Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

Yeni cumhurbaşkanımız Abdullah gül 3. turda 339 oy alarak 11. Cumhurbaşkanımız oldu...
İnşAllah yeni Cumhurbakanımız Ahmet Necdet Sezer gibi ayrımcılık yapmaz Her kesime hitap eder Sn Gülün seçilmesi vatanımıza milletimize hayırlı olsun...

36 yorum

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

forum içerisinde ayrılık oluşturacak, tartışmaya sebebiyet verecek söylemlerde bulunulmamasını rica ediyoruz.

bir müslüman kardeş, başka bir müslüman kardeşinin imanına söz söylememeli, bunu müslüman kardeşlerimi savunmak adına yapıyorum diyorsa daha dikkatli konuşmalı. çünkü karşısındaki de bir müslüman!

birbirimizi incitmeden yorum yaparsak, yorumlarımız şahsa değil genele hitap ederse daha güzel olur.

selam sevgi ve muhabbetle..

07.09.2007 - naz

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

biliyorsunuz, Hz.Musa nin ümmeti Hz. Musa ve Hizir a.s. a yaptiklari kötü muameleden dolayi, kurani kerimde ayet nazil olduki, yahudiler peygamberlerine ekmek vermediler diye..... bu durum bugünkü yahudiler icin utanc kaynagi olmustur, o ayetin manasini degistirmek icin neler vermeye razi olmuslardi , ama olmadi... demek oluyorki atalarin yapmis olduklari hatalarin cezasini torunlari cekebiliyor...

06.09.2007 - alaattin

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

Okuduklarıma inanmak istemedim. :cry: Heyhat ki ne heyhat!Gel de ümmetinin halini gör ya Rasulullah.Ümmetin faşistin alası olmuş.Ümmetin bu kadar mı aşağılaşacaktı.
ALLAH bildiriyor zaten bize bunu şaşırmamak lazım

"Biz insanı en güzel biçimde yarattık.Sonra onu aşağıların en aşağısı kıldık." TİN 4-5

Ümmetinin gözünü kin bürümüş.Yazık ki ne yazık!Bunları duymak kanımı dondurdu resmen.Neredeyse müslüman kardeşine yapılanlara "oohh" diyecek.Rabbim sen bizleri muhafaza eyle.O masum bebeklerin,o ırzına geçilen bacıların,o peygamberin vücudunun azası dediği kardeşlerinin suçu nedir?Allah'ım ne hale düşmüşüz?Sen de birlik ol istersen katil siyonistlerle,amerikalılarla.Bir kurşun da sen sık.Sonra da beynine sık.Çünkü sen ruh ve vicdan taşımıyorsun.İslamı da bilmiyorsun.

Sen Hz.hüseyin şehit edilirken kenara çekilen Küfeli misin?

06.09.2007 - nisyan

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

Bazen arap kardeşlerimiz??? için hak ediyolar diyede geçmiyor değil içimden am yinede çok üzülüyorum tabi 300 bin Türk askeri mehmetçiğim savasarak can verirken şehit düşerken bize kursun sıkanların arasında maalesef arap kardeş???mizde vardı en son osmanlı anlaşma gereği savaşta yenilgiyi kabul etmiş ve askeri birliklerini geri çekmişti peyamber efendimizin mezarı şerifini koruyan 300 kadar osmanlı Türkü kardeşimiz padişahdan gelen bu emiri gurununa yedirememiş ve 3 ay boyunca asılane şekilde savaşmışlardır çölde 3 ay boyunca çöl çekirgesi yemişler karınlarını doyurmaya çalışmışlardır o zamanki bedeviler 3 ay boyunca bu cengaverlere yemek su dahi vermemişlerdir Ama gururla tamamen 300 kişi şehit olana kadar3 ay boyunca peygamber efendimizin kabrini korumuşlardır işte boyle şimdi arayıp bulsunlar bulabiliyorlarsa tabi ve tabi bu 300 bin kişin,in yattığı o topraklarda çeşitli nedenlerden dolayı 1 milyona yakın kayıp verilmiştir Belkide şu an çektikleri kendi elleriyle başlarına belaya açmalarının nedeni ASllahın layik gorduğu bir ceza olabilir Herşeyin en iyisi blen şüphesiz ki Allahtır

06.09.2007 - keceemre

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

MAALESEF HERŞEY O KADAR AŞİKAR Kİ HİÇBİR SÖZE GEREK KALMIYOR...

