OKULLAR KAREKTER EĞİTİMİ VERMİYOR

[i]“Duygusal zekâ denilen şey, nefis terbiyesinin sistematize edilmiş şeklidir.”[/i]

- Sizce gençliğin günümüzdeki en büyük sorunu nedir?

- Özellikle 90 öncesi doğan gençlerin karşılaştığı ciddi bir problem var: Dünyada değişen şartlara uyum sağlayamama sorunu. Onlar; para, cinsellik ve şiddetle erken tanıştılar. Hayata karşı kendilerini sorumlu hissetmiyorlar. Sorun amaçsızlık. Şu anda gençlerin önünde uğrunda savaşacakları bir amaç yok. Amaç olarak; parayı, cinselliği yahut şahsî zevklerin tatminini görüyorlar. 90 öncesi gençler, hangi dünya görüşünde ise onunla ilgili ideali vardı. Bu idealler kalkınca zevk ve çıkar peşinde koşma, ideal olarak kabûl edildi. Bunun neticesinde gençler; hayatın yükünden, sorumluluklarından kaçıp elindeki imkânlarla gezmeye, eğlenmeye yöneldi. Başlıca sosyal sorun olarak bunu görüyorum.

- Amaçsızlık dediniz. Gençlerin sorumsuz ve amaçsız olmasında neleri etken olarak görüyorsunuz?

- Gençlerin bugünkü bu ben-merkezli, umursamaz tutumlarının en büyük sorumlusu popüler kültür. Özellikle küresel medyanın, Hollywood kültürünü model olarak insanlara sunması bunda etken. Bu yaşam tarzının kolay ve hoş olarak algılanıp tüketim ahlâkına tesir etmesi ve bunun sonucu bir “tüketim kültürü” oluşması… Tüketime dayalı kapitalist sistemin gençler tarafından örnek alınması... Popüler kültürün idollerinin model alınması ve bunun neticesinde gençlerin emek vermeden, yorulmadan hazır yiyiciliğe alışması. Zahmetsiz başarılara yönelmesi. Amaçsızlıklarında ve mutsuzluklarında bu kültürel değişim etkili.

- Popüler kültürün, televole kültürünün, sahte dizi kahramanlarının olumsuz etkilerinden gençleri nasıl koruyabiliriz, ne yapmalıyız?

- Korumak için önce şunu kavramalıyız: Böyle giderse popüler kültür, bütün kültürleri yok edecek. Dünya tek kültürlü olacak. ABD kültürü dünyanın tek kültürü olacak. Kültür, standartlar kümesidir. Biz kendi sorun çözme stilimizi koruyarak çağdaşlaşmayı başaramazsak bizim çocuklarımız ABD kültürünün çocukları gibi yetişecektir. Onlar gibi yiyip içecek, onlar gibi evlenecek. Bu, kültürün yok olması demek.

Çocuğun aidiyet duygusu oraya yerleşecek, o kültürde kendini mutlu hissedecek. Kendi değerlerimizi onlara öğretmemiz lâzım. Bunu yapamazsak, Batı’nın değerleriyle birlikte, Batı’nın hastalıklarını da onlara bulaştırmış oluruz. Batı şu anda varlıklı ama mutlu değil. İngiltere’de şu anda intiharla ölüm, trafik kazasıyla ölümden daha fazla. Batı’nın ciddi değerlerini alıp işimize yaramayan değerlerini elimizin tersiyle itmemiz gerekiyor. Bunun için Batı’nın felsefesiyle, Doğu’nun değerlerinin bir sentezine ihtiyaç var. Batı’da akıl ön plandadır. Filozofların çoğu Batı’dan çıkmıştır, Peygamberlerin çoğu da Doğu’dan. Vicdanî kaygılar Doğu’da daha yüksektir. Doğu, insanını din, Batı insanını akıl heyecana getirir. Bunun için gençlerin, gelecek kuşakların iyi yetişmesi için çocuğa, başından itibaren akıl ve vicdan denklemini doğru şekilde öğretmemiz gerekiyor.

