Gözlerimizi Çarşı ve Sokaklarda Haramlardan Sakınmalıyız.

Gözlerimizi Çarşı ve Sokaklarda Haramlardan Sakınmalıyız.
Çarşıya ve sokağa her çıkışımızda gözlerimize bir takım haramların girmesi muhtemeldir. Gözlerimizi kapasak, yürümemiz mümkün olmayacak; açsak, o zaman da arzu edilmeyen sahneler, ruh dünyâmızda bulantı hâsıl edip, bizi günahlara sokacaktır.
Haram karşısında gözünü yuman insan, hiç bir zaman maddî-manevî bir kayba uğramaz.. Ve, bu hassasiyeti gösteren insandan kimseye herhangi bir fenalık gelmez. Verimli, dürüst, samimî çalışan ve gerçekten hizmet veren böyle bir insan, hiç bir zaman şeytanca yaşayışın kurbanı da olmaz. Öte yandan, kendini bu aç bakışlara arzeden karşı cinsin, bundan maddî-mânevî kazandığı hiç bir şey yoktur. Kazanmak şöyle dursun, kendisi, muhatapları, toplumu ve memleketi adına neleri kaybedip, neleri kaybettirdiğine hastaneler, hapishaneler, mahkeme koridorları ve gazete sütunları en büyük şahitlerdir. Unutmayalım ki, en verimli meyveleri, zararlı ışınlardan ve şerârelerden korunan yeryüzü tarlaları verir; buna karşılık, yakıcı bakışlara ve öldürücü ışınlara korumasız maruz kalıp, neticede delik deşik olan derbeder gönüllerden ve felç olmuş iradelerden ne beklenir ki!
a) Çarşı ve pazarda gözlerimize haramların girmesi daima muhtemeldir:
“Öyle bir zaman gelecek ki, imanı muhafaza etmek, elde kor tutmak gibi olacak” diyor Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz; evet, “kor; atsan iman gider, tutsan elin yanar.”
Ve, yine buyuruyor: “Nazar (bakış) şeytanın zehirli oklarından bir oktur.” Kalbe saplandı mı, ya da göz hunisiyle kalbe indi mi bakışı bulandırır, başı döndürür. Ve, sonra Rabbü’l-Alemin’e tercüman oluyor: “Kim onu Benim korkumdan dolayı terkederse, kalbine öyle bir iman neşvesi ve halâveti atarım ki, onun zevkini gönlünün derinliklerinde duyar.”
Yine Efendimiz, yedi yaşında Müslüman olup, kendi havasıyla büyüyen amcası oğlu ve nesl-i pâkini devam ettirecek damadı Hz. Ali’ye, “Ya Ali, birinci bakış lehinedir, fakat ikincisi aleyhinedir” buyururlar. Yani, irâde dışı ilişen birinci bakışta günah yok ise de, ikinci ve diğer bakışlarda irâde devrede olduğu için, nefsin rolü vardır ve bu bakış, kişiyi alıp götürebilecek bir zincirin ilk halkası olduğundan haramdır. Efendimiz, harama götüren yolu, ta baştan bu şekilde önlemekte ve günahlara geçit vermemektedir.
b) Canımız her sıkıldıkta sokağa çıkmamalıdır:
Canı sıkılan sokağa mı çıkmalı? Ne kadar çarpık bir anlayış! Şeytanın rahatlıkla içeriye sızıp çalışabileceği bir gedik... Can sıkıntısını sokakta geçireceğini sanan insan, yağmurdan kaçarken doluya tutulan gibi olur.
Can sıkıntısı, kalbin tatminsizliğinden, Allah ve Rasûlü ile münasebet kurulamayışından, ibâdetlere bağlı olamamaktan, arkadaşsızlıktan, okuma ve tefekkür adına boş bulunmaktan, meşguliyetsizlikten, hizmet etmemekten kaynaklanır. Böyleleri için şeytanın nüfuz edeceği menfez ve gedikler hazır demektir. Şeytandan yanmış insanın, yeniden şeytanın oklarının yağdığı mevzilerde dolaşması, deniz suyu içmekten içi yanmış birinin susuzluğunu gidermek için tekrar denize koşmasına benzer.