06.09.2007 - nisyan

Sahabe Şuuru

Osman Gazi Hazretleri ruhunu çadırda teslim etmişti. Vefatı sırasında Söğüt’e yerleşeli kırk seneden fazla olmuştu ama onun hâlâ evi yoktu. Bilecik’te oğlu Orhan Gazi’nin emri altında Bursa’yı fethe uğraşırken uzaktan Bursa’nın ışıklarını görüyor ve “Beni oraya defnedin.” diyordu. Etraftaki tekfurlardan elde ettiği mal mülkle ta o zaman Topkapı Sarayı’nı kurabilirdi ama o çadırında vefat ediyordu. Zira o derin bir saffet, samimiyet ve adanmışlık ruhunun adamıydı. Bu fotoğrafı alır, sahabenin yanına koyarsanız aradaki farkı çok seçemez, tefrik edemezsiniz. Osman Gazi hazretlerini Hz. Halid’le yanyana getirseniz (sahabinin mutlak fazileti mahfuz) seçmekte zorlanırsınız; “Acaba bu mu yoksa öbürü mü Halid dersiniz?” Bildiğiniz gibi; Hz. Halid vefat ederken geride hiçbir şey bırakmamıştı. Sa’d b. Zeyd diyor ki: “Hz. Halid, herkesin övdüğü bir kumandan olarak yaşadı, İslamın bir yitiği olarak gitti.. gitti ve geride sadece atını ve kılıcını bıraktı.”

Hz. Halid, iki imparatorluğu yerle bir etmişti ama kendisine ait hiç mal-mülk edinmemişti. Bu, mal-mülk olmamalı demek değildir. Bu, gönlünü dünyaya kaptırmama, mala mülke, makama mansıba bağlanmama demektir. Bağlanması lazım gelene bağlanma.. İnsanın ancak tek bir yere bağlanmaya gücü yeter. İnsan iki şeye aynı ölçüde, aynı kuvvette gönül veremez. İşte onlar, İ’la-yı kelimetullahtan başka hiçbir şey düşünmüyorlardı. İstiyorlardı ki; herkes Allah’ı tanısın. İnsanlar Hz. Muhammed’le (sallallahu aleyhi ve sellem) tanışsın. Gece gündüz “Bu kocaman dünyaya nasıl müslümanlığı anlatırız?” diyorlardı. Bir gün dünyanın büyüklüğüne bakıyor, anlatılanları dinliyor ve “Demek ki bu dünyaya müslümanlığı anlatmak bir insanın ömrüne sığmayacak kadar zormuş.” diyorlardı. Sadece şu söze bile baksanız maksat ve gayelerinin ne olduğunu, ne ile dertlendiklerini görürsünüz.

Hedef gösterme mi anlarsınız müjde mi ama Allah Rasulü “BENİM ADIM GÜNEŞİN DOĞUP BATTIĞI HERYERE ULAŞACAKTIR.” buyurmuştu. Onlar bunu bir vazife olarak anlamışlar ve hep bu vazifeyi eda etme gayretiyle yaşamışlardı. Bu aziz milletin mazisi bu vazifeyi yapmanın izzetiyle doludur. Herkesin ölüm hastalıklarına tutulduğu yerde bu millet “biz ümit olmalıyız” deyip ayakta kalmasını bilmiş ve bu şuurla yaşamıştır.