- Kendisiyle ve çevresiyle barışık bir gençlik için Milli Eğitim’in verdiği eğitim yeterli mi? Nasıl bir eğitim modeli öneriyorsunuz?

- Bunu okullara bırakmak gerçekçi değil. Okul ancak şu anda zabt u rabt altına almakla meşgul. Sadece öğretim yapılıyor. Okullar karakter eğitimi vermiyor. İyi evlat, iyi anne-baba, iyi insan nasıl olunur, bunlar öğretilmiyor. Bunların öğretimini okullara bırakmak demek, çocuğu kaybetmek demektir. Anne-babanın kendi kültürel değerlerini gençlerle paylaşması gerekiyor. Bu, ders vermekle olmaz. Yaşayarak olur.

Karakter eğitimi için iyi model gerekir. Çocuk, önündeki iyi örneğe bakar ve kendi kimliğini oluşturur. Büyüklerin, devletin iyi model oluşturması gerekiyor. Biz lider bir toplumuz. “Devlet Baba” demişiz. Liderlerimiz iyi şeyler yaptığında biz de hemen örnek alabilme kabiliyetindeyiz. Bunun için lider konumundaki kişilerin iyi örnek olması gerekir. Eğer lider riyakârsa, çıkarcıysa, toplum da çok çabuk o tarafa yöneliyor. Eğer bunun tersiyse lider tipine göre düzelebiliyor.

- Sivil toplum kuruluşlarının, gençlerin akıl ve vicdan dengesinde eğitilmesindeki rolleri nedir? Bilhassa cemaatler, vakıflar neler yapabilir?

- Orta çağdaki feodal yapı değişti. Feodal yapıda bir düzen vardı. Sınıf hakları vardı. Kendi içinde bir denge kurulmuş gidiyordu. Şimdi sınıflar arasındaki denge bozulduğundan bireysellik ön plana çıktı. Herkes tek başına kaldı. Güçlü olanlar baskı kurup zayıf çoğunluğu sömürmeye başladılar. Bunun için Birleşmiş Milletler, demokrasinin güvencesi olarak sivil toplum örgütlerini teşvik etmeye başladı. Sivil toplum örgütleri hükümetin hakîki ortağı kabul edildi. 1996’da sivil toplum örgütlerinin aktivitesi dünya için önemli oldu.

İyi insan olmanın öğrenilmesi kolay değil. Bunun için asırlardan beri karakter eğitimi veren müesseseler vardı. Sûfi gelenek de bunlardan biriydi. Osmanlı sarayında çocuklar hep bu gelenek içinde yetişti ve devleti idare etti. Sözünde durmayı, yalan söylememeyi, dürüst olmayı, çalışkan olmayı, iyilik düşünmeyi, insanları sevmeyi bütün bu değerleri bu gelenek içinde öğrendi. Şu anda, sadece pozitif bilim veya sadece din eğitiminin bir netice vermediğini görüyoruz. Tek kanatlı kuş uçamaz.

Mesela Afganistan’da Taleban’a sadece din eğitimi verildi. Elektiriğin düğmesinin nasıl çalıştığını bilmeyen insanlar çok iyi din eğitimi almışlar ve taassuba yönelmişler. Dinle bilimin bir arada kullanıldığı bir bakış açısına, bir çerçeveye ihtiyaç var. Sûfi gelenek pozitif bilimle bir arada yürüyecek olursa insanın hem aklını hem duygularını tatmin etmiş olur.

Bu olursa sûfi geleneğin gençlerin eğitiminde yeniden önemli bir rol üstlenmesi mümkündür. Bu geleneğin karakter eğitimindeki yöntemlerinin, Batı tarafından örnek alındığını görüyoruz. Duygusal zekâ diye bir şey ortaya atıldı. Aslında duygusal zekâ denilen şey, nefis terbiyesinin sistematize edilmiş şeklidir. Bizim değerlerimizi sistemleştirip tekrar bize sundular. Bu durumda kendi değerlerimizi unutmadan iyi insan-doktor-hakim-mühendis olunmasını sağlayan, ikisini bir arada gerçekleştirecek bir eğitim anlayışına ihtiyaç var. Eğitim politikalarında ciddi değişimler gerekiyor. Sûfi gelenekte sorumluluk duygusu önemliydi.

