. Allah rahmet eylesin.

Ali Ulvi Hocaefendi, bizlere ve öğretmenlere:

[b]-Gençleri, öğrencileri ilim ehline yönlendirin. Allah’ın salih kullarına yönlendirin. Gönül adamlarına yönlendirin ki manevî ufukları açılsın, diyordu. Canlı örnekler unutulmayacak örneklerdir. [/b]

Gençlerin Problemleriyle İlgilenmeyi İslâmî Bir Görev Kabul Etmeliyiz.
Her yerde her zaman ve her yaşta bazı problemler yaşanmıştır, yaşanacaktır. Önemli olan problemli gençlere şefkat kanatlarını germek, problemlerini paylaşmak ve problemlerine çözüm aramaktır. Genç adamı hayatta sorunlarıyla baş başa yalnız bırakmamak, her zaman gencin yanında olmak, gençliğe sadece nasihat etmekle değil, her yönden destek olmak iman kardeşliğinin gereğidir.

Mevlânâ Celâleddin Rumî zamanında bir genç intihar etmişti. İntihar, o zaman çok az rastlanan bir olaydı. Mevlana bu haberi duyunca irkilmiş ve:

-[color=red] “O mahallede hiç Müslüman yok muydu?” [/color]demiştir.

Mevlana’ya göre ailevî, ekonomik, psikolojik ya da sağlıkla ilgili bir problemi olup tıkanan, bunalan ve sonunda intihara yönelen bu gençle ilgilenmek, o bölgedeki müslümanların en önemli görevidir.

Problemli gençle gereği gibi ilgilenmeyen, onun stres ve bunalıma düşmesine kayıtsız kalan, böylece onun intihara teşebbüs etmesine göz yuman bölge halkı Mevlânâ’ya göre sorumludur. Böyleleri “gerçek Müslüman” değildir.

Gençliğe Sözden Daha Çok, Vücut Dilimizle Hitap Edebilmeliyiz.
Muhataplarımıza, cemaatimize, öğrencilerimize ve genç kardeşlerimize sadece sözle değil, aynı zamanda tavır ve davranışlarımızla örnek olarak (Lisan-ı hal ile) ders vermeliyiz. Bazen tavır ve davranışlarımız, sükûtumuz hatta duruşumuz bile sözden daha tesirli olabilir. İçtenlik ve samimiyet daima daha verimli ve yararlı olmuştur.

Yunus Emre, davet, tebliğ ve irşâd için köy köy kasaba kasaba dolaşmaktadır. Bir kasaba girişinde kilise görünce bu kilisedeki papazı Hak Dine davet etmeye karar verir. Önce kiliseye girip müsait bir yerde iki rekat namaz kılar. Huşû içerisinde yaşlı gözlerle uzun uzun namaz kılar. Namazdan sonra büyük bir ihlasla içten dualar etmeye başlar. Sessizce başladığı duaya sesli devam eder. Duasının bir yerinde:

- Ya Rabbi! Bu mabede geldim. Namazımı kıldım. Dualar ettim. Burada batıl din mensubu birileri mutlaka vardır. Onlara da hidayeti nasib eyle, diye yaşlı gözlerle dualar eder. Onu başından beri hayranlıkla izleyen papazın kalbi yumuşamıştır. Hayatında tanıdığı azizler arasında bile böyle ihlâslı birini göremeyen Papaz:

-Yeter, yeter. Müslüman oldum, der. İslâm’la şereflenir. Yunus Emre’nin içtenlikle ve ihlâsla yaptığı dualar, Allah’ın izniyle o papazın hidayetine vesile olmuştur.


(yeni dünya)

Konular