([url]http://www.herkul.org/kiriktesti/index.php?article_id=16[/url])

06.09.2007 - cihan

Şehid Şeyh Ahmet Yasin'in mektubu

[img]http://img406.imageshack.us/img406/3889/ahmetyasintrre1.jpg[/img]
Şeyh Ahmet Yasinin öldürülmesinden bir kaç ay önce yazdığı bir mektup:


"Ey Araplar! Ne hallere düştüğünüzü görmüyor müsünüz!? Ben ki kocamış bir yaşlıyım, kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor nede silah!! Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!! Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, Türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim!! Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır! Gerçekten böyle mi?

[color=red][size=18px]Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz! Helak olmuş ölüler!! Hala kalpleriniz sızlamıyor mu? Başımıza gelen bu acı felaketler karşısında, Bir halk yok mu? Allah için ve ümmetin namusu için kızacak! Hiç kimse yok mu?[/size][/color]

Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bizleri yıkıp, yok etmeye and içtiler!! Bu ümmet utanmaz mı!? Şerefi çiğnenirken!! Bu ümmetin devletleri utanmaz mı!? Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken! Omuzlarımıza el verecek ve göz yaşlarımızı silecek bir
bakış!! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı!? Tümü birden sokaklara dökülüp, "Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin
kullarına yardım et!" diye çağıramaz mı!?
Buna da mı gücünüz yetmiyor!? Bizim için dua etmeye!!

Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, çünkü o zaman bizim alnımızda şu yazılacak, [size=24px]"Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık! Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim![/size]

Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, Öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin!
Taziyemiz, Allah'ın emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!

Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!! "Allah'ım! Sana şikayette bulunuyorum... Sana şikayette bulunuyorum... Sana şikayette bulunuyorum...Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum...

Sen mustazafların Rabbisin... Sen bizim Rabbimizsin... Bizi kime bırakıyorsun... Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı? Allah'ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına sana şikayette bulunuyorum.

Sana şikayette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı... Birliğimiz bozuldu... Yollarımız ayrıldı... Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini sana şikayet ediyoruz...

06.09.2007 - nisyan

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

Bir gun Allah Rasulu :

[size=18px]"Öyle zaman gelecek ki, kafirler bir olup Müslümanların üzerine atılacaklar" dedi. bunun üzerine sahabeler de "Ey Resul o zaman ümmetin sayısı az mı olacak" diye sordular.

"hayır, Ümmetimin sayısı bilakis çok olacak; fakat onlar dünya malına olan tutkuları ve ölümden korkmaları nedeniyle düşmanlarına karşı koyamayacaklar" diye buyurdular... [/size]


[size=18px]“Ey Müslümanlar! Siz insan değil de sinek olsaydınız

vızıltınız İngilizlerin kulaklarını sağır ederdi! [/size]

06.09.2007 - nisyan

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

[quote="alaattin"]Ders kitaplarına askeri denetim

05 Eylül 2007



Gülay Göktürk
[email]gokturkgulay@yahoo.com[/email]



05.Eylül.2007

Ders kitaplarına askeri denetim

Eğer Genelkurmay, günün birinde kalkıp ders kitaplarında Atatürkçülük konularına eksik yer verildiğini iddia ederek, bütün kitapları denetimden geçirmek istediğini söyleseydi; ya da bu konuda çalışma yürüten komisyonda kendisinin de yer alması gerektiğini iddia etseydi, hep birlikte kıyameti koparırdık.

Vay, böyle bir denetim hakkını nereden alıyorsunuz, derdik, Atatürkçülük sizden mi soruluyor, derdik; Genelkurmay'ın ders kitaplarına burnunu sokması askeri rejimlerde olur, siz burayı askeri bir diktatörlük mü sandınız diye veryansın ederdik. Ama şimdi bütün bunları diyemiyoruz. Çünkü Genelkurmay'ın bir suçu yok; Milli Eğitim Bakanlığı davet etmiş, onlar da kabul etmişler. Ehh, paşalarımızın Milli Eğitim Bakanlığı'na demokrasi dersi verip, "Estağfurullah, ne haddimize" demesini de beklemiyorduk, herhalde... Olayın geçmişini bilmeyenler için kısaca özetleyelim: Konu, Talim Terbiye Kurulu çalışanlarından bir öğretmenin İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, resim-iş, müzik ve beden eğitimi gibi derslerin kitaplarında Atatürkçülükle ilgili konulara eksik yer verildiğini iddia eden başvurusu ile gündeme geliyor.