İnsan yaratıcısına karşı sorumludur! İnsan, kendini sadece kendine karşı sorumlu hissettiğinde kişiyi vicdanındaki o bekçi engelleyemiyor. Yasalardan korkmak, açıkça suç işlemeyi engeller ama gizli kötülük yapmasını engelleyemez. Bunu engelleyecek, vicdanî sorumluluk duygusudur. Bu da, hiç kimse görmese de beni gören bir güç var, benden hesap soruyor, bilinciyle olur. Sûfî gelenekte, yaratıcısına karşı sorumlu olma duygusu vardır. Materyalist felsefede, insan inorganik maddelerden oluşmuştur. Beni karbon dioksit, azot oksijen yaratmıştır, derler. Bana bunlar mı hesap soracak?!


Mesela Osmanlı döneminde karakter eğitimi nasıl yapılmış? Bakıyorsunuz Osmanlı’ya, her köşe başına bir dergâh koymuş. İnsanlar o dergâha giderek ilim öğrenmek isteyene önce “edeb” demişler. Bu, karakter eğitimidir. Her mahallede, sokakta olan dergâh sistemi kalkmış, Batılılar gibi de olamamışız... Karganın iyi yürüyeceğim diye yürümeyi unutması gibi, ne Doğu’nun ne Batı’nın değerlerini koruyabilmişiz. Yunanistan’daki başı aslan, vücudu boğa ile temsil edilen heykeller gibi, ne aslan olabilmişiz, ne boğa kalabilmişiz. Arabesk bir toplum çıkmış ortaya.

Çünkü sosyolojik değişimler, devrimlerle olmaz, evrimlerle olur. Bir gecede bütün kanunları değiştirmekle anlayış değişmez. Yüzlerce senelik hazlar topluluğudur kültür. Onun için Türkiye, modernleşmek isterken kendi değerlerinden koparılmış ve neyin doğru olduğunu bilmeden duyduğuna inanan, yürümesini de, koşmasını da bilmeyen bir nesil ortaya çıkmış. Bu nesle önce bizim örnek olmamız lâzım. Sivil toplum örgütleri önce kendini düzeltecek. Şöyle yaşayalım diyorsa, öyle yaşayacak. Arka planda başka bir şeyler yapılıyorsa bu işten vazgeçsinler, sonu gelmez. Herkes kendi ahlâkının arkasında durmalı.

- Gençlere bu yüce değerlerin öğretilmesinde sûfi geleneğin eğitim modelinden nasıl faydalanabiliriz? Şimdi her köşe başında dergâhlar yok ama onların bir eğitim sistemi var…

- Sûfi geleneğin eğitim modelinin Osmanlı’nın devamında, nesillerin yetişmesinde ve kendi değerlerinin aktarılmasında çok büyük rolü var. Ama Osmanlı’nın son dönemlerinde bunların ciddi hastalıkları oldu. Sonra da ıslâh edilmek yerine tamamen kaldırıldı. Bunun üzerine karakter eğitiminin aktarılmasında bir boşluk ortaya çıktı. Bunu, anne-baba yapamıyor.

O zaman ben hiç kimseye hesap vermek zorunda değilim… Yakalanmadıkça istediğimi yaparım, duygusu oluşuyor materyalist felsefede. Ama yaratıcıya inanan bir inançta, bu evren tesadüfi değildir, her şeyi elinde tutan bir güç vardır ve kişiden hesap sorar. İşte bu bilinç kişiyi kontrol altında tutar. Ama hümanist felsefe şöyle diyor: İnsan iyidir, kötülük yapmaz... Hâlbuki insan, iyilik ve kötülük yapma potansiyeliyle yaratılıyor. Ama insanın kötülük yapma özgürlüğü yoktur. Hümanist düşünce, insanın nefsinin yanlış anlaşılmasına sebep oldu. İnsan, içindeki dürtüleri, zarar getirici arzuları kötü olarak görmedi. Freud buradan hareketle cinsel duyguları bastırmak doğru değildir, dedi. Birçok toplumsal sorunun altında tatmin edilmemiş cinsel arzular yatıyor, dedi. Bunun sonucu, “İstediğiniz gibi yaşayın.” diyen bir felsefe ortaya çıktı. Pornografik erotik bir bombardıman ortaya çıktı. Bunun bedelini de gençler ödüyor şu anda.