Meselenin bir de şu yönü var: Can sıkıntısı, Allah’ın ‘Kâbız’ ismiyle kalbi sıkması olarak da anlaşılabilir. Dolayısıyla da o, bir ibtilâ ve imtihandır. Böyle bir imtihan neticesinde kulun sebat ve sadakat derecesi ortaya çıkar. Yani kul, canı sıkıldığı, kalbi daraldığı zamanlarda da ibâdetleri yapacak mı diye Allah kendisini dener. Şurası da iyi bilinmelidir ki, bu hâlet içinde edâ edilen namaz, arkadaşların iştiyak atmosferinde, cemaat içinde şevk ve neş’e ile kılınan namazdan çok daha sevaplıdır; çünkü o anda insan âdeta muharebe hattındadır. Sonra, güneşin bulutlar arkasına saklanması gibi, bu hal de geçicidir; Allah bu defa ‘Bâsıt’ ismiyle onun kalbini genişletir, kendisine şevk verir. Mağrem nispetinde mağnem, yani meşakkat ve zorluk nispetinde mükâfat ve sevap peylenmiş olur.
c) Çarşı ve pazara çıkarken bazı hususlara dikkat edilmelidir.
İnsanın alıştığı günahlardan uzaklaşması da, uyuşturucu tiryakisinin hapını bulamayınca bunalımlara girmesi misali şiddetli ruhî sıkıntılara sebeb olur ve kendisi için günah atmosferi hazır olunca da, hemen içine düşüverir. Dolayısıyla, ister günahkârlar için, ister yılandan akrepten kaçar gibi günahtan kaçanlar için olsun, çarşı-pazara çıkışta dikkat edilecek bazı hususlar vardır ki, onlara da şöyle bir göz atmamız yerinde olur zannederim:
1) Çarşı ve pazara lüzumsuz yere çıkmamalı, işleri toptan görmeye çalışmalıdır. Günahların seylap halinde aktığı yerlerden herhangi bir iş, ya da imana hizmet adına herhangi bir vazife bahis mevzûu olmadığı sürece uzak kalmak lâzımdır.
2) Yolun hakkını vermeği düşünmelidir. Sahabe-i Kiram efendilerimiz, çok defa hak ve hakikatı anlatmak için dışarıya ve çarşı-pazara çıkarlardı. Hz. Ebû Bekir de, Hz. Ömer de, Hz. Ebû Zer de (ra) bunu yapardı. Böyle bir gaye ile çıkanlar, sokağın ve yolun hakkını vererek günahlara girmekten korunmuş olurlar. Efendimiz (sav), Ashabını yol kıyılarına ve sokaklara oturmaktan men ederdi. “Oturmamızda maslahat ve faydalar var ya Rasûlallah” dediklerinde de, “Öyleyse, yolun hakkını verin” , yani, yolun taş ve dikenlerini temizleyin, gelip geçenlerin selâmlarını alın, selâm verin ve emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l münker’de bulunup hakikatı anlatın buyururlardı. İşte, bu halis niyet mevcut olduğu sürece seyyiat ve günahlar hasenata dönüşebilir.
3) Dışarıya müteyakkız ve mücehhez olarak çıkmalıdır. İnsan mayınlı tarlada nasıl yürüyor, can düşmanlarının bulunduğu bir bölgede nasıl mücehhez ve müsellah dolaşıyorsa, öyle de, günahların kol gezdiği çarşı-pazarda da mücehhez ve müsellah bulunmalıdır. Yoksa, hissiyatıyla başbaşa, hazırlıksız, silahsız, bomboş bir halde ve şeytanın zehirli oklarına karşı mânevî kalkan ve mânevî kurşunlarını hazırlamadan çıkarsa, o zaman ruhunu kötülükler, günah manzaraları ve her türlü süfliyat sarabilir. Hele bu durum bir kaç kere tekrarlanırsa, artık o, duyguları ölmüş, günahlara, kötülüklere karşı kayıtsızlaşmış ve haramlara bigâne bir halde çarşı-pazar dolaşır ki, şeytanın istediği de budur...
4) Dışarıya çıkmadan önce gerilime geçmelidir. Çarşı-pazara çıkmadan önce, yüreğimizi hoplatacak, heyecanımızı coşturacak, gözlerimizi yaşartacak ve hislerimizi harekete geçirecek bir şeyler okuyup, birşeyler seyredip, birşeyler dinlemeli ve öyle çıkmalıyız.. evet, ancak böyle bir gerilimle çarşı-pazara çıkmalıdır ki, günahlara karşı bir sütre meydana getirilmiş olsun.