Olayın bu kadarı zaten yeteri kadar absurd. Normal bir ülkede, böyle bir iddia ileri sürüldüğü zaman insanların ilk aklına gelen soru, "din dersi kitabında, müzik, beden eğitimi ya da resim iş dersinde Atatürk'ün işi ne?" sorusu olur. Ama tabii bizde böyle olmuyor. İşgüzar öğretmenin başvurusu Cumhuriyet Gazetesi'nde de yayınlanınca, Talim Terbiye Kurulu'nun paçaları tutuşuyor; hemen bu kitapları incelemek üzere 9 öğretmenden oluşan bir komisyon kuruyorlar. Bütün bunlar geçtiğimiz Haziran ayında oluyor.

Ama şimdi birden öğreniyoruz ki, Milli Eğitim Bakanlığı bu kadarla da yetinmemiş. Atatürkçülük eksiklerini tamamlamak üzere çalışma yapan komisyonlara Genelkurmay başkanlığını da davet etmiş. Yani bir bakıma, siz bu konuları bizden iyi bilirsiniz, üstelik bizim sizin gibi doktrin komutanlığımız filan da yok; en iyisi Komisyon'a gelin de siz denetleyin, demişÖ Ehh, Bakanlık buyrun deyince Genelkurmay da, "rica ederiz, ne haddimize" dememiş haliyle. Genelkurmay bünyesindeki Doktrin Komutanlığı -adı bile ürkütücü- komisyonda çalışmaları için 1 irtibat yarbayı ile 2 subayı görevlendirmiş. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı ile ordu karargahı da bir güzel irtibatlandırılmış (!) olmuş. Eminim şimdi Bakanlığın içi artık iyice rahat etmiştir. Ne de olsa adı üstünde Doktrin Komutanlığı; onlardan iyi kim endoktrine edebilir minikleri? Daha da önemlisi artık kim anti-Atatürkçülükle suçlayabilir Bakanlık yetkililerini?

* * *

Evet, yeni bir döneme adım atmanın heyecanı içindeyiz. Askeri vesayet sisteminin sonuna yaklaştığımızı düşünüyor, seviniyoruz. Ama galiba bu vesayeti kaldırmak tek taraflı bir iş değil. Vasinin vasilik yapmaktan vazgeçmesi için, vesayet edilenin de özgürlüğünü kullanmayı bilmesi lazım. Görülüyor ki, bizim seçilmişlerimizin böyle bir tecrübesi yok. Demokrasi konusunda hala hayli acemiler. Bir yandan tam yönetim hakkı talep ediyor, bir yandan da onu kullanma konusunda elleri titriyor. Hele bu acemilik, bir de Genelkurmay'la gerilen ilişkileri yumuşatma isteğiyle birleşince, böyle inanılmaz tavırlar çıkıyor ortaya.

Ben şahsen, yeni hükümetin mevcut gerilimi bir an önce düşürme isteğini anlıyorum. Ama eğer hükümet genelkurmayla ilişkileri ısıtmak için jestler yapmak ihtiyacındaysa, bu tür "gönül alma" jestleri için daha sakıncasız alanlar bulmalı. Kuvvet komutanlarının doğum günlerinde çiçek gönderebilir mesela. Ya da Doktrin Komutanlığı'nın kuruluş yıldönümünde kutlama mesajı çekebilir. Ama böyle, tam da rejimin niteliğini ilgilendiren temel konularda "jest" yapmaya kalkmakla bir çuval inciri berbat ettiklerinin farkında değiller mi?