- Gençlerimize öncü şahsiyetleri nasıl tanıtabiliriz? Bir Mevlânâ’yı bir Yunus’u bir Âkif’i, bir Seyyid Onbaşı’yı nasıl anlatabiliriz?

- Bu kişiler model olabilecek şahsiyetler. Onların yaşadıklarını, menkıbelerini, olayları hayat tarzını anlatmalıyız çocuklara. Kültürü kültür yapan, aktarılan hikâyeler, hayat olaylarıdır. Aktarılanlar hangi kültüre aitse, sen o kültüre âitsin demektir. Şimdi bakın, gençler Mevlânâ’dan çok Batı’nın insanlarını referans alıyor. Sahte bir özenti içindeyiz. Kime özenirsek ona benzeriz ve kendimiz olmaktan çıkarız. Kültürler, kendileri üstün, diğerlerini aşağı göstermek suretiyle kendilerini benimsetmek isterler. Tanzimat zihniyeti budur. Tanzimat’tan itibaren Batı’nın karşısında aşağılık duygusuna kapıldık. Eksiklik hissedince onlar gibi olmaya çalıştık. Özgüvenimiz zayıfladı. Kendi değerlerimizin farkına varamadık. Bu bizim kültürel kirlenmemize, kültürel yozlaşmamıza sebep oldu. Bunun için öncü şahsiyetleri model almamız gerekiyor.

ABD’de Mevlana ile ilgili 144 tane Web sayfası var. Geçen seneki rakam bu. Ama bizim gençlerimiz arasında Mevlana merak uyandırmıyor. Tarihi bilgi sanılıyor. Gelmiş-geçmiş diye değerlendiriliyor. Önce zihinsel bir eğitim gerekiyor. Zihinsel değişim olmadan, kültürel gelişim olmaz.

- “Bir dost bulamadım gün akşam oldu.” diyen, her gün bir genç daha kazanmayı dert edinen gönlü yüce kişilerin bu muazzam anlayışını toplumun geneline nasıl yayabiliriz?

- Ergenlikte genç, anne-baba ve toplumdan özellikler alıyor, sonra kendisi olmayı öğreniyor. Anne-baba iyi örnek olursa zaten çocuk rahatlıkla kendini buluyor. Evde hayatın paylaşıldığı olumlu bir ortam olması gerekiyor. Sıcak bir atmosfer lâzım. Sihirli formüllere gerek yok. Çocuğa vakit ayıralım yeter.

Hz.Ali’nin çok güzel bir sözü var: “7 yaşına kadar çocuklarınızla oynayın. 7-15 yaş arasında arkadaş olun. 15 yaşından sonra çocuklarınıza danışın, onlarla istişare edin.” diyor. Anne-baba çocuğa danışırsa, çocuk başka ortamlara özenmez. Tevfik Remzi Kazancıgil vardı Cerrahpaşa’da, biz onun anfisinde okuduk. Onun oğlu Aykut Kazancıgil bizim hocamızdı. O anlatırdı. Babası bir gün bir Osmanlıca kitap getiriyor. Kısas-ı Enbiya... Bunu okursan sana istediğin hediyeyi alacağım diyor. Çocuk oturuyor onu çözüyor. Hediyesini de alıyor. Bunun gibi, özendirerek, kültürümüzle ilgili şu kitabı oku diyerek zaman ve emek harcayarak çocuğa önemli olduğunu hissettirmeliyiz. Bir evin üretimi, çocuktur.[color=red] Topluma faydalı çocuk yetiştirmek, bir fabrika kurmaktan daha mı değersiz?[/color] Bunun bilincinde olmak gerekiyor.