5) Dışarda iyi arkadaşlarla birlikte olunmalıdır. Sokağa çıkarken, orada bizi bekleyen bir sürü düşmanın mevcut olduğu düşünülerek, bu düşmanlara karşı bir-iki muhafızla, yani arkadaşla çıkmalıdır. Çarşıya pazara çıkarken, ruh dünyâmızı ayakta tutan mutlaka bir-iki arkadaşın yanımızda bulunması şarttır. İnsanın iç murakabesi çok defa kendisini frenlemeye, korumaya kâfi gelmeyebilir. İmanımız tam manasıyla berrak ve çok safiyane olmalıdır ki, her an Allah’ın murakabesinde bulunduğumuzu duyup hissedelim. Bu da her zaman mümkün olmayabilir.. evet, bazen öyle zayıf anlarımız olabilir ki, kendimize hâkim olamayız ve nazarımız harama kayabilir, ruhumuzda bir yara meydana gelebilir, fena düşünceler kafamıza tohumlar gibi saçılmış ve günahlar ruhumuzda mayalanmış olabilir. Ama yanımızda bir-iki arkadaş olduğunda, güzel şeyler konuşur ve güzel şeylerin müzakeresini yapabiliriz. Hem, arkadaşların gözleriyle kendimizi kontrol altında tutar ve nazarlarımıza, kulaklarımıza dikkat edebiliriz. Bazen, o esnada Cenâb-ı Hakk’ın bizi kontrol ettiğini düşünemeyebiliriz ama, arkadaşımıza karşı ayıp olmasın diye kendimize çeki-düzen verme gereği duyarız. Belki riya olur, sun’îlik olur ama, olsun; zira bu, fenalıklardan, günahlara girmekten daha iyidir.. hem de, riya müspet âmellerde -mesâla namazda- amelin ruhunu ifsat etse de, menfî amellerde böyle bir zarar sözkonusu değildir. Meselâ insan, sırf riya için zina etmese, zina etmemiş olur; görmesinler diye hırsızlık yapmıyorsa, yapmamış olur. Göz zinası, kulak zinası, el ve ayak zinası, düşünce zinası, evet, ne olursa olsun insanın hayâline fıskı, günahı çekebilecek her şey, her fena düşünce gösteriş için dahi olsa terk edildiğinde, o günah, elini ve pençesini ruhlarımıza salmadığı sürece selâmette sayılırız. Evet, güzel bir söz ya da güzel bir nasihat dinleme, güzel bir yazı okuma, güzel bir şey seyretme veya güzel bir manzarayı mütalâa etmekle ma’rifete, haşyete, mehâbete uyanmak gibi güzelliklerle dolmuş olarak evden çıkacak, buğu buğu bu tesirlerin altında işimizin başına, mektebimize, vazifemize, hizmetimize gidecek ve bunların tesirini devamlı ruhlarımızda hissedecek ve böylece şeytandan, günahlardan korunmuş olacağız.
6) İrâde dışı bulaşan şeyler temizlenmelidir. Bu kadar gayretimize rağmen üzerimize yine de sağdan soldan irâdemiz haricinde gelip bulaşan, kalp ve ruhumuzu yaralayan çamurlar ve lekeler olabilir. Bu türlü durumlarda ise hemen ibadetlerin vesayası altına girip Cenâb-ı Hakk’a yönelmek icabeder. Bir gün beyninden vurulmuş gibi huzûr-u Risaletpenahî’ye bir sahabi gelir, kendini yere atar ve: “Mahvoldum ya Rasûlellah, caddeden geçen bir kadına baktım ve dokundum” diye inler. Derken o esnada âyet nazil olur: “Günün iki yanında namaz kılın; şüphesiz ki, iyilikler kötülükleri giderir”. (Hûd, 11/114)Evet namazlar, Allah indinde günahları silip süpüren şeylerdir. Hadîste, namazların namaz aralarında işlenen küçük günahlara keffaret olduğu ifâde edilir. Rabbimize karşı yaptığımız kulluklar, namazlar, niyazlar, elimizde olmadan ve irâdemizi aşarak gelip bize çarpan günahlara keffaret olacaktır. Ayrıca, harama her göz kapama, insana bir vacip işlemiş gibi sevap kazandırır.
7) Günahlar, tevbe ve istiğfarla temizlenmelidir. Her günahta küfre giden bir yol vardır. Her şeyden önce günah, kulun Cenâb-ı Hakk’ın inayet atmosferinden dışarı çıkması ve İlâhî teminatı reddetmesi demektir. Ayrıca kul, günah işlemekle şeytana tam hedef olmuş sayılır; günahlar arttıkça da Allah’ın himaye ve koruması azalır.

(Kaynak:İnancın Gölgesinde)

Konular