"buradaki konuyu dikkatlice okursak, bu hükümetin nekadar iktidar olacagi ortada, cb nin durumuda bundan farksiz olacagini sananlara sasarim..."[/quote]

Zaman herşeyin ilacıdır neler olacağını hep beraber göreceğiz inşaallah;bu ifadelerimin de sadece bir temenni olmadığını belirtmek isterim.Yazının sahibi Gülay Göktürk hanımefendi daha önce yapılan hatalardan ders almamış anlaşılan.Daha önce iktidarda olan bir kısım iktidarların dikleşerek yaptıkları konuşmalarla üniversitelerde başörtüsü sorununun yeniden ortaya çıkmasına ve imam hatip okullarının kapatılmasına sebebiyet verdiği unutulmamalı.İnançlı insanlar dikleşmeden dik durmasını bilmeli.

06.09.2007 - cihan

Re: Her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu her yerde söy

[quote="nisyan"][quote="cihan"][quote="nisyan"]DOĞRU İLE YALAN

[size=18px]Her doğruyu söylemeye gelmezmiş, birtakım doğruları yaymamak, çokluktan, kamudan gizlemek gerekmiş... Peki ama, bir doğruyu söylemek, gizlemek, yayılmasını önlemeğe çalışmak o doğrunun yerinde duran yalanı sürdürmek demektir. [/size]Yalanın yalan olduğunu bilerek sürmesine bırakmaya hakkınız var mıdır?... Bu yalanlar kutsalmış, onlara dokunmaya gelmezmiş... Bir şeyin yalan olduğunu anladık mı kutsallığına inanmıyoruz demektir; bunun için "kutsal yalan" sözü bir şeyin hem köşeli hem de yuvarlak, hem katı hem de biçimsiz olduğunu söylemek gibi bir saçmadır. Ama duygularını birer düşünce saymaktan çekinmeyenler böyle saçmalarla kolayca bağdaşabiliyor.

Birtakım doğruların gizlenmesi gerektiğini ileri sürmek eski kibarlık, asillik (aristocratie) -aristokrat- düşüncenin bir kalıntısıdır. Bir yanda büyükler, kibarlar, damarlarında mavi kan akanlar var, onlar doğruları bilirler, onların bilmesinden bir kötülük gelmez; ama küçüklere, kibar olmayanlara, kölelere sakın açmayın!... Öyledir kişioğlu: kendisi için ille birtakım ayrıcalıklar ister. Eski acunun kibarlığı, aristokratlığı yıkıldı ama onun yerine aydınlar türedi...

Bir kişi olarak ilk ödevimiz, yalan olduğunu anladığımız düşüncelerden benzerlerimizi yani bütün kişileri kurtarmaya çalışmaktır. "Ben bunun yalan olduğunu biliyorum, ben buna inanmıyorum, ama kamunun bu bağlar altında kalması, onun anlamaması daha iyi olur." diyen kimse, öğrendiği anladığı doğrulara layık olmayan kimsedir. İnandığı bir şey yoktur onun: Bir şeyin ne doğru olduğunu düşünür, ne de yalan olduğunu. Ancak kendisini düşünür, büyük görmek için bir yol arar.

[color=red][size=18px]Her doğru söylenebilir, her doğru söylenmelidir, yoksa çevremizi aldatıyoruz, çevremize yalan yayıyoruz demektir.[/size][/color]


Nurullah Ataç[/quote]

Her doğruyu her yerde her zaman söylemek doğruysa ilk müslümanlar neden sayı 40a ulaşıncaya kadar toplantılarını gizlice yapıp açıktan dini yaymayı denemediler de sayı 40a ulaşınca kabeye yürüyüp islamiyeti açıktan yaymaya başladılar açıklayabilir misiniz?[/quote]


Sayımız 40'ı geçmiyor o zaman cihan bey :lol: :lol: :lol:[/quote]

Sayının 40'ı geçip geçmemesi bizim tartığımız konu açısından önemli değil burada önemli olan belli sayıya erişilinceye kadar doğru bilinenlerin açıktan söylenmeyip İbn-i Erkam(r.a)'ın evinde gizlice toplanılıp orada konuşulması.Demek ki bazı doğruların zamanı gelmeden söylenmemesi gerekiyormuş.
Not:Yazdıklarımı muhalefet olsun diye yazmıyorum hakikaten bu şekilde düşündüğüm için yazıyorum.Muhabbetle..