- Eski yazıtlardan beri, “Ne olacak bu gençliğin hâli?” yakınması hep var. Bu klasik bir söylem mi, yoksa bugün çok daha ciddi bir sorun mu yaşıyoruz?

- Evet. Mısırdaki yazıtlarda bu kuşak çatışması yazılı. Ama bu çatışma hiçbir çağda günümüzdeki kadar yaşanmamıştır. Bu çağda gençlik her şeyi sıra dışı yaşıyor. Çünkü çağ çok hızlı. Bilgisayar devrimi yaşanmış, bir iletişim devrimi var. İnsanlar on sene sonra ne olacağını öngöremiyor. Eskiye göre sosyal hareketlilik çok fazla.

Zaman baskısı var insanların üzerinde. Bedelini de gençler ödüyor. Onun için bizim gençleri vaaz vererek değil, şefkatle kucaklayıp iyiye yönlendirmemiz gerekiyor. Bu, çocuğun kendini; ailesine, toplumuna ait hissetmesini sağlar. Pratik çözümlere ihtiyacımız var, sadece teoriyle olmuyor. Mesela kitap okutup öğretmek, model olmak, model göstermek gibi. İyi insan yetiştirmek, iyi teknolojiye sahip olmaktan daha önemli. Çünkü teknolojiyi iyiye kullanacak olan da “iyi insan”. İyi insan için kafa yormak ve ümitsiz olmamak gerekiyor.

TEKNOLOJİ HIZLA BOZDUĞU GİBİ HIZLA DA TAMİR EDİYOR GENÇLERİ. Bilgisayar teknolojisini çok iyi kullanarak gençlere onların alıştığı yol ile ulaşmak gerekiyor. Yasaklarla olmaz. Yasaklarsak, psikolojik bağışıklık sistemi gelişmediği için kötüyle karşılaştığında hemen tesirinde kalıyor. Onun için çocuğu, toplumdan koparmak değil toplum içinde eğitmek gerekiyor. Sûfi terminolojisinde [color=red]“Halk içinde Hakk ile beraber olmak”[/color] tabiri vardır. Çocuk; değer verildiğini, adam yerine konulduğunu bildiği zaman yanlış yapsa da doğruyu bulabiliyor.

- Gençler, kendilerinde olan cevheri nasıl ortaya çıkartabilir? İlgi duyduğu alanlara nasıl yönlendirilebilir?

- Amacı olmayan insan harekete geçmez. Yüksek idealler belirlenmeli. Asıl olan ile ikinci, üçüncü dereceli araç-hedefler birbirinden ayrılmalı. Hem iyi bir insan hem iyi bir meslek erbabı olma şuuru verilmeli.

- Fethi Gemuhluoğlu yanına gelen gençlere, “Aşk olmadan eğitim olmaz.” dermiş. Bunun psikolojik izahı nedir?

- Aşk, heyecan demek. Duygunun, sevmenin önemini anlamak demek. Havada uçma duygusu demek. Doğruya, duygularınla inanırsan doğru “değer” kazanır. Yoksa ziyan olur gider. Bunun beyinsel bir boyutu da var: İnsan bir şeyi düşündüğünde mesela, “Bu bir kalemdir.” dediğinde bu beyinde yazılıyor. Ama bu kalemi kullanabilmesi için ona bir eylem potansiyeli yüklemesi gerekiyor. “Yazmak benim için çok önemli, yazmam lâzım.” dediği zaman, bu duyguyu yüklediği zaman, beyinde bilginin yazıldığı yere duygusal eylem potansiyelleri, duygusal potansiyellerle birdenbire gelir. Ve o iş eyleme geçmeye başlar. İnsan bir doğruya duygu yüklediği anda inanç hâline gelir. İnancı yapmaya devam ederse alışkanlık hâline gelir. Alışkanlığı yapmaya devam ederse kişilik hâline gelir. Onun için muhakkak, bilgilere duygu katmak gerekir.


(yeni dünya)

Konular