06.09.2007 - cihan

Re: Her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu her yerde söy

[quote="cihan"][quote="nisyan"]DOĞRU İLE YALAN

[size=18px]Her doğruyu söylemeye gelmezmiş, birtakım doğruları yaymamak, çokluktan, kamudan gizlemek gerekmiş... Peki ama, bir doğruyu söylemek, gizlemek, yayılmasını önlemeğe çalışmak o doğrunun yerinde duran yalanı sürdürmek demektir. [/size]Yalanın yalan olduğunu bilerek sürmesine bırakmaya hakkınız var mıdır?... Bu yalanlar kutsalmış, onlara dokunmaya gelmezmiş... Bir şeyin yalan olduğunu anladık mı kutsallığına inanmıyoruz demektir; bunun için "kutsal yalan" sözü bir şeyin hem köşeli hem de yuvarlak, hem katı hem de biçimsiz olduğunu söylemek gibi bir saçmadır. Ama duygularını birer düşünce saymaktan çekinmeyenler böyle saçmalarla kolayca bağdaşabiliyor.

Birtakım doğruların gizlenmesi gerektiğini ileri sürmek eski kibarlık, asillik (aristocratie) -aristokrat- düşüncenin bir kalıntısıdır. Bir yanda büyükler, kibarlar, damarlarında mavi kan akanlar var, onlar doğruları bilirler, onların bilmesinden bir kötülük gelmez; ama küçüklere, kibar olmayanlara, kölelere sakın açmayın!... Öyledir kişioğlu: kendisi için ille birtakım ayrıcalıklar ister. Eski acunun kibarlığı, aristokratlığı yıkıldı ama onun yerine aydınlar türedi...

Bir kişi olarak ilk ödevimiz, yalan olduğunu anladığımız düşüncelerden benzerlerimizi yani bütün kişileri kurtarmaya çalışmaktır. "Ben bunun yalan olduğunu biliyorum, ben buna inanmıyorum, ama kamunun bu bağlar altında kalması, onun anlamaması daha iyi olur." diyen kimse, öğrendiği anladığı doğrulara layık olmayan kimsedir. İnandığı bir şey yoktur onun: Bir şeyin ne doğru olduğunu düşünür, ne de yalan olduğunu. Ancak kendisini düşünür, büyük görmek için bir yol arar.

[color=red][size=18px]Her doğru söylenebilir, her doğru söylenmelidir, yoksa çevremizi aldatıyoruz, çevremize yalan yayıyoruz demektir.[/size][/color]


Nurullah Ataç[/quote]

Her doğruyu her yerde her zaman söylemek doğruysa ilk müslümanlar neden sayı 40a ulaşıncaya kadar toplantılarını gizlice yapıp açıktan dini yaymayı denemediler de sayı 40a ulaşınca kabeye yürüyüp islamiyeti açıktan yaymaya başladılar açıklayabilir misiniz?[/quote]


Sayımız 40'ı geçmiyor o zaman cihan bey :lol: :lol: :lol:

06.09.2007 - nisyan

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

Ders kitaplarına askeri denetim

05 Eylül 2007



Gülay Göktürk
[email]gokturkgulay@yahoo.com[/email]



05.Eylül.2007

Ders kitaplarına askeri denetim

Eğer Genelkurmay, günün birinde kalkıp ders kitaplarında Atatürkçülük konularına eksik yer verildiğini iddia ederek, bütün kitapları denetimden geçirmek istediğini söyleseydi; ya da bu konuda çalışma yürüten komisyonda kendisinin de yer alması gerektiğini iddia etseydi, hep birlikte kıyameti koparırdık.

Vay, böyle bir denetim hakkını nereden alıyorsunuz, derdik, Atatürkçülük sizden mi soruluyor, derdik; Genelkurmay'ın ders kitaplarına burnunu sokması askeri rejimlerde olur, siz burayı askeri bir diktatörlük mü sandınız diye veryansın ederdik. Ama şimdi bütün bunları diyemiyoruz. Çünkü Genelkurmay'ın bir suçu yok; Milli Eğitim Bakanlığı davet etmiş, onlar da kabul etmişler. Ehh, paşalarımızın Milli Eğitim Bakanlığı'na demokrasi dersi verip, "Estağfurullah, ne haddimize" demesini de beklemiyorduk, herhalde... Olayın geçmişini bilmeyenler için kısaca özetleyelim: Konu, Talim Terbiye Kurulu çalışanlarından bir öğretmenin İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, resim-iş, müzik ve beden eğitimi gibi derslerin kitaplarında Atatürkçülükle ilgili konulara eksik yer verildiğini iddia eden başvurusu ile gündeme geliyor.

Olayın bu kadarı zaten yeteri kadar absurd. Normal bir ülkede, böyle bir iddia ileri sürüldüğü zaman insanların ilk aklına gelen soru, "din dersi kitabında, müzik, beden eğitimi ya da resim iş dersinde Atatürk'ün işi ne?" sorusu olur. Ama tabii bizde böyle olmuyor. İşgüzar öğretmenin başvurusu Cumhuriyet Gazetesi'nde de yayınlanınca, Talim Terbiye Kurulu'nun paçaları tutuşuyor; hemen bu kitapları incelemek üzere 9 öğretmenden oluşan bir komisyon kuruyorlar. Bütün bunlar geçtiğimiz Haziran ayında oluyor.

Ama şimdi birden öğreniyoruz ki, Milli Eğitim Bakanlığı bu kadarla da yetinmemiş. Atatürkçülük eksiklerini tamamlamak üzere çalışma yapan komisyonlara Genelkurmay başkanlığını da davet etmiş. Yani bir bakıma, siz bu konuları bizden iyi bilirsiniz, üstelik bizim sizin gibi doktrin komutanlığımız filan da yok; en iyisi Komisyon'a gelin de siz denetleyin, demişÖ Ehh, Bakanlık buyrun deyince Genelkurmay da, "rica ederiz, ne haddimize" dememiş haliyle. Genelkurmay bünyesindeki Doktrin Komutanlığı -adı bile ürkütücü- komisyonda çalışmaları için 1 irtibat yarbayı ile 2 subayı görevlendirmiş. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı ile ordu karargahı da bir güzel irtibatlandırılmış (!) olmuş. Eminim şimdi Bakanlığın içi artık iyice rahat etmiştir. Ne de olsa adı üstünde Doktrin Komutanlığı; onlardan iyi kim endoktrine edebilir minikleri? Daha da önemlisi artık kim anti-Atatürkçülükle suçlayabilir Bakanlık yetkililerini?

* * *

Evet, yeni bir döneme adım atmanın heyecanı içindeyiz. Askeri vesayet sisteminin sonuna yaklaştığımızı düşünüyor, seviniyoruz. Ama galiba bu vesayeti kaldırmak tek taraflı bir iş değil. Vasinin vasilik yapmaktan vazgeçmesi için, vesayet edilenin de özgürlüğünü kullanmayı bilmesi lazım. Görülüyor ki, bizim seçilmişlerimizin böyle bir tecrübesi yok. Demokrasi konusunda hala hayli acemiler. Bir yandan tam yönetim hakkı talep ediyor, bir yandan da onu kullanma konusunda elleri titriyor. Hele bu acemilik, bir de Genelkurmay'la gerilen ilişkileri yumuşatma isteğiyle birleşince, böyle inanılmaz tavırlar çıkıyor ortaya.

Ben şahsen, yeni hükümetin mevcut gerilimi bir an önce düşürme isteğini anlıyorum. Ama eğer hükümet genelkurmayla ilişkileri ısıtmak için jestler yapmak ihtiyacındaysa, bu tür "gönül alma" jestleri için daha sakıncasız alanlar bulmalı. Kuvvet komutanlarının doğum günlerinde çiçek gönderebilir mesela. Ya da Doktrin Komutanlığı'nın kuruluş yıldönümünde kutlama mesajı çekebilir. Ama böyle, tam da rejimin niteliğini ilgilendiren temel konularda "jest" yapmaya kalkmakla bir çuval inciri berbat ettiklerinin farkında değiller mi?


"buradaki konuyu dikkatlice okursak, bu hükümetin nekadar iktidar olacagi ortada, cb nin durumuda bundan farksiz olacagini sananlara sasarim..."

05.09.2007 - alaattin

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

Abdullah Gül'le birlikte Allah'ın izin ve inayetiyle Türkiyemiz tüm dünyadaki müslümanların koruyucusu olacaktır.Ve içte de öz yurdunda garip kalan müslüman halkımızın da rahat nefes alacağı günler yakındır.

"Ümitvar olunuz şu istiklal inkılabatı içinde en yüksek gür seda islamın sedası olacaktır." B.Said Nursi

"Doğacaktır sana vaadettiği günler Hakkın belki yarın belki yarından da yakın." M.Akif Ersoy

05.09.2007 - cihan

Her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu her yerde söyleme

[quote="nisyan"]DOĞRU İLE YALAN

[size=18px]Her doğruyu söylemeye gelmezmiş, birtakım doğruları yaymamak, çokluktan, kamudan gizlemek gerekmiş... Peki ama, bir doğruyu söylemek, gizlemek, yayılmasını önlemeğe çalışmak o doğrunun yerinde duran yalanı sürdürmek demektir. [/size]Yalanın yalan olduğunu bilerek sürmesine bırakmaya hakkınız var mıdır?... Bu yalanlar kutsalmış, onlara dokunmaya gelmezmiş... Bir şeyin yalan olduğunu anladık mı kutsallığına inanmıyoruz demektir; bunun için "kutsal yalan" sözü bir şeyin hem köşeli hem de yuvarlak, hem katı hem de biçimsiz olduğunu söylemek gibi bir saçmadır. Ama duygularını birer düşünce saymaktan çekinmeyenler böyle saçmalarla kolayca bağdaşabiliyor.

Birtakım doğruların gizlenmesi gerektiğini ileri sürmek eski kibarlık, asillik (aristocratie) -aristokrat- düşüncenin bir kalıntısıdır. Bir yanda büyükler, kibarlar, damarlarında mavi kan akanlar var, onlar doğruları bilirler, onların bilmesinden bir kötülük gelmez; ama küçüklere, kibar olmayanlara, kölelere sakın açmayın!... Öyledir kişioğlu: kendisi için ille birtakım ayrıcalıklar ister. Eski acunun kibarlığı, aristokratlığı yıkıldı ama onun yerine aydınlar türedi...

Bir kişi olarak ilk ödevimiz, yalan olduğunu anladığımız düşüncelerden benzerlerimizi yani bütün kişileri kurtarmaya çalışmaktır. "Ben bunun yalan olduğunu biliyorum, ben buna inanmıyorum, ama kamunun bu bağlar altında kalması, onun anlamaması daha iyi olur." diyen kimse, öğrendiği anladığı doğrulara layık olmayan kimsedir. İnandığı bir şey yoktur onun: Bir şeyin ne doğru olduğunu düşünür, ne de yalan olduğunu. Ancak kendisini düşünür, büyük görmek için bir yol arar.

[color=red][size=18px]Her doğru söylenebilir, her doğru söylenmelidir, yoksa çevremizi aldatıyoruz, çevremize yalan yayıyoruz demektir.[/size][/color]

Nurullah Ataç[/quote]

Her doğruyu her yerde her zaman söylemek doğruysa ilk müslümanlar neden sayı 40a ulaşıncaya kadar toplantılarını gizlice yapıp açıktan dini yaymayı denemediler de sayı 40a ulaşınca kabeye yürüyüp islamiyeti açıktan yaymaya başladılar açıklayabilir misiniz?

05.09.2007 - cihan

Yeni Cumhurbaşkanımız Hayırlı Olsun

Vatana millete hayırlı olsun

05.09.2007 - zhümeyra

Konular